doktor&hesapci

TGRT-FM de Cuma günleri saat 20.00 civarlarında yayına giren programın paralelinde fikir alışverişi için yapılmış bir blog dur. Yorumlarınızı bırakmakta nazlanmayın.

Sunday, October 29, 2006

20 ekim-27 ekim 2006.. yine ikisi bir arada

Adet olacak herhalde iki kısım tekmili birden yazılar yazmak. Şimdilerde anlıyorum ki gazetelerde hergün yazmak hakikaten zor bir işmiş. Hele de haftada beş gün yazan köşe efendilerini tebrik etmeli. Dönelim mevzulara.

Ramazan ayının son cuması İstanbul trafiğinin felç olması ve aynı akşam bir depremle sarsılmamız, üstelik bundan da programda önceden bahsetmiş olmamız ilginç oldu. Halen de depremi bekleyen bu şehirde bunca inşaatın ve bunca yol yapımının aynı anda olmasının cinayet olduğu düşüncesindeyim. Derdim kimseyi korkutmak degil. Ama ille de çok dikkatli olunmalı.

son hafya siyaset konuşmak istemedik. Büyüklerimiz bilirler dedik. Ama içimde kalan Erkan Mumcu'nun başbakanın hasta numarası yaptığı suçlamasına dayanamayıp cevap verdim ferahladım..

Hoş kalın
doktor

Tuesday, October 17, 2006

6 ekim, 13 ekim 2006..iki kısım tekmili birden, mabel ve golden cikletleri..

Malumunuz bir türk yazarı Nobel ödülünü aldı. Bunun üzerine edebiyat ile alakası olsun ya da olmasın birtakım insanlar konuşmaya başladılar. Konuşanların kahir ekseriyeti de Orhan Pamuk kitabı okumayanlar hatta bir tanesinin dahi ismini bilmeyenler idi. Radyoda konu üzerinde konuşmak isteyenlere ilgili yazarın kitaplarını okuyup okumadıklarını sordum. Ve her zaman olumsuz cevap aldım. Bir Türk yazarının dünyanın en prestijli ödüllerinden birisini almasına siyasi bir takım söylem ile cevap verilmesini de doğrusu pek anlamadım. Fransa'nın soykırım ile alakalı yasa üzerinde çalışması ile aynı güne denk gelmesi de ayrı bir kısmetsizlikti. Nobel ödüllerinin dağıtıldıgı günün ertesinde sabah erkenden iş yerime geldim ve aşağıdaki yazıyı zihnimden çıktığı şekliyle kaleme aldım. Nobelse nobel, siyasetse siyaset, mabel ise mabel.. Pardon yani..


Golden ve Mabel çikletleri:
Mabel çikletlerinin piyasada yaygın olduğu ve tamamının bir defada çiğnenmesi ile çenemizin yorulduğu zamanlardı. Mabel çikletini aldığımızda ortadan ikiye ayırırdık. Bir tarafını öğleden önce, diğer tarafını da öğleden sonra çiğnerdik. Çiklet imalatı esnasında kare şekilli cikletin ortasına yırtılmayı kolaylaştıran bir iz basılmıştı. Aluminyumlu kağıdı kalan yarıma güzelce sarmaz iseniz öğleden sonraya kadar sakızınız sertleşirdi. Bunun çaresi de sert sakızı ağızda çiğnemeden beş dakika tutup yumuşatmaktı.

1973 tü.. Karaoğlan ümitti.. Nobel neydi?. Kıprıs bizim oldu olacaktı. Kırşehir'in ilçesi Mucur'un tam ortasındaki pastanemizde sakız da satıyorduk. Mabel sakızlarından az daha pahalı Golden çikletleri vardı. Şekilleri benzese de Golden sakızlarının ambalajı daha bir afiliydi. Golden Mabel'den 10 kuruş daha pahalıydı ve 35 kuruştu. Aluminyumlu kağıdının dış kısmı altın yaldız rengindeydi. Yanında birşey yiyip içmedikten sonra kolayına çürümezdi.

O vakitler ülkede bir darbe sonrası dönem yaşanmaktaydı. Asılan delikanlılar falan olmuştu. Ortanın solu, siyah kasket, mavi gömlek, güvercinler, hüzünlü ve huzurlu bakışlarla uzaklara bakan bir hanım. Şair başbakanın şiirleri bestelenir. Takalar geliyor allı yeşilli.. Dedik ya karaoğlan umuttu..Kıprıs bizim olmasına az zaman vardı.. 11 yaşın umarsızlığında Golden ya da Mabel çikletleri çiğner top oynardık. Delikanlıların asılmasına da fazla üzülmemiştik. Acar miliyetçi ailelerin çocukları olarak, devletin bekası için birkaç kişinin gitmesine üzülemezdik. Sonrasında karaoğlan başbakan olacak, Ayşe tatile çıkacak, tatilde bir sürü hata yapacak ama kimse de üzerinde durmayacaktı. O kadarcık savaşta kendi gemimizi batırmışız falan. O kadar da olurdu. Kahramanlığımıza halel gelmezdi. Yavru vatan kurtulmuştu. Bunu yapmakla ayağımıza ateş ettiğimizi söylememiz de yasaktı zaten.. Sonrasında Karaoğlan kaçacak, ve MC ucubeleri ile idare edilme dönemimiz başlayacaktı. Birinci MC, ikinci MC.. Turhan Feyzioğlu'ları, Ferruh Bozbeyli'leri, Alpaslan Türkeşleri, Sadettin Bilgiç leri kafamıza kazıyan bir dönem.. Görme kusurlu olduğumuz bir dönem.. Milletçe. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Bir de Mustafa Timisi vardı değil mi? hani adına tekerleme yapılan. Aralarda olaylar, yeni seçim, Karaoğlan yeniden başbakan. Halen hafızam bulanık, Güneş Motel, kumar borcu olmayanlar felan derken. Öğrenci olayları, dev li bir takım örgütler.. Kardeş kardeşi vurur mu? Sonrasında bir ara seçim ve Demirel iktidarda. 1980 ekonomik kararları. Dübbü Kebir'in ekonomiden sorumlu müsteşar olması. (Dübbü kebir: Turgut Özal, Dübbü kesir: Korkut Özal) Kardeş kavgaları berdevam..Konya da sarıklılar ayağa neden kalkmamıştı? Ya da ayağa kalkmayacak olanlara cübbe-sarık nerden temin edilmişti? Buyrun bir ihtilale daha. 13 eylül de olayların ardı kesilmiş. Sükunet ortamı sağlanmıştı. Sağduyusu dünya durdukça durası milletim 1992 anayasasına da %92 oranında kabul oyu veriyordu.

Bu aradaki yıllarda ülkemize Dandy çikletleri gelip yerleşiyordu. Değişik renk ve tada sahip olanlardan en çok üzerinde stimorol yazanını severdim. Dandy sakızlarının ülkemizde yaygın satılması sanırım ikinci MC hükümeti civarlarına denk gelir. Çok uzun süre kaliteli sakızın adı Dandy dir. Yine o dönemlerde tadı iğrenç, kokusu iğrenç ve sıvaşıcı özellikte bir çiklet vardır ki karikatürleri yüzü suyu hürmetine alınır. Bildiniz: Tipitip. Karikatürlerinde espriler boktan olsa da değişiklik getirmiştir. Alınasıdır. 50 kurustur. Yine aynı dönemlerin ünlüler serisi çikletlerinin içinden çıkan resimler biriktirilir, kötü sakızları da mahallenin kopillerine dağıtılırdı. Bu resimleri duvara yapıştırıp bırakarak oynan kumar da çok yaygındı. Nobel mi dediniz. Milliyet gazetesi yayınlarından mavi bez ciltli kitap serisi neyinize yetmez. Bir de Kemalettin Tuğcu.


Dübbü Kebirin Roger amcanın atraksiyonu ile başbakan yapılması ülkemizin kaçak girmiş Kent ve Marlboro ihtiyacını yok ediyordu. Raflarda envai çeşit sakız yerini alıyordu. Döviz falan taşıyana artık laf edilmiyor, enflasyon ile kucak kucağa yaşamak öğreniliyordu. Nobel ödülleri yıllar boyunca dağıtılmaya devam ediyor, Roger amca bir yandan Özal'a desteğe devam ederken bir yandan da yeşil kuşak, ılımlı islam projesi ile uğraşıyordu. Tam bağımsızdık. Koskoca generaller ihtilal yapıp ne kadar bağımsız olduğumuzu dosta-düşmana göstermemişler miydi? Sonrasında sivil idareye gecikmeden teslim etmişler, 7 sene kadar da beşibiryerde konumlarını sürdürmüşlerdi. Ama olsundu.. Biz tam bağımsızdık. İşte o zamanlardan başlayan imam hatip lisesi açma manyaklığının nerelere varacağını ise 20 sene sonra falan farkedecektik ki bu da kocaman ve kahraman bir millet için çok uzun bir süre sayılmazdı.Hem üzerinde tartışacak konumuz olurdu. Eskiler çıkar "aydın din adamı yetiştirecektik, olmadı" der, diğerleri de "bunlar rejimin köküne kibrit suyu neyim dökecek" falan diye cevaplardı. Atışırdık. Nobel neydi ki?

Sabi sübyanın okul bahçelerinde and içirilmeden içeri alınmadığı, 19 mayıslarda en yüksek kuleyi dikenlerin kahraman olduğu, sağlam kafanın sağlam vücutta buluduğu gerçeğinin Stephen Hawking tarafından yalanlanmadığı zamanlardı. İkinci teneffüs 20 dakika olur, okulun bahçe kapısındaki hademe(hizmetli deyip kibarlaştık sonraları)zorla izin verir, bir koşu bakkala gidilir, Özal sayesinde envai çeşit olan sakızlardan alınıp bir koşu okula geri dönülürdü. Bizler tıp fakültesine gidiyorduk, okul bahçelerinin yanından geçerken gülümseyerek koşuşturanlara bakıyorduk. Alfred Nobel, İsveçli bilim adamı, patlayıcı falan bulmuş, adına değişik dallarda ödüller verilir..Ansiklopedik bilgiden özet. Bildiğimiz buydu ve bu coğrafyada birileri Nobel Ödülünü hayal dahi edemezdi. Yaşasak yeterdi. Zaten "asmayalım da besleyelim mi?" sorusu da sorulmuştu.

İhtilal sonrası dönemin tıp öğrencileri olarak ürkektik. Kendimize benzeyenlere yakın dururduk. Okul bittikten sonra da çil yavrusu gibi dağıtılan ve önce mecburi hizmet sonra askerlik görevlerini ifa ederken bir türlü belini doğrultamayan, tarihinin maddi olarak en fazla darbe yemiş nesliydik. Saygınlığımız öylesine ayaklar altında idi ki, buna bir anlam veremeyecek kadar şaşkındık. Vatanı kurtaran, kardeşi kardeşe kırdırmaktan koruyan bu ihtilal ekibi ve devamı bizi sahaya mücehhez olmadan sürmüş ve cebimize de harçlık kabilinden paralar koymuştu. Vatanseverdik. Olsundu. Bizim aşı takip kartlarımız, tembel ve tansiyon ölçmekten bihaber ebelerimiz, willys jipimiz ve arada bir gelip fırça atan sağlık müdür yardımcılarımız vardı.

Boş zamanlarımızda marka bağımsız sakız çiğniyorduk. Evlenmiş, kilo almıştık. Şekersiz sakızları çiğniyorduk. Özcan ya da Baycan; nasıl da zor yumuşardı meretler. Ders çalışırdık. İhtisas sınavına hazırlanırdık. Özal iktidarı devam ediyordu. Bir serbestlik bir ferahlık. Deymeyin gitsin. Komisyon alır dedilerdi rahmetli için.. Kimse de isbat edemedi. İhracatımız patladı. Yarısı hayali. Olsun. Vatana bağlı, Atatürk ilkelerinden ödün vermeyen gençlerdik. Zindeydik.. Vatana pek pek bağlıydık. Sabi sübyan and içerek başlıyordu güne. Faydası da oluyordu mutlaka. Kulağıma birisi fısıldamıştı, beni kızdırmayı göze alarak. "yavrum, yüce Atatürk sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim dediydi ya; bizim sistem zekiyi dolandırıcı, çevik olanı hırsız, ahlaklıyı fakir yapar. Sporda da başarılara imza atmıyorduk. Ne Nobeli?...

Seksenli yıllar bittiğinde dünyada nerede ne kadar sakız varsa hepsi memleketimizdeydi. Çiğne dur.. Süleyman Demirel'in değişip gençleştiği sakızını verdiler ağzımıza. Oy verdik, iktidar yaptık. Mutlandık. Sonra cumbaba yaptık. Ablamızı getirdik. Onun da ortağı kendini beğendiremedi. Demokrasiyi az kesintiye uğratalım dedik.. Andıç felan.. Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı. Bu arada bankalar batmaktaymış, olsun. Atatürk ilkelerinden ödün vermedik. İktidara ders verildi. İnce ayar.. Sincan.. Hey baba hey, çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır. Tey tey tey...

Sakızlar ve siyaset böyle.. İlgilisine..Hani varsa birileri biz egemeniz falan diyecek, mutlanırım.

Güzel kalın.
Tek parça mümkünse

Sunday, October 01, 2006

29 Eylül 2006.. Güzel vakit geçirdik

Program öncesi sevgili Levent Kafadar, ille de dinleyicilere teşekkür edelim diye söyledi. Sebep olarak da bunca dinlenecek, seyredilecek şey varken bizi dinlemelerinin önemi olduğunu düşündüğünü söyledi. Ben haince terse gittim. Biz programı zevk için yapıyorduk ve bizden zevk alan varsa herşeyi bir kenara bırakıp dinleyecekti. Bunu hak ediyorduk.

Programın iyi gittiğini iki şeyden anlıyorum. Birincisi reklam kuşaklarının vaktinin geldiğini farketmiyorum, ikincisi de program sonrasında kilometrelerce koşmuş gibi yorgun oluyorum. Cuma günü de Levent Kafadar'a fazla söz vermemek dahil habire konuştum. Çıktığımda dayak yemiş gibi yorgundum.

Güzel bir cuma akşamıydı.Zorlamadan ve zorlanmadan, konuları derinden değil eğlence tarafları ile konuşup bitirdik. Üzerinde yeterince duramadığımız konu üniformalı bürokratların seslerini yükseltmeleri ve bunun nedenleri idi. Onu da haftaya konuşuruz.

Bekleriz düşüncelerinizi.

Doktor

Mesothelioma Asbestos, Mesothelioma Cancer, Malignant Mesothelioma, Mesothelioma Attorney.
Mesothelioma