doktor&hesapci

TGRT-FM de Cuma günleri saat 20.00 civarlarında yayına giren programın paralelinde fikir alışverişi için yapılmış bir blog dur. Yorumlarınızı bırakmakta nazlanmayın.

Friday, January 08, 2010

Yine Hasan' dan Analiz.

Tarihi gerçekler üzerine ve de cumhuriyetin Mit Making hadisesi üzerine kafa oranlar dikkatle okumalılar... Bir kez daha çok teşekkürler Hasan...
Doktor
*******

Aslında önce Cennetmekan Abdülhamid Han, ile ilgili yazacaktım ama Mehmet Barlas'ın üçgündür yazdığı Vahideddin Han ile ilgili yazı dizisini okuyunca bir de yazacaklarım konu itibariyle; bilinenler ve bilinmeyenler ve bakış ile ile ilgili olduğundan silsilede değişiklik yapmam icabetti.

Memleketim insanında aldıkları eğitimden (malum zorunlu-merkezi tektipçi eğitim) kaynaklanan hadiseleri ve şahısları değerlendirme sorunu sorunsalı var. Bu hadise en faşistinde olduğu gibi en sosyalistinde de var, en laikinde olduğu gibi en dindar bilineninde de var. Çünkü hepsi aynı eğitim sisteminden geçmiş, hepsi aynı endoktrinasyona uğramış.

Tarihi bir hadiseyi veya tarihi bir şahsiyeti değerlendirirken ve objektif yaklaştığımızı zannederken de aslında hakim ideolojinin içselleştirdiğimiz hükümleri ile değerlendiriyor ve yaklaşıyoruz. Resmi tarihimizin ululadığı onayladığı şahsiyetler ile ilgili hüküm verirken; (iç dünyamızda tüm inceliğe ve yüksek ahlaka sahip olduğunu içselleştirdiğimizden) çok hassas olduğumuz halde onaylamadığı, aşağıladığı şahsiyetlere sıra gelince (yine iç dünyamızda kişiliksiz kimliksiz hatta hain olarak içseleştirdiğimizden) ademin yapacağı ve de düşeceği her tür zilleti çok pervasızca isnad edebiliyoruz ve bunu normal doğru gibi sunuyoruz. Ve bu yaptıklarımızın muhasebesini yapmadığımızdan, toplumda da bu kabul gördüğünden böyle devam edip gidiyoruz ..

Şimdi Barlas'ın yazdıklarına bakalım :
"Osmanlının son padişahı Vahideddin veliahtken güvendiği Mustafa Kemal'in atama önerisini reddetti. Tahta oturunca onun eleştirdiği Enver Paşa'yı başkumandan vekili yaptı.Kurşuna dizmek için getirilen adama"son olarak söyleyeceğin bir şey var mı" diye sorulunca; O da "Bu bana ders olsun" demiş ya... Olaylar zinciri ya da "Kader" denilen olgu, bazen insanların önüne karar alternatifleri sürer. Öyle bir andır ki bu yanlış karar, insanı geri dönülmesi mümkün olmayan noktalara ve onarılmaları imkânsız zararlara sürükler. Artık "Ne yaptım ben" demekten başka yapacak şey kalmamıştır. Bazıları içine düştükleri durum karşısında iş işten geçmiş olsa da "Bu bana ders olsun" diyerek özeleştiri yapmayı denerler. Bazıları ise bunu da yapamaz ve kendileri ile birlikte bilinmez bir geleceğe taşıdıkları insanları da, daha yanlış kararlarla daha da sorunlu günlere götürürler. Artık yapılabilecek çok şey kalmamıştır. Bin nasihatten daha evla olan bir musibetle yaşamak zamanıdır artık. Bizim yakın siyasal tarihimiz böyle durumlarla dolu."

Diye başladığı ve özü itibariyle tercihleri hep yanlış, hep birilerinin güdümünde ve nihayetinde de ve her defasında "Bu bana ders olsun" diyemeyen bir Padişah portresi..
Bir hadiseyi bir şahsiyeti değerlendirirken neyi merkez neyi miyar aldığınız çok önemli. Silsile de bunları takip ediyor. Temel yanlış ise binayı da bunun üzerine inşa ediyorsunuz.

Barlas'ın yaptığı da başka birşey değil. Sen ne kadar çok bilirsen bil ne kadar donanımlı olursan ol hatta ne kadar objektife yakın olursan ol (ki barlas az çok öyle biri) tuttuğunuz miyar yanlış ise yanlışlar silsilesini devam ettiriyorsunuz.

Nedir onlar şimdi onlara bakalım: Padişahın veliahtken M.Kemal'e güvendiğini nerden anlıyoruz? Bir Almanya ziyareti bunu anlamamıza yetiyor mu? İnsani ilişkiler denge siyaseti denen bir şey yok mu ? (Hele hele herşeyin tozduman olduğu o dönem de) Ya da dengelerin değişmesi? Hepsini geçtik, Padişah olunca Musatafa Kemalin atama önerisini kabul etme gibi ya da onun hoşlanmadığı birisi olan Enver Paşayı seçmeme gibi bir mecburiyeti mi var? Anlaşılır gibi değil. Hani neticesinde "Ben ne yaptım" ya da "Bu bana ders olsun" denilecek bir durum olsa ne ise, yok ama ortalık da ara ki insan bulabilesin. Eldeki malzeme ortada sağa dön ihanet sola dön ihanet..

Ve daha sonra Vahideddin Han'ın Enver Paşayı harbiye reisi yapması M.Kemal'i yapmaması Enver paşanın güdümüne mi girdiğini gösterir? Bu nasıl mantıktır? Bu mantıkla M.Kemali yapsa onun güdümüne de girmiş olmayacak mıydı?

Sonra Barlas, Prof. Metin Hülagü'den alıntı ile devam ediyor..
"Sultan Vahdettin Milliyetçi hareketin 1922 yılında Yunanlılara karşı Anadolu'da elde etmiş olduğu başarıyı Milliyetçi liderlerle kendisi arasındaki mevcut anlaşmazlıklar dolayısıyla kutlamaktan kaçınmışsa da, Anadolu'da kazanılan zaferleri kutlamak yahut şehit olanların ruhlarına dua ve niyazda bulunmak üzere İstanbul camilerinde tertip edilen törenlere katılmaktan da geri kalmamıştır. Bu anlamda Anadolu'da şehit düşenler hatırasına olmak üzere 15 Eylül 1922'de Süleymaniye Camisi'nde ve Ayasofya Camisi bahçesinde düzenlenen törenlere iştirak etmiş, tebasıyla birlikte saf tutmuş, şehitlerin ruhu için duada bulunmuştur. Zafer karşısında suskun kalan ve 15 Eylül'de şehitler için okunan dualara katılan son padişah bundan iki ay sonra bir İngiliz gemisiyle İstanbul'u terk etmişti."diyor tarihçimiz!

Ezber bir yalan olduğu için ilkönce sondan başlayalım. Sultan Vahideddin Han asla ve kata, İngiliz gemisiyle kaçmamıştır.İngiliz gemisiyle cebri kaçırılmıştır. Sultan, gemiye anlaşalım yalanı ile getrilmiş, kendisine gemide söylenmiştir İstanbul'dan sürgün edileceği. Sultan da üzerinde bulunan devlete ait eşyaları (ki kendisine yedi kuşak yetecek paha da) teslim etmeden ancak ölü olarak götürebileceklerini söyler ve bunları makbuz karşılığı teslim eder.(vatanseverlere duyurulur.)

Yani çocuklara masallar kabilinden yalanlar zırvalar..Bu tarihçi aynı zamanda; İngiliz Belgelerinden M.Kemal'i, Vahideddin Han'ın Anadoluda Milli direniş hareketini başlatmak üzere kırkbin altın ve yetkilerle gönderdiğini yazan ve dolayısıyla bunu bilen birisi. Gel görelim değişen birşey yok, sorgulama yok. Asgari akıl sahibi biri şunu sorar Madem M.Kemali, Sultan gönderdi o zaman Anadolu da kazanılan her zafere sevinir.Bu yunan zaferini (bir de varsa tabii)milliyetçiler kazandı buna sevinmeyeyim böyle bir şey yok.Çünkü Sultan bütün ümidini oraya bağlamış ve bu iş için de kendini feda etmiştir.

Hakikat şu ki; Sultan Vahideddin tahta geçtiğinde ülke ateş içinde değil ateş olmuş yanmış bitmiş yangın yeri kalmıştı. İttihat ve Terakki 1908'de Cennetmekanı tahttan indirip yönetimi aldıktan sonra memleketi savaştan savaşa sokup düşmana teslim ettikten sonra yönetimi Padişahın kucağına bırakmıştır. Sanılanın aksine Vahiddeddin Han savaş filan kaybetmiş değildir, yenilmiş bir devletin başına geçirilmiştir. Ve şeklen padişahdır gücü elinde bulunduran İ.Terakkidir. (şunu getirdi şunu götürdü derken de insaflı olmak gerek) Ordusu yoktur, gücü yoktur, buna rağmen çare arar. Vahideddin Han çaresizdir, içi yanar. Nitekim yakınlarına “ben milletin közü üzerine oturmuşum, kuş tüyünden minderlere gömüldüğümü sanıyorlar.”der.

Kurtuluşun Anadolu’dan başlatılacak bir hareketle muvaffak olacağına inanan Padişah bu hareketin muhalif olduğuna düşmanların inanması için de uygun bir tip arar, önüne getirilen bir çok kişiye hayır olmaz der. Ta ki, M.Kemal'i huzura getirdiklerinde "tamam bu olur" der. Ve padişah: M. Kemal Paşayı fevkalade yetkilerle donatır ve Samsun’a yollar. Hazine-i hassadan verilenlerden başka, kendi şahsi parasından 30 bin altın lira katar yanına. Gidişini kolaylaştırmak için “Ordu müfettişi” gibi bir kimlik ayarlar.Ve gerektiğinde Padişahı tanımadığını söylemesini bizzat Padişahın kendisi söyler M.Kemale.. Anadolu’ya gizli gizli silah ve adam geçirir.

Anadoluda direniş başlayınca işgalciler gelir “dağıt şunları” diye çıkışırlar. "Bu benim kontrolüm dışındaki bir halk hareketi, karışamam!"der.
Neticesinde, Vahideddin Han "Ben bir paratonerim, Devlet ve milletin üzerine düşen yıldırımları üzerime çektim, çok kavruldum çok yandım ama kurtulduk sonunda..."demiştir.

Friday, January 01, 2010

Gündemle ilgili Hasan'a Teşekkürler ederek

Doktordan Not:
Hasan son zamanlarda öyle deruni ve net analizler, yorumlar yapıyor ki herhangi bir yazının altında kalmasına gönlüm razı olmadı. Bu haftanın blog yazısı için yazdıklarını giriyorum. Ellerine sağlık.
*********************
Baykal ; Arınça yönelik suikast iddiası için "eğer ordu böyle bir suikast planlıyorsa, orası lafın bittiği yerdir." demiş. Tarafın, sistemin ötelediği yazarlarından; (hoş taraf'ta olup da sistemin berilediği yazar da yok) M.Esayan'da buna "hayır, lafın bittiği değil CHP'nin bittiği yerdir." diye karşılık vermiş. Evet son günlerde ki başdöndürücü gelişmelere bitmek bilmeyen son dakika haberlerine baktığımızda sistem eşittir CHP daha doğrusu vesayet eşittir CHP'nin bittiğinin resmini görüyoruz. Ordunun sözcüsü diyebileceğimiz F.Bila'da eğer bu iddia doğru çıkarsa felaket olur demiş. Tabi ki kendi felaketini kastediyor. Bu arada M.Esayan için sistemin ötelediği demişken , O'nun, bir bayram arefesi idi sanırım yazdığı bir makalede, her bayram ailesinde anne baba arasında ve de bunlarla çocuklar arasında yaşanılan garip bir gerilimden bahseden bir makalesini okumuştum ve sistemin aşağıladığı iki farklı kültürdeki ailelerdeki (dindar ve ermeni) yaşananların yakıcı benzerliği beni şaşırtmıştı.Ondan bu yana sistem ile ilgili tespitlerini mühimsediğimi belirtmeliyim.Ne alakası var şimdi bunun sistemle CHP ile? derseniz, derimki her nerde bir arıza, anormal bir durum, bir dert, bir musıbet, melanet var ise mutlaka onda CHP'nin bir dahli bir katkısı vardır bundan hiç şüpheniz olmasın..
Gelelim yine sistemin sonuna..Herşeyin bir ömrünün olduğu; vakti saati geldiğinde son bulduğu alemde, varlığını milletin değerlerine düşman olarak ikame etmiş bir sistemin de payidar kalmasını bekleyemeyiz herhalde. Hakim zümre, millete yapılanları, bu millete yaptıklarını ve en önemlisi millete rağmen yaptıklarını çok iyi bildiğinden sürekli bir ihanet korkusu sürekli düşman korkusu(tabii ki iç düşman) sürekli hezeyanlarla ömrünü geçiregelmiştir. Bir eli yağda bir eli balda memleketin tüm semayesini elinde bulundurduğu halde bu korku onlarda hep devam etmiştir. "Hainler korkak olur" imiş. Siz bir cana, masum bir insana kıyarsanız zulüm ederseniz; bir gün mutlaka hesabının alınacağı korkusuyla yaşarsınız. 28 Şubatın rövanşını alınacak hezeyanını hatırlayın.. Milletin anasını belleyeceksiniz ondan sonra abad ettik diyeceksiniz.Aydınlık toplum inşaası olarak nitelendireceksiniz.Tüm bunları da millet için yaptık diyeceksiniz.Madem herşeyi millet için yaptınız miletten korkunuz niye? Sırtınızı dönüp uyuyun, haa uyuyamıyorsanız yediğiniz herzeleri iyi bildiğinizdendir. Millet için birşey yapılacaksa biz yaparız diyerek onu sürekli aşağılayacak, yüzde kırksekiz değil yüzde doksansekiz oy alsanız dahi birşey değişmez diyeceksiniz, bunun adı da demokrasi olacak, hukuk devleti olacak öyle mi? .. (Kanunu sen uygularken kutsal bana geçtiğinde tehlike çünkü herşey senle selamette ama seni anlamadılar.)
Siyasilerden bir tanesi çıkıp bu doksan sekizini de alsa farketmez diyen bu veledi muaazzamaya neden böyle dersin diye sormadan has.ktir lan p..... dese idi, yalnız yine söyliyeyim hiçbir şey sormadan girizgahı bu şekil yapsaydı nihayete daha önce ulaşılırdı olmadı. Hani insani refleksler vardır, kırılma noktaları vardır başınıza gelen birşeye o an bir karşılık vermeniz o an bir fiilde bulunmanız gerekir. Yaptınız yaptınız yapmadıysanız ne kadar çekeceğinizi Allah bilir. Netice itibariyle, M.Altan'ın dediği gibi " Bu milletin başının üzerinde seksenaltı yıldan bu yana sopa eksik edilmemiştir."
Artık sona, CHP'nin bittiği yere gelmiş bulunmaktayız.Yine denildiği üzere CHP'nin, sözün bitti, dediği yer, sözün tam da başladığı yerdir.CHP'nin gidişi bu memlekete rahmet olarak yetecektir.

Ayrıca Doktora ve de Hesapcıya teşekkür ediyorum.. Bir de Doktordan ağustosların sayısını tekrardan nazarı dikkate almalarını rica ediyorum.
Selamlar, hürmetler.


Saturday, October 17, 2009

Ekim 2009

Radyo programının paralelinde bir blog olması gerektiği son yazılarla iyice ortaya çıktı. Son yazı başlıklı olana eklenen son yazılar birer harika. Öncelikle onları bir okuyalım ve her ay için açacağım yazının altına yorumları girelim.
Mazhar
Hasan
Efe

Abi süper yorumlar yani daha ne diyeyim...

Doktor

Saturday, February 07, 2009

Son Yazı

Değerli Blog Sakinleri;

İnceden sebeplerden, iş yoğunluğumuzun yükünden tutunda ne kadar zamana dayalı mazaret varsa "hepisinden" ötürü, blogda bundan böyle yazamayacağım.Katılım sağlayan herkese, yazdıklarımızdan keyif alan her okura ve öncelikle imkanı sağlayan değerli dostumuz doktor'a teşekkür ediyorum.

Blogu yine sahibine devrediyorum.

Rastgele.

Efe...

Monday, February 02, 2009

Radyo Aygırları

Her köyün bir delisi, her radyonun da bir aygırı olur. Gem almaz atlar gibi kişneyen, yaban tabiatlı aygırlar… Hergelesi bile bunlarla baş edememiş de salmış sokağa…

Herkeste var; bizim programda neden olmasın. İşte geçen hafta arka arkaya arayan iki tane fosil tip, dinledikleri herhalde şişkinlik yapmış ki, arayıp boşalma isteği duymuşlar. Haliyle doktor’da sana bana mı program yapsın yoksa bunlarla mı uğraşsın. Dinledim adamla kadını. Her halde karı kocalar. Biri kapatıp biri arayan kabileden. Ses analizi yaparsak;

Adam, Türki lügate uzak bir tip. Ses tonu kırçıllı cigara tüketimi çok, nefesini erken bitiriyor büyük ihtimal gerdanı var. ve konuşmasını fiziksel olarak projeksiyon edersek, vücut kıl yükünün fazla olduğunu tahmin ediyorum, sanırım bu parmaklarının ilk kıvrımında bile kıl kümeleri olan biri gibi üslubu var. Şişmancana, altın dişli bir bir kahve adamı olduğu hissine kapılıyorum. Programın ertesi günü kahvede arkadaşlarına doktora nasıl konuştuğunu anlatıp, ortam Maradonalığı kovalayan bir kişi. Harici bir inanışı ve saplantıları olduğunu sanıyorum ki bu yüzden anadan doğma chp holiganı. Bilir bilmez ama konuşur bunlar bilirsiniz. Kılıçdariev notere benzeyemez, kime benzer dürümcüye mi? Bu gibi chpli adamlarda kendilerinden olanı kutsama saplantıları vardır. İlla ondan olanın, b..kunda boncuk vardır. Mutlaka!

Kadın tam cahil. Büyük ihtimal dogmacı,örümcek kafalı, statik beyinli chpli bir öğretmendir. Menapoz teyzelerden. Ne dedin diye iki Dakka sonra sorsanız cevap alamayacağınız şahıslardan. Yani triger’i kopuklardan, çark boşa dönüyor.

Ya en çok neye hasta oluyorum biliyor musunuz, hani doktorla hesapçıyı Ak parti il başkanıyla, başkan yardımcısı bizi de il teşkilatı delegeleri zannediyorlar ya ona ayarım. Hani telefon açıp muhalefet ediyorlar, bi araba laf sayıyorlar, bi halt yaptık diye seviniyorlar. Ya kardeşim biz kendi aramızda, hani biraz eğlenelim biraz kaygısızca sağa sola veriştirelim okeye dönelim çifte gidelim diye BOUTIQUE bir program yaptık, hükümetin sesi programı değil ki baba! Git onlara muhalefet et sıkıyosa. Gelme programa, dinleme. Uza! Naş!

Bir defa konsepti anlamayan radyoya elleşmesin.
Bir de içinizdeki radyo aygırını durdurun. Cello’luğa gerek yok. Hafif meşreb,mülayim ruh haliylen dinleyin birader. Programdan sonra boynuzlarını kime geçiriyorsan geçir.

Ondan sonra Efe bu adamlar için “Arbeit mach frei” diyo kızıyolar.

efe

Thursday, January 29, 2009

Hadi bakalım

Randall Bragg ( Eşkiya kovboy) : Sen kanunları uyguladığını söylüyorsun..
Virgil Cole (Şerif kovboy) : Evet,aynen öyle
Randall Bragg: Ama, kendi kanunlarını....
Virgil Cole: İkisi aynı şey.

Şu dolar muhabbetinden sıkıldım. Piyasa yatıyor kalkıyor dolar konuşuyor. Bir kısım aşağı diyor bir kısım yukarı diyor. Bazen aynı kişiler hem aşağı gösteriyor hem de yukarıyı.
Adın ekonomist’e çıktıysa ve bir de meşhursan tutarlı olmak zorundasın. Dolayısıyla sonuç her ne olursa olsun haklı çıkmak ve “ben böyle demiştim” diyebilmek için, hülasası “kıçını kurtarmak” için çift yönlü konuşuyorlar. Herkesin kafası haliyle karışık. Sırf bu jigsaw’lar yüzünden.

Türkiye “hükümetinin” dolar borcu yok gibi bişeydir. Dolayısıyla bu “absolute risk” yada perfect storm dedikeri piyasa sorununu ortadan kaldırır. Gerisi lakırdıdır. Amiga beşyüzlük’tür inanmayın.

Peki borcu olan kim? Ensesi kalınlar. Ya da kalınlaşmaya başlayanlar. Özel sektör dedikleri kısım. Kırk milyar gibi bir rakamın altında kalan ülkemizin mersedes ve be-em-ve’nin üst serilerine binen kısmı.

Bu ağabeyler borcu ödemeye kalkarsa batacaklarını biliyorlar. Peki, ne yapmak isterler?
Borcu devlete yıkma peşindeler. Hükümet bunu yemiyor. İşte ondan sonra hükümete ver ediyorlar ayarı. Yolsuzluk, gericilik, sahtekârlık falan… Şamandırasına gelinceye kadar hükümet susuyor, susacak… Ama sonra ne olacak?

IMF manifestosu kabul görür, kredi alınır… Bu malum olan kısmı… E peki hükümet bunu yedirecek mi?

Aslında fizik kanunu aynen ekonomide de geçerli, özellikle mikro ekonomide… Türkiye 75 milyon nüfusa sahip ve devamlı talep oluşan bir ülke. Talep diyorum dikkat edin. Çünkü arz kısmı bugünkü dünya ekonomisinde belirleyici değildir teknolojik gelişmeler kısmen istisna. Talep doğrultusunda gelişir her şey.

Şimdi düşünün, bir bankadan kredi çektiniz. Sonra ödeme güçlüğü çektiniz. Olasılıklar nedir?
- Bir yerden gidip bir kaynak bulursunuz..ödersiniz…
- Ödeyemeyeceğinizi belirtirsiniz, ya gelirler mala mülke el koyarlar, Ya da batmışsındır zaten Allah selamet versin diyip kredi bataklarına bir ilave koyarlar.

Şuan ilk olasılık cari olmuyor. Kimse malını elden çıkarmak istemiyor, çünkü şuan ucuz. İkinci olasılığı kimse düşünmüyor çünkü Tayyip sahip çıkar durumunda ahali, ama tehditkâr.
Başbakan’ın yerinde olsam bunların birine dahi sahip çıkmam, batıl olup gitsinler… Fizik kanunu boşluklarını bir başkasının üretimi doldurur. Zenginlikler el değiştirir. Şimdi dertlerinin ne olduğunu anladınız herhalde.

IMF neden bekle babam bekle yapıyor sanıyorsunuz. Obama’nın o kadar paraya ihtiyacı olduğu bir zamanda sağa sola kredi verme peşinde kim koşar ki? Dert bu üretim pastasını kapmak! Amerikalı yatırımcıyı bu tarafta bir yerlerde kar eder hale getirmek. Aslında "ikisi aynı şey" ...

*Hakikat sadedir, onu biz karmaşık hale getiririz.
Cingöz Recai filminden Ayhan Işık repliği…

efe

Wednesday, December 03, 2008

Hırsız Polis

Polis: Kimlik lütfen..
Şahıs: Afedersiniz memur bey, öncelikle ben kimliğinizi görebilirmiyim?
Polis: Elbette buyrun, hatta kimlik numaramdan 155'i arayıp teyit dahi edebilirsiniz...

Tabi hemen reflekte mercekleriniz şaştı değil mi? Yok kuzum örnek Türkiyeden değil tabiki.Yine Don Kişot hayallerim kabardı...

Avcılar'da bir pavyona iki üç dallama polis yeleği ile girer ve sonra bir kızı saçından elli metre sürükleyerek arabaya atarlar. Kimse gıkını çıkaramaz.
Bunun muhabbeti sürüyor günlerdir. Oradaki vatandaşlara " neden müdahale etmediniz, polis böyle yapar mı allasen!!!"gibisinden hariçten gazel okuyorlar.
Şimdi bir defa mekanın gazino-pavyon ortamı olduğunu bilmek lazım. Gazinonun ne olduğunu bilmiyor ayağına yatıp hukukta tutuklama ve alıkoyma şartlarından bahsedenler var.
Şimdi eskilere Emperyal zamanına dönelim. O vakitler İstanbul'un en hızlı ve muazzam mekanı. Herkes Emperyal'de. Mekanda hergünbir kilo kan akardı ve hiç kimse bunu açık etmezdi. Nedeni ise suçluluk psikolojisi. Bu tür mekanlara gelenler her daim suçludur. Ya hukuken ya da kendine doğru suçlu. Bir falso yaptıklarında dayak yiyeceklerini bilirler. Bu yüzden dayağa da razıdırlar. Çünkü kendilerini savunacak bir doğruları yoktur. Masada rakı yada elde kupa vale ile pek de konuşacak halleri yoktur. Hiç bir şey değilse bile evinin çoluk çocuğunun rızkını yediğini çok iyi biliyorlardır.İşte bu otomatik sistem frenler ister istemez onları. Racona başkaldıramazlar. Dayılığa yeltenmezler.Dolayısıyla bu tür mekanlarda kimse kimseye karışmaz. Hele polise hiç karışmaz. Çünkü o makanın adamlarının dışarıda üç beş çapulcaya sataşmaktan öte erkeklikleri yoktur.İçkili kafa, ağır abi muhabbet, çorap içinden cigara paketi. Kırbeşten omuz, ensekököne basık ayakkabı, öksürüklü burun çekme... Bunlar akşama kadar... Akşam mekanda kendi haline suçlu bir adamdır.
Şimdi birde olayın diğer komik tarafı var. "Polise neden müdahale etmediniz? Bizim polisimiz böyle mi yapar?"
Evet... O görüntüler yalandan vatandaşlar olmasa hakkaten polis olmaları işten bile değil. Çünkü bizde böyle. Bizde polis dövmeye kalkar,ana avrat küfür eder... Yeter ki denk getirsin. Polise soru soramazsın,sorgulama yapamazsın.
Şimdi paradoks gibi gözüken bir durum var. Bizim polisin yetkileri daraltıldı. Hırsıza,katile yakalasa da birşey yapamıyor falan filan deniyor...Hakikat başka baba...
Yıllardır bu ülkenin polisi dişini garibana, ya da arkası olmayana geçirdi. Suçlulara aynı "orantılı gücü" uygulamadı. Bu işkence falan mağdurlarına bakın!, gıkını çıkaramayan tipler. Hani eskiden nezarette iki tokat yedi de aklı başına geldi diye hikayeler hep halk arasındadır bilirsiniz.Böylelikle AB müktesabatı gereği ellerindeki kuvvet kuş kadar kaldı. eee alma mazlumun ahını polis kardeş.Şimdi gerçekten suçluyu bulsa dahi mühahalede sıkıntı yaşıyor.

Kendi etti kendi buldu. Bu memleket polisine asla sahip çıkmaz. Görürse tırsar ama "kim gitsin" denilse "polis" derler.Evi polise kiraya vermezler. Kolay kolay polise kız vermezler.
Neyse olay budur.

He orada saçından tutulan kız için ne demeli? Acıdım. Tabi hamama giren terler. Mekan pavyon ortamı. İllaki birileri musallat olacak abla.

efe

Mesothelioma Asbestos, Mesothelioma Cancer, Malignant Mesothelioma, Mesothelioma Attorney.
Mesothelioma