doktor&hesapci

TGRT-FM de Cuma günleri saat 20.00 civarlarında yayına giren programın paralelinde fikir alışverişi için yapılmış bir blog dur. Yorumlarınızı bırakmakta nazlanmayın.

Friday, January 08, 2010

Yine Hasan' dan Analiz.

Tarihi gerçekler üzerine ve de cumhuriyetin Mit Making hadisesi üzerine kafa oranlar dikkatle okumalılar... Bir kez daha çok teşekkürler Hasan...
Doktor
*******

Aslında önce Cennetmekan Abdülhamid Han, ile ilgili yazacaktım ama Mehmet Barlas'ın üçgündür yazdığı Vahideddin Han ile ilgili yazı dizisini okuyunca bir de yazacaklarım konu itibariyle; bilinenler ve bilinmeyenler ve bakış ile ile ilgili olduğundan silsilede değişiklik yapmam icabetti.

Memleketim insanında aldıkları eğitimden (malum zorunlu-merkezi tektipçi eğitim) kaynaklanan hadiseleri ve şahısları değerlendirme sorunu sorunsalı var. Bu hadise en faşistinde olduğu gibi en sosyalistinde de var, en laikinde olduğu gibi en dindar bilineninde de var. Çünkü hepsi aynı eğitim sisteminden geçmiş, hepsi aynı endoktrinasyona uğramış.

Tarihi bir hadiseyi veya tarihi bir şahsiyeti değerlendirirken ve objektif yaklaştığımızı zannederken de aslında hakim ideolojinin içselleştirdiğimiz hükümleri ile değerlendiriyor ve yaklaşıyoruz. Resmi tarihimizin ululadığı onayladığı şahsiyetler ile ilgili hüküm verirken; (iç dünyamızda tüm inceliğe ve yüksek ahlaka sahip olduğunu içselleştirdiğimizden) çok hassas olduğumuz halde onaylamadığı, aşağıladığı şahsiyetlere sıra gelince (yine iç dünyamızda kişiliksiz kimliksiz hatta hain olarak içseleştirdiğimizden) ademin yapacağı ve de düşeceği her tür zilleti çok pervasızca isnad edebiliyoruz ve bunu normal doğru gibi sunuyoruz. Ve bu yaptıklarımızın muhasebesini yapmadığımızdan, toplumda da bu kabul gördüğünden böyle devam edip gidiyoruz ..

Şimdi Barlas'ın yazdıklarına bakalım :
"Osmanlının son padişahı Vahideddin veliahtken güvendiği Mustafa Kemal'in atama önerisini reddetti. Tahta oturunca onun eleştirdiği Enver Paşa'yı başkumandan vekili yaptı.Kurşuna dizmek için getirilen adama"son olarak söyleyeceğin bir şey var mı" diye sorulunca; O da "Bu bana ders olsun" demiş ya... Olaylar zinciri ya da "Kader" denilen olgu, bazen insanların önüne karar alternatifleri sürer. Öyle bir andır ki bu yanlış karar, insanı geri dönülmesi mümkün olmayan noktalara ve onarılmaları imkânsız zararlara sürükler. Artık "Ne yaptım ben" demekten başka yapacak şey kalmamıştır. Bazıları içine düştükleri durum karşısında iş işten geçmiş olsa da "Bu bana ders olsun" diyerek özeleştiri yapmayı denerler. Bazıları ise bunu da yapamaz ve kendileri ile birlikte bilinmez bir geleceğe taşıdıkları insanları da, daha yanlış kararlarla daha da sorunlu günlere götürürler. Artık yapılabilecek çok şey kalmamıştır. Bin nasihatten daha evla olan bir musibetle yaşamak zamanıdır artık. Bizim yakın siyasal tarihimiz böyle durumlarla dolu."

Diye başladığı ve özü itibariyle tercihleri hep yanlış, hep birilerinin güdümünde ve nihayetinde de ve her defasında "Bu bana ders olsun" diyemeyen bir Padişah portresi..
Bir hadiseyi bir şahsiyeti değerlendirirken neyi merkez neyi miyar aldığınız çok önemli. Silsile de bunları takip ediyor. Temel yanlış ise binayı da bunun üzerine inşa ediyorsunuz.

Barlas'ın yaptığı da başka birşey değil. Sen ne kadar çok bilirsen bil ne kadar donanımlı olursan ol hatta ne kadar objektife yakın olursan ol (ki barlas az çok öyle biri) tuttuğunuz miyar yanlış ise yanlışlar silsilesini devam ettiriyorsunuz.

Nedir onlar şimdi onlara bakalım: Padişahın veliahtken M.Kemal'e güvendiğini nerden anlıyoruz? Bir Almanya ziyareti bunu anlamamıza yetiyor mu? İnsani ilişkiler denge siyaseti denen bir şey yok mu ? (Hele hele herşeyin tozduman olduğu o dönem de) Ya da dengelerin değişmesi? Hepsini geçtik, Padişah olunca Musatafa Kemalin atama önerisini kabul etme gibi ya da onun hoşlanmadığı birisi olan Enver Paşayı seçmeme gibi bir mecburiyeti mi var? Anlaşılır gibi değil. Hani neticesinde "Ben ne yaptım" ya da "Bu bana ders olsun" denilecek bir durum olsa ne ise, yok ama ortalık da ara ki insan bulabilesin. Eldeki malzeme ortada sağa dön ihanet sola dön ihanet..

Ve daha sonra Vahideddin Han'ın Enver Paşayı harbiye reisi yapması M.Kemal'i yapmaması Enver paşanın güdümüne mi girdiğini gösterir? Bu nasıl mantıktır? Bu mantıkla M.Kemali yapsa onun güdümüne de girmiş olmayacak mıydı?

Sonra Barlas, Prof. Metin Hülagü'den alıntı ile devam ediyor..
"Sultan Vahdettin Milliyetçi hareketin 1922 yılında Yunanlılara karşı Anadolu'da elde etmiş olduğu başarıyı Milliyetçi liderlerle kendisi arasındaki mevcut anlaşmazlıklar dolayısıyla kutlamaktan kaçınmışsa da, Anadolu'da kazanılan zaferleri kutlamak yahut şehit olanların ruhlarına dua ve niyazda bulunmak üzere İstanbul camilerinde tertip edilen törenlere katılmaktan da geri kalmamıştır. Bu anlamda Anadolu'da şehit düşenler hatırasına olmak üzere 15 Eylül 1922'de Süleymaniye Camisi'nde ve Ayasofya Camisi bahçesinde düzenlenen törenlere iştirak etmiş, tebasıyla birlikte saf tutmuş, şehitlerin ruhu için duada bulunmuştur. Zafer karşısında suskun kalan ve 15 Eylül'de şehitler için okunan dualara katılan son padişah bundan iki ay sonra bir İngiliz gemisiyle İstanbul'u terk etmişti."diyor tarihçimiz!

Ezber bir yalan olduğu için ilkönce sondan başlayalım. Sultan Vahideddin Han asla ve kata, İngiliz gemisiyle kaçmamıştır.İngiliz gemisiyle cebri kaçırılmıştır. Sultan, gemiye anlaşalım yalanı ile getrilmiş, kendisine gemide söylenmiştir İstanbul'dan sürgün edileceği. Sultan da üzerinde bulunan devlete ait eşyaları (ki kendisine yedi kuşak yetecek paha da) teslim etmeden ancak ölü olarak götürebileceklerini söyler ve bunları makbuz karşılığı teslim eder.(vatanseverlere duyurulur.)

Yani çocuklara masallar kabilinden yalanlar zırvalar..Bu tarihçi aynı zamanda; İngiliz Belgelerinden M.Kemal'i, Vahideddin Han'ın Anadoluda Milli direniş hareketini başlatmak üzere kırkbin altın ve yetkilerle gönderdiğini yazan ve dolayısıyla bunu bilen birisi. Gel görelim değişen birşey yok, sorgulama yok. Asgari akıl sahibi biri şunu sorar Madem M.Kemali, Sultan gönderdi o zaman Anadolu da kazanılan her zafere sevinir.Bu yunan zaferini (bir de varsa tabii)milliyetçiler kazandı buna sevinmeyeyim böyle bir şey yok.Çünkü Sultan bütün ümidini oraya bağlamış ve bu iş için de kendini feda etmiştir.

Hakikat şu ki; Sultan Vahideddin tahta geçtiğinde ülke ateş içinde değil ateş olmuş yanmış bitmiş yangın yeri kalmıştı. İttihat ve Terakki 1908'de Cennetmekanı tahttan indirip yönetimi aldıktan sonra memleketi savaştan savaşa sokup düşmana teslim ettikten sonra yönetimi Padişahın kucağına bırakmıştır. Sanılanın aksine Vahiddeddin Han savaş filan kaybetmiş değildir, yenilmiş bir devletin başına geçirilmiştir. Ve şeklen padişahdır gücü elinde bulunduran İ.Terakkidir. (şunu getirdi şunu götürdü derken de insaflı olmak gerek) Ordusu yoktur, gücü yoktur, buna rağmen çare arar. Vahideddin Han çaresizdir, içi yanar. Nitekim yakınlarına “ben milletin közü üzerine oturmuşum, kuş tüyünden minderlere gömüldüğümü sanıyorlar.”der.

Kurtuluşun Anadolu’dan başlatılacak bir hareketle muvaffak olacağına inanan Padişah bu hareketin muhalif olduğuna düşmanların inanması için de uygun bir tip arar, önüne getirilen bir çok kişiye hayır olmaz der. Ta ki, M.Kemal'i huzura getirdiklerinde "tamam bu olur" der. Ve padişah: M. Kemal Paşayı fevkalade yetkilerle donatır ve Samsun’a yollar. Hazine-i hassadan verilenlerden başka, kendi şahsi parasından 30 bin altın lira katar yanına. Gidişini kolaylaştırmak için “Ordu müfettişi” gibi bir kimlik ayarlar.Ve gerektiğinde Padişahı tanımadığını söylemesini bizzat Padişahın kendisi söyler M.Kemale.. Anadolu’ya gizli gizli silah ve adam geçirir.

Anadoluda direniş başlayınca işgalciler gelir “dağıt şunları” diye çıkışırlar. "Bu benim kontrolüm dışındaki bir halk hareketi, karışamam!"der.
Neticesinde, Vahideddin Han "Ben bir paratonerim, Devlet ve milletin üzerine düşen yıldırımları üzerime çektim, çok kavruldum çok yandım ama kurtulduk sonunda..."demiştir.

11 Comments:

At 6:50 AM, Anonymous Mazhar said...

Bu yazıdan sonra iyice anlaşıldı ki Hasan yazınca yazıyor. Keyifle okudum. Düşüncenin güzelliği ve zeka derinliği bir yana akıcı ve özenli bir yazı. Gönülden geldiği belli. Peki şimdiye kadar niye yazmıyor du ? Bilemem,ne demişler terazi var, tartı var, her şeyin bir vakti var; vakti gelmemiş herhal. Korksun artık, çoban kulübesinde padişah rüyası görenler. Bundan sonra Hasan var.


Selamlar Mazhar

 
At 7:09 AM, Anonymous Anonymous said...

GOOGLE, GOOGLE, GOOGLE...
Tarihi bir olaya tanıklık ediyoruz. Bir internet kurumu bir devletle restleşiyor. Ve öyle görünüyor ki siber saldırıların önemi giderek artacak. Bazıları Çin'i kapitalist kültüre karşı çıktığı gerekçesiyle desteklese de bir taraftan aslında Çin övündüğü seddi ile bir şeyleri kaybetmiş gibi geliyor bana. Ama onlar böyle düşünmüyor olsa gerek. Bir de sanal Çin Seddi yapmaktan geri durmamışlar. Uygunsuz siteleri ihbar edenlere para ödülü vermek gibi garip bir hataya bile düşmüşler. Var mı böyle bir şey!
(yeni gelişmeleri heyecanla bekliyorum, olay fazlaca ilgimi çekti)
canan oz.

 
At 4:40 AM, Anonymous hasan said...

Milletle mücadelemiz
Büyük bir kararlılıkla
Taviz vermeksizin;
Devam edecektir!

GÖZBEBEĞİNİZ…!


Artık her şey gün gibi ortada hiçbir şeyin saklanacağı kalmadı.Aslında önceleri de ortada idi ama tüm memleket tek elden kontrol sevk ve idare edildiğinden saklama ihtiyacı bile duyulmuyordu, en tabii hakları gibi olduğundan hesap verme gibi durumları söz konusu bile değildi.Hatırlayın internete düşen bir ses kaydında şevketlu paşalarımızdan herhangi biri, bir vali yada bld.bşk.nının nasıl hizaya getirileceğini anlatıyordu. Höddd! Kiştt, alırım ayağımın altına tamam..(R.İvedik tarzı)

Ciddi ciddi askerin artık silahlı çete mi yoksa halkın ordusu mu olduğuna karar vermesi gerekiyor. Öyle çıkan her kayıtlı belgeli darbe teşebbüsü haberlerinden sonra asker yıpratılmak isteniyor, pasifsize edilmek isteniyor, sindirilmek isteniyor mavallarından da vazgeçilmeli, ve buna darbe iddialarına adı karışan tüm muvazzaf personelini kendi eliyle açığa alıp adalete teslim ederek yapmalıdır.

Yok efendim akıl işimiymiş? Vicdan işimiymiş? Ordu din düşmanımıymış? geçin bunları. Sanki bundan evvel yaptıklarınız akıllara vicdanlara çok mutabıktı! Cemaziyel-evveliniz yüreklerimize su serpiyor.Daha düne kadar; kendi tabirinizle irtica bir daha hortlamayıncaya (haşa sümmü haşa) kadar mücadeleye devam diyerek halka gözdağı veren kimdi? Kastettiğiniz radikal dindarlar mıydı yoksa? (Vatandaş sizin belirlediğiniz ölçülerde Müslümanlıktaki derecesini belirlemeliydi değil mi?) Peki gece yarısı verdiğiniz –e muhtıra hangi aklın hangi vicdanın işi idi? Sanırım hala da sitenizde duruyor suç olduğu halde (Sayın Gül El-kaide bağlantılı mıydı? Hani arada bir at yalanı cinsinden söylediğiniz gibi sizin mütedeyyin Müslümanlarla işiniz olmaz değil mi? Gül standartlara uymuyordu değil mi?)

Başbakanın evinin krokileri bulunur görev icabı olur, belgenin orijinali bulunur imza ıslak mı kuru mu tartışması başlar, darbe teşebbüsü belgeleri bulunur tatbikat semineri denir, diyecekler fakat tüm bunlara da artık (Doktorun Derkenarda ki yazısında ki deyimin bu defa çoğuluyla) karşılık vererek icraata başlamak gerekiyor.
Nedir bu icraatlar? Aslında yapılması gerekenler çok basit askeri karşına al (hadi düzelteyim asker içindeki cuntacıları) ve yapılacakları birlikte değerlendir ve cuntacı cenahın en fazla zıpladığı konulara öncelik vererek işe başla. Hemen profesyonel orduya geçmek ve Orduyu her şeyiyle hesap veren denetlenebilen (hikayeden değil) bir yapıya kavuşturmak. Denetleme demişken; Bu tipler için ben lügatte sıfat bulamıyorum: “Nereye aktarıldığı bilinmeyen örtülü ödeneğin yarısını, Eruygur’un; pkk’ya verdiğine Allaha inandığım gibi inanıyorum.” Bekleyip göreceğiz inşallah.Söz konusu vatan ise gerisi halk, pkk ne fark eder?

Selamlar.

 
At 2:10 AM, Anonymous hasan said...

Kadir Mısıroğlu'nun deyimiyle "Bu ülkede iki şahıs hakkında gerçekleri söylemek tasavvurun fevkinde güçtür.Bunlar Cennet mekan Abdülhamid Han ve M.kemal'dir.Her ikisi hakkında yazılmış olanların ekseriyeti yalandır. Bu yalanlar birincisinin aleyhinde; ikincisinin ise lehinde vaki olmuştur."
Öyle bir kin öyle bir düşmanlık ki; Cumhuriyetten önce iyi olan güzel olan hiç ama hiç birşey yok; güzel olan herşey M.Kemal'le başlamış. Demokrasi adına denilen insanlık adına yapıldığı söylenilen herşey de demokratik olarak değil vatandaşa zorla yaptırılmıştır. Şimdi şunun izahını kim yapabilir sorarım size : Şapka kanunu çıkartacaksın takmayanın kafasına zift dökeceksin, böyle bir şey yok. İzahın yapacak olan da ya aynen böyle birşey yok diyecek ya da gizleyemeyeği derece açık ise (bunun gibi) o zamanın şartları zorunluluk gibi ya da laik birey ortaya çıkarma gibi ulvi gaye yanında teferruat diyecektir.

Sistem tarafından devri müstebit olarak nitelendirilen Cennet Mekan Sultan Abdülhamid Hanın, bilakis kendisine binbir türlü tertipler düzenleyen ittihatçılara karşı tutumu; merhametten başka birşey değildi. Sultanın, ulvi merhamet ve hudutsuz müsamahası sonucunda çıkan ayaklanmayı bastırmak için yalvaran, Mabeyn müşirine verdiği cevap manidardır :
-Ben Allah'ın büyük yapısı insanoğluna kıyamam. Onun bazen bütün insanlığa kıyıcı bir alçaklığa düştüğünü görürüm de yine kıyamam..
Hayata kıymaya nefsimde kudret bulamadım. Ne yapayım böyle yaratmış beni Allah..
Akrebi gömleğin dışına çıkarmak için siyaset oyunlarına başvurmaktan gayri birşey gelmiyor elimden.
-Efendim akrep dışarıda beslenir, yumurtalar, ürer, sürüleşir ve birden gömleğe saldırır.
Eğer siyasetimiz muvaffak olmaz merhametimiz yüzünden bu vatan çökerse ilerde onu kurtaracak gözü kara nesillere öldürücü öldürücü şiddetleri içinde hiç olmazsa bizden küçük bir pay kalsın..
O şeyi sorabilir miyim Efendim?
O küçük şey Merhamet.
Diyerek kendinden sonra gelecek olanları dahi düşünmüştür.
Yine bu konuya devam edeceğim.

Selamlar, hürmetler.

 
At 2:41 AM, Anonymous hasan said...

Sultanın Mabeyin Müşiri (çapulcuların ayaklanmasını bastırmak isteyen Sultana sadık kalmış nadir kişilerden birisi) ile Konuşması:
-Söyleyin bakalım karar ve hareketiniz ne olabilir?
-Hassa birliklerinin çoğu hareketsiz bütün civar birlikler ne olup bittiğinden habersiz.Ordu asi askerler de dahil olmak üzere Padişaha sadık, hemen onların başına geçip örfi idareye gitmek,meclisi ve komiteyi kökünden kazımak lazım .
-Hayır Paşa! Bu harekat muvaffak olursa asi asker cezasını benden görecek; muvaffak olamaz da ezilirse isyanın mesulü ittihatçılarca ben olacağım ve ben ezileceğim.
- O halde Sultanım mutlaka başa geçip dizginleri ele almak ve fırsattan faydalanmak icap etmez mi?
-Asla!
-Siz bu hareketin muvaffakiyetle son bulacağına inanıyor musunuz?
-Bunun; Abdülhamidi eli kolu bağlı meşruti hükümdarlıkdan, ayağı zincirli mahpus hükümdarlığa döndürmek için bir komite tertibi olduğunu düşünemiyor musunuz?
-İyi ya Şevketli Sultanım, kendilerini kurdukları tuzak içinde boğalım.
-Olabilir düşünülebilir.
-Bunun içinde benim ayağımı kan dökme sınırından içeriye atmam gerekir. İş oraya geldi mi Paşa ben yokum..
-Şevket meab! komitecilere fırsat vermemek için; kan dökülmesine ne olur razı olunuz!..
-Olamam. O benim iradem dışında. İlahi iradeye teslimim ben, tek teşebbüs hareketi göstermeden, Allah'ın kulları ve bu kulu hakkında çizdiği kader levhasını seyredeceğim..
-Kader hareketsizlik midir Efendim?
-Hiçde değil. Kader elden geleni yaptıktan sonra yine herşeyi Allah'tan beklemektir.Fakat öyle ruh anları olur ki; Allah teşebbüsüde kulundan selbeder, başucunuzda sürahi ile su dururken susuzluktan ölebilirsiniz.
Muhtemeldir ki tüm bu ayaklanmalara karşı Sultan ayağını kan dökme sınırından içeri atsa dahi Mukadderat bir şey değişmeyecekti belki. Çünkü Sultana bağlı olan bir tane insan kalmamış ortada. Özellikle Sultanın, devletin yetişmiş eleman ihtiyacını temin için Avrupaya gönderdiği her fert istisnasız ihanet üzere dönmüştür.Buna zamanın sözde ulemalarını da katarsanız tablonun vehameti az çok anlaşılır. Sultan büyük bir feraset ve merhamet göstererek hareketsiz kalmış müslüman kanı dökülmesine mani olmuştur.

 
At 3:43 AM, Anonymous hasan said...

Osman Can ile Hokkabaz Sabihi gecikmeli de olsa internetten izledim. Bir defa Osman CAN'ı süper bulduğumu ifade etmeliyim. Her şeyi teklemeden, Sabihin hokkabazlık yapmasına fırsat vermeden net bir şekilde ortaya koymuş. Neyi ortaya koymuş; Çok partili hayata (bir de açık oy gizli sayımdan gizli oy açık sayıma) geçişle bir daha bu milletden iktidar alamayacaklarını anlayan CHP zihniyetinin yaptığı darbe ve sonrasında kurdukları milletin iktidar olsada; muktedir olamayacağı düzenin nasıl yaptıklarını net bir şekilde ortaya koymuş. Sabih de yığılıp kalmış. Yan oturuş pozisyonunda sürekli su içerken, Eski Türk filmlerinde viski,şarap içen düşürdüğü kurbanlarının bardağına da ilaç koyup sonrasında iğfal eden karakter oyuncuları aklıma geldi. Ne derece zor durumda kaldığı proğram biterken rahatlayıp espri yapabilmesinden belliydi. Ayrıca birşey daha dikkatimi çekti; bu haber video siteleri meşreblerine göre bazı bölümleri çıkarmışlar.Habertürk çekim ekibinin de yaptıkları i...liğe hiç girmeyeceğim; F.Altaylı i...sindendir herhal..( Ayrıca F.altaylının konuyla hiç alakası olmayabilir ama bu benim f.altaylı hakkındaki kanaatimi hiç değiştirmez. Sayın BİLİM adamımız hukuk fenomenimiz diyor ya bana kimse şuna inandıramaz diye( sanki kendi inanmadığı zaman hakikat değişiyor). Bizde de bu kadarcık olsun f.altaylının i... olmadığına kimse beni inandıramaz.
Genel olarak da Sabih gibilerin memleketteki vaziyetini; zamanında, iri korkunç (sahiplerinin bir sürüye bedel dedikleri) köpekler olur köylerde ama yaşlanınca bir hükümleri kalmaz, tıpkı bu köpeklerin o yaşlı hallerine benzetiyorum.
İstedim ki bu tartışmada Osman Can'ın, bu zihniyetin yaptığı tertipleri tüm çıplaklığıyla ortaya koyduğu bölümler ve de bize sürekli özgürlükler anayasası, bağımsız yargı şeklinde pompalanan şeylerin içyüzüne ait gerçekler araya gitmesin. Oturup bir muhabir gibi aynen kelimesi kelimesine aşağıya aldım.

Osman CAN:
-Şimdi öncelikle bir ana iskeleti ortaya koymak lazım:
-Türkiye hukuk devleti midir?
-Çağdaş bir demokrasi midir?
-Yargı bağımsızlığı bu eksende nereye oturmalı?
-Türkiye çağdaş bir demokrasi değil.
Temel ilkeleri askerci ve militarist bir zihniyetin belirlediği darbelerin topluma dayattığı; böyle davranacaksın! şöyle davranacaksın! Temel ilkeler şöyle, şunun dışına çıkamazsın şeklinde zorunlu kuralların getirip koyduğu bir sistem çağdaş değildir, arkaiktir, gerici bir sistemdir.
-27 Mayısda Türk tarihinde çıkmış bu süreç; Türk Milleti tarihinin karanlık sayfasıdır, kara bir lekedir.
-Kara lekeler 1950 öncesinde de vardır, 1960'la çok ciddi bir yükseliş göstermiştir. Yani 1950'den önce yapılan elit hukuksuzluktur tartışmasız. 27 Mayısla ona rahmet okutucu şeyler olmuştur.
-27 Mayısın ardından darbeciler tarafından; danıştay üyelerinin yarısı yargıtay üyelerinin altıda biri emekliye sevkedilmiştir başkan ve daire başkanları da dahil olmak üzere. Üniversiteden 147 kişi atıldı, ordu içindeki tasfiyeyi sanırım söylememe gerek bile yok. Yargının içinde ciddi bir tasfiye gerçekleşti.

1960'dan sonra steril bir yargı, darbecilerin kendi ideolojilerine uygun steril bir yargı, homojen bir yargı ve o ideoloji doğrultusunda hareket etmesini bekledikleri bir yargı gerçekleştirildikten sonra üzerine YARGI BAĞIMSIZLIĞI KU-RUL-DU. (yargı bağımsızlığı yargı bağımsızlığı diye bağıranların derdini anlayalım)

-1961 Anayasasının özgürlükçü falan olduğuna yönelik bir ifade varki hakikaten komedi artık..

-27 Mayısla demokrasi bitmiştir. 1961 anayasası işleyemez bir parlamento, işleyemez bir yürütme organı meydana getirmiştir. Siz anayasalara birsürü madde yazabilirsiniz. 63 tane temel hak yasası vardır; 1961 anayasasında, aman ne özgürlükçülük aman! gözleriniz yaşarıyor! Ama bir bakıyorsunuz o yasaları yaşama geçirecek hiçbir mekanizma yok. İşleyemez bir sistem özgürlükleri yaşama geçiremez. Zaten o özgürlüklerin oraya konması belli bir ideolojik toplumsal yapı üretimi amaçlı ortaya konan bir şeydir.

 
At 5:03 AM, Anonymous Mazhar said...

KİN VE DİN
Kini, dinini aşmış bir adam. Sorsan dindarlığı kimseye bırakmaz en alasından müslüman kesilir. Fakat dinin kesin hükümlerle belirttiği çerçeveyi darmadağın edecek pervasızlıkları yapmaktan da geri durmaz. “Peygamber kabul edilen bir başbakanın eşini Gata’ya nasıl almazsınız… sizi gidi beyaz yakalılar…” Bu cümle kaç türlü sakatlığın,çarpıtmanın,terbiyesizliğin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Her şeyden önce Ak parti seçmeni olmuş toplumun yarısını oluşturan kitleye bir iftiradır bu ifadeler. Bunların hepsi son peygamberin kim olduğunu ve ondan sonra peygamber gelmeyeceğini fevkalade bilir. Başbakana yönelik kimsenin böyle bir itikadı yoktur. Dalkavuk bir partilinin yalakalık için söylediği sözü, çarpıtarak (bu ifadeyi pahalı bir cep telefonuna kaydedip meclis kürsüsünde sallaya sallaya) Ak partililerin başbakana itikadları böyleymiş gibi göstermeye çalışan, kalbinin çirkinliği suratına aksetmiş bu adam Ak partililerin başkanlarına peygamber nazarıyla baktığını ima etmiyor, söylüyor. O kadar müslümana affedilemez bir suç isnad ederek kendi durumunu tereddüte mahal bırakmayacak şekilde belirginleştiriyor.
İkincisi; sıradan bir Müslüman bile peygamberimiz mevzu bahis olduğu zaman çok dikkatli davranır ve konuşur. İslamiyet’te temel itikat konularından biri olan peygamberlik hakkında her şey açık ve nettir ve sıradan insanlar tarafından bilinen konulardır.Bunları bilmek için İlla imam hatip yada ilahiyat okumağa gerek yoktur. Çocukken mahalle mescidine gitmişse, ya da ilkokulda din dersi okumuşsa, velhasıl bu ülkede yaşıyorsa bu konuları bilir. (inanıp inanmamak ayrıdır.) Peki insan bildiği bu konularda neden bildiğine muhalif konuşur. Üç sebepten birincisi farklı bir inanışı vardır, mesela hıristiyandır, islamiyeti inkar ve reddeder. İkincisi önder Sav gibidir, bilir ama düşmandır düşmanlığından ötürü konuşur. Üçüncüsü kişinin kini dinini aşmıştır onun için ne dediğini bilmez.
Üçüncüsü; Başbakanın eşinin Gata’ya alınmaması herhangi bir makul sebepten değil, düpedüz zalimlik ve despotluktan ve inanç düşmanlığından kaynaklanmaktadır. Böyle bir durumda vicdanı olan insan, hasta ziyareti gibi oldukça insani bir davranışın böylesi serseri bir tavırla engellenmesini destekleyemez. Ki burada sözkonusu olan ülkenin başbakanı ve onun eşidir. Bütün bu iğrençliğe rağmen başbakan ulvi bir tavırla bu durumu sinesine çekmiş, memleketin ali menfaati için susmuştur. Burada kınanacak tek tavır Gata’nın iğrenç, aşağılık, militanca tutumudur. Osman, aklı sıra başbakanın sonuna kadar haklı olduğu, ve bir devlet adamının sergileyebileceği en asil duruşu sergilemesini sabote etmek, sulandırmak ve gözden kaçırmak maksadıyla, çok iğrenç bir yola sapmış. Bu talihsiz ifadeleri kullanmıştır. Çünkü kin duymaktadır ve kininin dinini örttüğü gibi aklını örttüğü de anlaşılmaktadır.

 
At 5:08 AM, Anonymous Mazhar said...

( yazının devamı)

Dördüncüsü : Gata’da ki mesele beyaz yakalıların meselesi değil haki yakalıların meselesidir. Sözkonusu hastane, Özel bir hastane olmadığı gibi, sağlık bakanlığı tarafından yönetilen bir hastane de değildir. Adının açılımı Gülhane Askeri Tıp Akademisi’dir. Bu sene 112. Yaşını kutlamaktadır. (Cumhuriyetten yaşlı bir Cumhuriyet kurumu daha) başhekim tarafından değil komutan tarafından yönetilir. Hal böyleyken Başbakanın eşine bu aşağılık muameleyi reva görenler beyaz yakalılar değil haki yakalılardır. Dolayısı ile Osman’ın dediği gibi başbakanın beyaz yakalılarla bir hesaplaşma içine girmesini gerektirecek bir durum yoktur. Sağlık bakanlığının doktorların çalışma saatleri ve özel muayenehaneleri ile ilgili yaptığı düzenlemeler bu konuyla nasıl ilşkilendirilebilir. Osman, bunları bilmiyor değil, biliyor ama aynı zamanda ne denli patavatsız olduğunu da biliyor.(patavatsızlık örneklerini ekşi sözlükten okuyabilirsiniz.) Bu sebeple askeri kurumlar dan bahsederken bile askeri kurum değilmiş gibi bahsederek, yandan dolanmağı tercih ediyor, büyüklerini üzmek istemiyor.
Bütün bunların üzerine Mhp yönetiminin bu densizliğe arka çıkması ve daha büyük hezeyanlarla desteklemeye çalışması iğrençliğin katmerlisi olmuştur. Bahçeli sokaktaki ülkücüleri Kemalist yapmağa uğraşırken mecliste ki Kemalistleri de ihmal etmemeli. Onlara, insan hakları, demokrasi , inançlar , adap, usul konusunda bir şeyler öğretmelidir. Devlete karşı saygısından şüphe duymağımız Devlet; biraz da insanlara insan haklarına, milletine, milletin başbakanına saygı duymalıdır. (Ceketini iliklemekden geçtik, bari hakaret etmese!)
Mazhar

 
At 11:44 PM, Anonymous hasan said...

Ahmet Sağırlının; cumartesi günkü makalesinde okuyunca hatırlamaya sebep oldu.Yakıcı hatıralarımızdan Hasan Mezarcı'nın delirtilme hadisesi...

Malumunuz hadise Hasan Mezarcı'nın sistemin kutsalını; kutsal olarak kabul etmediğini ifade etmesi ile başlayan; işkence ile delirtilmesinde nihayet bulan, sade annelerin değil insanlıktan nasibi olan her insan evladının duyduğunda ağlayacağı, asla kabul etmeyeceği bir süreç... Hadisenin acılığını ifade etmek o da ayrı bir acı...Hadisenin failleri bir kişi üç kişi beş kişi değil; bu bir zihniyet, malumunuz halk parti zihniyeti...

Makaleyi okuyunca o dönemi ve Hasan Mezarcı'nın delirtildikten sonraki tv'lerdeki saten cüppeli, asalı; şaka gibi olamaz diyeceğiniz acı görüntüleri aklıma geldi!

Ve yine okulda öğretmenler odasındaki kadınlı erkekli halk partili kızılbaş aydınlanmacı güruhun bu görüntüleri izlerken ağızları dolusunca gülerek;
-Soyadından yola çıkarak tiye alanları...
-Yobazlık kesmedi mi diyenleri...
- Kardeşim sana kim bu kadar ileri git dedi? diyenleri...
- İlla peygamber olman mı gerekiyor du(haşa)? diyen; bir sürü "vicdansızlıktır bu"denilecek zırvalarını da hatırladım...!

Ve bir kez daha "Eğer güçleri yetse bu malum halk parti zihniyeti bu masum halka kendi gibi olmadığı için daha neler neler yapar neler?" diyorum.

"Halk parti zihniyeti" derken sadece mücessem; karşımızda tabelası ile söyledikleri ile zatı ile duranlar anlaşılmasın. Buna yaptıkları icraatlar ile her daim bu zihniyete hizmet etmiş; Demireli, halka verdiği zarar ingiliz kafirinden ziyade olmuş Erbakanı, ve son umutları: devlet terbiyesi almış; edeb, tazim numunesi, abilerinin yüreklerine su serpen; yazılı açıklamaları ile ihanet projesi aktörlerine her daim korku veren zatı şehanelerini de dahil etmeyi unutmayalım.

selamlar, hasan.

 
At 4:56 AM, Anonymous hasan said...

Taraf'ta, o kadar ağır siyaset ve güncel yazan elemanların yanında yine aynı konuları yazan fakat farklı olarak tüm bunları gevşetici rahatlatıcı bir üslupla yazan(ben çok gülüyorum)Demiray Oral, "Hayat Katarı" adlı makalesinde Osman Sağırlı ile Cemil Yıldız'ın açılım röportajına değinmiş ve Türkiye gazetesinin röportajın başlığını yarı türkçe yarı kürtçe yayınlamasını bakın nasıl değerlendirmiş? Makalenin o bölümünü aşağıya aldım:

" Ve ikinci ölsem gam yemem gayrı vakası...Türkiye gazetesinin cuma günkü sürmanşetini görünce önce gayrı ihtiyari hayırdır inşallah dedim.Dana kadar puntolarla“Açılım Çiye?” (Açılım Ne ki) yazıyordu. Muhabirlerini bölgeye gönderip bir araştırma yaptırmış gazete. Diyorum ki, Türkiye gazetesinin yarı Türkçe yarı Kürtçe manşeti bir açılım ölçerdir. Ve açılım ölçerin gösterdiği de memleketin Kürt sorununda yolu yarıladığıdır."

Burada açılımın durumundan ziyade Türkiye Gazetesinin durumu ile yayın politikası ile ilgili bir kaç söz söylemek istiyorum.Öncelikle kusurumuza bakılmasın.Yazarın da hariçten gördüğü üzere gazetenin hala sistemin kırmızı çizgilerine bağlı; resmi yayın organı gibi, olağanüstü hal dönemi devam ediyor gibi yayın politikasına devam etmesine(ki bunu yeni dahil edilen yazarlardan da görüyoruz.)bir analam veremiyorum.Mevcut olanlar yetmez gibi şu saaten sonra aynı türden; Y.B.Bakiler ne diye alınır ne diye yazı yazdırılır; aleviliği mi öğreneceğiz şamanizmi mi öğreneceğiz yamtarı mı öğreneceğiz? (yoksa önümüzdeki seçimde hala Bahçeli gibi Bahçelinin mi iktidar olacağı zannediliyor?) Sonra hala neden Öztuna başyazarlık yapar? Y.Altuğ yazı yazar? Gönderilirse vefasızlık mı olur? Hani ikili münasebetlerde anlaşılır; babayiğitsindir başlamışın devam edersin çekersin sonuna kadar senin bileceğin iştir ama genele hitab ederken değişimi dönüşümü takip etmek gerekmez mi? Hangi mevsimdeyiz mevsim neyi kaldırır? Neyi kaldırmaz? Bunlara göre hareket etmek gerekmez mi? Anlamış değilim..

Gazete devletlularının artık memlekette ki gidişata akışa göre pozisyon belirlemeleri gerekiyor. Benim teklifim başyazarlığa Ahmet SAĞIRLI'nın getirilmesi Hesapcı ve Doktorun serbest yazması. Şimdikinden daha kötü olmaz.

Selamlar...

 
At 2:57 PM, Anonymous Anonymous said...

baykal mania;

baykalın kaseti çıkar
baykal istifa eder
muhalifler sevinir
seçimde baykal tekrar seçilir
muhalifler sinirlenir
istifalar olur
istifa edenler sarıgülün partisine geçer
seçimde istifa eden biri aday olur
sarıgül seçilmez.
sarıgül biter.
böyledir hasbam böyledir.


efe

 

Post a Comment

<< Home

Mesothelioma Asbestos, Mesothelioma Cancer, Malignant Mesothelioma, Mesothelioma Attorney.
Mesothelioma