doktor&hesapci

TGRT-FM de Cuma günleri saat 20.00 civarlarında yayına giren programın paralelinde fikir alışverişi için yapılmış bir blog dur. Yorumlarınızı bırakmakta nazlanmayın.

Saturday, October 17, 2009

Ekim 2009

Radyo programının paralelinde bir blog olması gerektiği son yazılarla iyice ortaya çıktı. Son yazı başlıklı olana eklenen son yazılar birer harika. Öncelikle onları bir okuyalım ve her ay için açacağım yazının altına yorumları girelim.
Mazhar
Hasan
Efe

Abi süper yorumlar yani daha ne diyeyim...

Doktor

29 Comments:

At 1:00 AM, Anonymous hasan said...

Bir değişimin de eğitim sisteminde yapılması ümidiyle eğitim sistemi üzerine devam edelim.
Tevhid-i tedrisat eğitimde birliğin sağlanması değil temelde dini dışlayan, dini yönetimden ve toplumsal yapıdan soyutlayan İdeolojik eğitimin dayatılmasıdır.
Bizde usuldendir yapılan her bir değişikliğin (sorgulanmadan kabulünü sağlayıcı) nedenine niçinine girmeyen kısa bir açıklaması vardır;
Laiklik: Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu : Eğitimde birliğin sağlanması gibi..
Anlaşılsın diye değil sadece kabul edilsin diye yapılmış devlet tanımlarıdır.
Devlet kendi halkıyla barışmak istiyorsa onu dönüştürme eğitme amacından iddiasından vazgeçmeli bu hakkı sahibine velilere vermelidir. BM’nin çocuk hakları sözleşmesine göre de çocuk devletin değil, ailenindir. Devlet müfredat belirlerken, onun inancına, değerlerine aykırı bir müfredat belirleyemez belirlememelidir. Ancak totaliter rejimlerde ferdin dinini, kimliğini, giyimini kuşamını neleri sevip nelere düşman olması gerektiğini devlet kendisi belirler. Evrensel ahlaki değerler açısından çocuk ailenindir. Ailenin izni olmadan çocuğa herhangi bir eğitim modeli dayatılamaz. Mesela laik Fransa da devlet eğitimde vatandaşına iki tercih sunmakta; benim yani devlet okuluna geleceksen müfredatım budur kıyafetim şudur kabul edersen gel yok kabul etmiyorsan devletin olmayan okullardan müfredatını beğendiğin dilediğin okula gidebilir dilediğini seçebilirsin diyor. En katısı bile bu şekilde yani anlaşılır.

Vatandaş devlete artık “çocuk benim, çocuğu ben eğiteceğim, sen bana hizmet vereceksin” ya da, ya da “baba ben çocuğumu deve çobanı yapacağım kime ne!” diyebilmeli devlet de Eyvallah! Buyur yap rahatlığında olmalıdır artık kasmamalıdır. Ki bu en tabii haktır ( her ne kadar bizim ülkede şaka gibi olsa da.)
Yapılmakta olan anayasa çalışmalarına milli eğitim, bakanlık, eğitim sistemi mutlaka mutlaka dahil olmalı, tevhid-i tedrisat kaldırılarak Devletin kendi vatandaşına uyguladığı ideolojik dayatma içeren eğitim modelinden ya vazgeçilmeli, Vazgeçmeyip benim modelim bu diyorsa kendi devlet okullarında bunu uygulamalı Fakat vatandaşa tercih sunarak müfredatını devletin belirlemediği özel okullara izin vermelidir. Bugünkü özel okullar aslında “özel” değildir. Çünkü müfredatı devlet belirliyor. Özel okullar (insan haklarına aykırı olmamak kaydıyla) istedikleri müfredatı belirleyebilmeli ve istedikleri dilde de eğitim yapabilmelidir. İsteyen vatandaş çocuğunu devlet okuluna isteyen özel okula isteyen de hiçbir yere göndermemelidir..

Selamlar hasan.

 
At 6:41 AM, Anonymous efe said...

Amishler...

Şimdi merak edenler internetten araştırıp bulsunlar,bir de alt yapı füru bilgisi kasmayalım yazıya hiç yoktan.

Bu insan grupları ABD'de yaşarlar. Benim görmüşlüğüm var bunlardan. Hani yolda yanınızdan sivri uzun ve boncuklu sakallı,lengeri fötür şapkalı, yakasız mintan ve kalın cepkeniyle, iskarpinin topuğuna basa basa yürüyüp geçen bir adama elbette "baba noluyoruz" edasında bir bakış atarsınız.

Hangi devirde yaşıyoruz birader diye bunlara çıkışan bi ton insanda var elbet. Ama Amishler bildiklerini okuyan bir kabile. İnatla ve sabırla üçyüz sene öncesinde yaşıyor ve bugüne ait ne varsa reddediyorlar.
Mevzu geniş.Olayımız eğitim ; haliyle Amish eğitiminden bahsedelim.

Bir baba çocuğunu göz göre göre üçyüz sene öncesinde kalmış bir şekil ve şemalde yetiştiriyor ve Amerikan hükümeti çocukları aileden alıp yetiştirme yurduna vermiyor. Baba yada anne ne kadar biliyorsa çocuk o kadar öğrenip hayata devam ediyor.

Ama şimdi aklınıza hemen "demekki odun gelip odun gidiyorlar" gibisinden geçiyordur.

Hayır, bir Amish dünyadan haberdardır. Bir amish belkide dünyada en çok kitap okuyan insan topluluğudur.
Sadece bizden farkı, eroin kullanmaz, alkol alıp zıvanadan çıkmaz,sağa sola silah sıkıp bağırmaz,rejim yaltakçılığı yapmaz,hırsızlık yapmaz,sokakta karıya kıza laf atmaz,siyasete girmez,maça gidip anırmaz,trafik magandalığı yapmaz,yere tükürmez,orospuluk yapmaz vesaire...
Amishler basit yaşarlar ve basit ölürler. Dünyada amaçları oğlunu kızını evermektir.Torun sevmektir.Domates ekmek inek sağmaktır. İte köpeğe bulaşmadan geçirmektir hayatı.

Bu adamların eğitimi bir ev içinde mahallenin yaşlı bayanlarından oluşan öğretmenlerin elinde geçer.İsteyen gider istemeyen onada gitmez.
Okul yok kısacası bu.Ana baba ne verise o.
Sonuç: Hangi Amish okumadığı için erken ölmüş?
Hangi Amish okumadığı için kanser olmuş?
Hangi Amish aç kalmış?
Hangi Amish kültür salağı çıkmış?
Hangi Amish mesleksiz kalmış?

Bırakın bu işleri Allasen.

efe

 
At 2:21 AM, Anonymous hasan said...

Eğitimle ilgili olarak iki makaleyi blogda paylaşmak istedim.. Fakat Ö.İnce’nin sene 2003’de yazdığı makalesinde “ Bu hükümet tevhidi tedrisatla ilgili düşüncelerini açıklamalıdır!”şeklindeki isteğine de değinmeden edemeyeceğim. İsteği mi dersiniz, tehdidi mi, delinin zoru mu, zırvaları mı dersiniz?
Kendisini her daim yargı makamında gören malum hakim zihniyetin normale bakışı, halka,millete bakışını açığa vuran numune bir ifade. Hain sözünden hazzetmiyorum ama “hainler korkak olur” sözünün işaret ettiği cismi numune bu olsa gerek..Kaba bir örnek olacak ama; Çirkin birisinin hasbelkader sahip olduğu güzeller güzeli birisini kaybetmek istememesi lakin günün birinde mutlaka kaybedeceğini,bu birlikteliğin ilanihaye devam etmeyeceğini bilmesinin korkusu..
Bu nedenle senin isteklerinin hepsi fesat tohumudur, ayrılık tohumudur, Cumhuriyetin temellerine dinamit yerleştirmektir.( bizim de babadan oğla devam ede gelen korkularımız yok değil: az önce Cumhuriyet kelimesini yazarken ilk harfi küçük yazdığımı fark ettiğimde korkarak hemen düzelttim tahmin ettiğiniz gibi korkum imla kuralı hatası olmasından dolayı değildi. Yasalara uyan, vergisini ödeyen Normal bir vatandaş olmanız yetmiyor; çelikleşmiş bir irade ile bu kavramları kollamanız korumanız ve asla ve kata ıskalamamanız gerekliliği öğretildiği için bir anlık ıskalama beni irkiltti.)
Bir de İnternette; Ö.İnce’nin yazısının üstünde daha önce hiç duymadığım görmediğim Atatürk’e ithaf edilen bir vecize : “Dünyada her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mes’uliyetine ortak sayılır.” Orijinal mi değil mi bilmiyorum ama orijinal olmasa da imla kuralları açısından bakıldığında özellikle “mes’uliyetine” kısmı orijinaline çok yakın imza makinesi aklıma geldi ama neyse yine de ben sözün orijinal olup olmadığının önemli olmadığını sözün tamda içinde bulunduğumuz şu döneme ne kadar da açık işaret olduğunu daha da önemlisi kendi kendime mes’uliyetimi yerine getiremediğimi düşünerek sözden çok içlendiğimi söylemek istiyorum..

Selamlar hürmetler hasan.

 
At 2:22 AM, Anonymous Anonymous said...

Çocuklara özgürlük!

Sevilay Yükselir, Sabah gazetesinde Bakan Nimet Çubukçu"nun bizlerle yaptığı istişare kahvaltısında hiçbir köşe yazarını dinlemeyip sadece beni dinlediğini ve benim söylememle tek tip üniforma sistemini kaldıran bir reforma imza attığını yazdı...
Yükselir, üniforma sisteminden yana olduğu için bakana kızmış ve benim üzerimden de bakanı taşlamış... Sevilay Yükselir gibi otoriter veliler memnun olmayacak olsa da Nimet Çubukçu gerçekten eğitim alanında özgürlükçü-demokrat reformlar yapmak isteyen bir bakan. Bunu o kahvaltıdan sonra da yazmıştım. Zaten kafasında böyle reformlar var Çubukçu"nun. Bakanlığın kimi bürokratlarına ve çoğu statükocu olan öğretmenler camiasına direnebilirse Çubukçu bu reformları birer birer hayata geçirmek istiyor..
Dolayısıyla benimle ilgili Yükselir"in abarttığı gibi bir durum yok... Ama Yükselir"in söylediği gibi sözümüz dinleniyorsa, ben Nimet Hanım"a zorunlu din derslerini kaldırmasını fakat onun dışında her türlü din eğitimini serbestleştirmesini, Tevhid-i Tedrisat kanununu olabildiğince gevşetmesini ve özel okullara da vergi muafiyeti tanınmasını öneririm...
Türkiye"nin ilköğretim sistemi lüzumundan fazla ağır. Düzgün ülkelerde ilköğretim tamamen şenlikli bir dönemdir. Ev ödevleri gibi çocukları boğan saçmalıklar kalkmalı... Bu ülkede askerler, patronlarının seçilmiş siyaset adamları olduğunu öğrenecek... Öğretmenler ve veliler de eğitim hayatında patronun öğrenciler olduğunu öğrenecek... Çocuklar, velilerin ve öğretmenlerin hırslarını tatmin aracı değildirler...
Yeni Türkiye, böyle bir Türkiye olacak...

R.Ozan KÜTAHYALI/Taraf

 
At 2:22 AM, Anonymous Anonymous said...

Güvenmiyorum Sayın Bakan!

Öğretmenlik mesleğine manevi dereceler yüklemek çok kolay. Yakışıyor da. Fakat iş yıllar önce sorduğum “Kızınız olsa öğretmene verir misiniz?” gerçeğine dayanınca yelkenler suya düşüyor. Çünkü bu ülkenin öğretmenden beklediği, törensel günlere iyi hazırlık, resmî tarihi çocukların beynine “büyük düşünme” kanallarını tıkayacak şekilde sokması, adı olmayan istibdat rejimini sürdürmeye hizmet etmesi...
Sayın Nimet Çubukçu, yıllar geçtikçe insan zekâsının ortalama olarak arttığını, ancak eğitim metotlarının bu ilerlemeye ayak uyduramadığını söylüyor. İyi de, zaten zeki ve düşünen bir toplum isteyen kim?
Bakın Silivri “Ergenekon” Cezaevine... Orada ferdin hürriyetinden, milli gelirin yükselmesi gerektiğinden filan söz eden var mı?
Hepsi, işgal topraklarını kurtarmaya hayatını adamış bir yığın kahraman bozması... İşgal var. Bizatihi bu vatanı kendileri işgal etmiş durumdalar...
Sayın Bakan, birbirimizi kandırmayalım. Okuldan çok dershanelere güveniyoruz. Azıcık parası olan soluğu özel kolejlerde alıyor. Kolejler reklam-pazarlama makyajından kurtulunca insafsız ticarethaneler olarak sırıtıyor.
Eğitim mi? Eğitimde geleceğin hedefleri mi?
Sunumunuz muhteşem ama güvenmiyorum. Bunun sizinle, sizden öncekilerle ve sonra geleceklerle ilgisi yok.
Sabahtan akşama kadar televizyonlar aile kavramını parçalamaya, insanları zihnen ve bedenen fahişeleştirmeye devam ediyor.
Bu ülkede özgür düşünemezsiniz. Geçmişi sorgulayamazsınız. Gerici yaftası hazırda bekliyor milleti boğmak için. “Allah” demenin yasak olduğu bir iklimin zulmeti parçalı bulutlu tepemizde asılı duruyor.
Öğretmemek için tesis edilmiş bir sistemin “Bakan”ısınız. İşe buradan başlamalısınız.
Babıali Toplantılarında Nimet Çubukçu’yu ağırladık. Türk basınının seçkin ve “tecrübe” hamalı simaları, Bakan Hanımefendinin zarafetine atıf yapmaktan işe yarar bir soru dillendiremediler.
Bir haftadır bunu düşünüyorum. Soru soran muhteremlerin kendileri ve çocukları “eğitim”le ilgili hangi maceralardan geçti acaba, vatandaşın çocukları gibi? Yabancı dil problemini nasıl çözdüler. İlk kez kaç yaşındayken yurt dışına çıktılar?
…………….
İşiniz zor Sayın Bakan. Size soru sorabilecek muhatabınız bile yok.

Murat BAŞARAN/Türkiye

 
At 2:23 AM, Anonymous Anonymous said...

Güvenmiyorum Sayın Bakan!

Öğretmenlik mesleğine manevi dereceler yüklemek çok kolay. Yakışıyor da. Fakat iş yıllar önce sorduğum “Kızınız olsa öğretmene verir misiniz?” gerçeğine dayanınca yelkenler suya düşüyor. Çünkü bu ülkenin öğretmenden beklediği, törensel günlere iyi hazırlık, resmî tarihi çocukların beynine “büyük düşünme” kanallarını tıkayacak şekilde sokması, adı olmayan istibdat rejimini sürdürmeye hizmet etmesi...
Sayın Nimet Çubukçu, yıllar geçtikçe insan zekâsının ortalama olarak arttığını, ancak eğitim metotlarının bu ilerlemeye ayak uyduramadığını söylüyor. İyi de, zaten zeki ve düşünen bir toplum isteyen kim?
Bakın Silivri “Ergenekon” Cezaevine... Orada ferdin hürriyetinden, milli gelirin yükselmesi gerektiğinden filan söz eden var mı?
Hepsi, işgal topraklarını kurtarmaya hayatını adamış bir yığın kahraman bozması... İşgal var. Bizatihi bu vatanı kendileri işgal etmiş durumdalar...
Sayın Bakan, birbirimizi kandırmayalım. Okuldan çok dershanelere güveniyoruz. Azıcık parası olan soluğu özel kolejlerde alıyor. Kolejler reklam-pazarlama makyajından kurtulunca insafsız ticarethaneler olarak sırıtıyor.
Eğitim mi? Eğitimde geleceğin hedefleri mi?
Sunumunuz muhteşem ama güvenmiyorum. Bunun sizinle, sizden öncekilerle ve sonra geleceklerle ilgisi yok.
Sabahtan akşama kadar televizyonlar aile kavramını parçalamaya, insanları zihnen ve bedenen fahişeleştirmeye devam ediyor.
Bu ülkede özgür düşünemezsiniz. Geçmişi sorgulayamazsınız. Gerici yaftası hazırda bekliyor milleti boğmak için. “Allah” demenin yasak olduğu bir iklimin zulmeti parçalı bulutlu tepemizde asılı duruyor.
Öğretmemek için tesis edilmiş bir sistemin “Bakan”ısınız. İşe buradan başlamalısınız.
Babıali Toplantılarında Nimet Çubukçu’yu ağırladık. Türk basınının seçkin ve “tecrübe” hamalı simaları, Bakan Hanımefendinin zarafetine atıf yapmaktan işe yarar bir soru dillendiremediler.
Bir haftadır bunu düşünüyorum. Soru soran muhteremlerin kendileri ve çocukları “eğitim”le ilgili hangi maceralardan geçti acaba, vatandaşın çocukları gibi? Yabancı dil problemini nasıl çözdüler. İlk kez kaç yaşındayken yurt dışına çıktılar?
…………….
İşiniz zor Sayın Bakan. Size soru sorabilecek muhatabınız bile yok.

Murat BAŞARAN/Türkiye

 
At 1:58 AM, Anonymous Anonymous said...

Atatürk’ün Kız Kardeşi
1 Kasım Pazar günü sabah erkenden kalktım. Müdürlük sınavına girecektim. Sınav yeri ile ev arasında ki mesafe artı gittiğin yerde okul arayıp bulman için geçecek zaman, üzerine birde kahvaltı çay faslı koydun mu, saat 7 gibi atladım sokağa. Bizim ufaklığın dolabından, sarı renkli tepesi silgili bir kalem, silgi ve kalemtıraş kaparak.
Yaş kırka dayandığı halde, hala sınavla mınavla uğraşıyor olmanın verdiği taaccüp duygusuyla sarı renkli, silgili kurşun kalemi cebime iyice yerleştirdim. Dosta düşmana görünürde mahcup olurum düşüncesiyle. (Doymadın mı be adam haftanın altı günü yetmiyor, pazarları da mı tedrisat !)
Bir kasım pazarı, sokak köpeklerinin bile kuru bulduğu yerlerde yatmayı tercih ettiği bu günde, sokaklarda devasa bir eğitim ordusu. Kiminin elinde klasör, sırtında çanta, yâda açıktan taşıdığı test kitaplarıyla kızlı erkekli, birerli, ikişerli, üçerli… Onlarca çocuk. Delirmiş mi bunlar, saat sabahın yedisi, günlerden Pazar… Ben mi şaşırdım sınav gününü yoksa?
Yüzlerinde uykululuk halinin ötesinde derin bir yılmışlık ve bezginlik okunan bu çocuklar, muhtemelen ömürlerinin ikinci yarısında Pazar günlerini yatarak geçirebilmek için, ömürlerinin ilk yarısında ki pazarları feda ediyorlar. Nafile uğraşıyorsunuz bakın şu halime diyesim geldi, içimde ki eğitimci, Sus! Sen ömrünün ilk yarısında pazarları yatmayı tercih etmenin bedelini ödüyorsun diyerek yolumu kesti.
Asıl mevzuum bunlar değil. Ne müdürlük, ne çocuklar ne de kırk yaşın bir Pazar sabahını anlatmak. Sınavın içinde ki küçük bir ayrıntıdan bir sorudan bahsedeceğim.
A kitapçığı soru 17
I- Ülkü
II- Naciye
III- Fatma
IV- Makbule
V- Latife
Verilenlerden hangileri Mustafa Kemal’in kız kardeşleridir?
A) I - IV - V B) III - IV - V
C) I - II - III D) II - III – IV
Doğru cevap (D) Peki nasıl anladım bu doğruyu… Kesin olarak Mustafa Kemal’in kaç tane kız kardeşi olduğunu bilmiyorum. Daha doğrusu birlikte karga kovaladıkları Makbule’den başka kardeşi olduğunu bilmiyorum. Bir de Latife’nin kardeş değil eş olduğunu biliyorum. O zaman mantık kolaylaşıyor. İçinde Latife’nin olmadığı, Makbule’nin olduğu ikisinin bir arada bulunmadığı ve muhakkak Makbule’nin yer aldığı sıralama doğru; yani (D)
Sınav esnasında bu çetrefil sorudan, basit bir mantık yürütmeyle sıyrıldığım için mutluluk duydum. Adettendir, sınavdan sonra okul önünde tanıdıklarla sınav kritiği yapılır. Bu 17. Soruyu görüştüğüm herkes aynı mantıkla çözmüş. Yani Mustafa Kemal’in bacılarını bilmeyen tek ben olmadığım gibi yürüttüğüm mantıkta öyle fevkalade bir mantık değilmiş. Bu soruyu kendime meşgale edindim. Sınava girenlere nasıl çözdüklerini sordum. Sınava girmeyenlere de soruyu göstererek cevaplamalarını istedim. Sonuç çok enteresandı. Görüştüğüm herkes soruyu aynı mantıkla çözdü.
Bırak isimlerini Atatürk’ün Makbule’den başka kız kardeşi olduğunu görüştüğüm elli civarında öğretmenden hiçbiri bilmiyordu. 600 bin öğretmenden ve bir o kadar öğretmen adayından bilenin çıkacağını da zannetmiyorum.
Kıssadan hisse: Biz öğretmenler Atatürk’ü nasıl tanıdığımızı yeniden sorgulamalıyız. Üniversitenin son sınıfına kadar her sene inkılâp tarihi dersi görmüş ve her derste (Matematik, Müzik, Beden Eğitiminde bile) Atatürkçülük ve Kemalizm konuları okumuş öğretmenler olarak Atatürk’ü algılama biçimimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Onun yiyen,içen, kardeşleri olan, kardeşleriyle küs ve kavgalı bir insan olduğu gerçeğini (bizden saklandığı gibi) çocuklardan saklamayalım.
Not : Sınav tam bir fiyaskoydu 40-50 yaş aralığında deneyeceğiz.
Selamlar MAZHAR

 
At 7:07 AM, Anonymous hasan said...

Cumhuriyeti Değil İnsanları Koruyalım
Yüksek perdeden höykürenler kendinden gayri herkesi hainlikle suçlayanlar ve hiçbir şeyi hiç kimseyi dinlemeyenler ile ille de uzlaşmak mı gerekir? Merak ediyorum. Acaba kendileri olsa kendileri gibi düşünmeyenlerle uzlaşma arar mıydı? Milletin gözü önünde mecliste kendi gibi düşünmeyenlere açıktan küfreden bu zihniyetin tenhada bulsa insana ne yapacağını kestirmek için kalp okumaya gerek yoktur herhalde.
CHP’li Onur Öymen güneydoğu sorununun çözümünü tek parti dönemindeki Takriri sükun kanunlarıyla yapılmasını istemiş. Buyurun buradan başlayalım. Çünkü Öymengillerin önderi İnönü çıkarmıştı bu kanunu. Şimdi bi daha çıkar kanunu ve aykırı ses veren tek canlı kalmasın al sana tamamen sükunet.Doğrusu Takriri sükun ve ertesinde kurulan İstiklal mahkemelerinin de farklı bir uygulamasının olduğu tartışılır.Öyle resmi tarihin yazdığı gibi üç beş değil yüz binlerce evet abartısız yüz binlerce insan önce sanıkların idamına sonra şahitlerin dinlenmesine( şahitler de nasıl konuşabilecekse ) tarzında verilen kararlar neticesinde asılmış.Vatandaşın biri diyor ki “Kubilay’ın kesik başını sancak yapanları asmasalar mıydı?” diyorum ki acaba Kubilay’ın başını kim sancak yaptı? Gericiler mi sözüm ona ittihat terakkiden bu yana toplum mühendisliği yapan ilericiler mi? Akabinde yapılan kıyımlara bakıldığın da Menemen’in yer adı mı yemek adı mı olduğunu bile bilmeyen insanların bu vesileyle katledilmesi şüpheye yer bırakmıyor.
Bu öymengillerin sorun çözümü önerisi bir de Sultan Abdülhamid Hanın son dönemde Selanikten gelen üç beş tane çapulcunun; ayaklanmasına karşı yanındakilerin yalvarmalarına rağmen, iç nizamı sağlamak için orduyu harekete geçirmemesi ve tek bir kişinin dahi kanının akmasına müsaade etmemesi.. Merhamet, merhamet, merhamet…Sultanın kendi düşmanına bile gösterdiği merhamet.Bu da bir çözüm..
Pegasus Havayolları Yönetim Kurulu Başkanı Ali Sabancı, tek ricamız hava yollarını değil misafirleri koruyalım...demiş çok güzel demiş.
Bu sözden esinlenerek bu yüce devletlulara demek lazım.Cumhuriyeti değil insanları koruyalım..Bir de sormak lazım Yücelttiğimiz bunca suni değerler insandan daha mı kıymetli daha mı kutsal.Yoksa bizim anlamayıp bunların anladığı bir şey mi var? Fakat adamlara baktığında şunu asacaksın şunu keseceksin den başka bir bildiği yok. Sıkıştığında da tehdit edercesine sıkıysa Atatürk’e bir şey söyle de göreyim diyor.Böyle bir ülkede normalin hayata geçmesi elbette zor oluyor..
Selamlar, hürmetler hasan.

 
At 7:27 AM, Anonymous Anonymous said...

Bugün kü Taraf'ta Murat Belge'nin Ata-Put yazısı tam da benim anlatmak istediğim şeyleri anlatmış. --- Biz öğrendiklerimizi tabii öğretmenlerden öğreniriz. Ama böyle, "Ata'mızı nasıl seveceğiz, nasıl anacağız." türü önemli konular ortaya çıktığında, bunun yolunun öğretmenlere de öğretilmesi gerekir.---diyor. Lütfen bu yazıyı okuyun. Mazhar

 
At 7:13 AM, Blogger ALİ AKKUŞ said...

Eğitimci, yazar arkadaşımız Ufuk Coşkun'un Radikal'de yayınlanan yazısında yer alan aşağıda ki satırları ibreti alem için paylaşmak istedim yazının orjinali yazının sonundaki linktedir.

"Yüksek maliyet, düşük kalite;
Kişi başına düşen harcama miktarının, devlet okullarında, özel okullara göre daha yüksek olmasına karşılık, eğitim kalitesinin devlet okullarında çok düşük olduğu görülmektedir. Bugün yapılan birçok araştırmada devlet okullarının başarısının özel okullara göre çok düşük olduğu ortaya çıkmaktadır. Örneğin 2003 yılında açıklanan Uluslararası Öğrenci Başarısını Belirme Programı PISA’nın verilerine göre devlet okulları okuma, problem çözme, fen ve matematik alanlarında özel okulların bir hayli gerisinde gözükmektedir. Dünyanın önde gelen ölçme değerlendirme kurumlarından biri olan CITO’nun Türkiye biriminin geliştirdiği Öğrenci İzleme Sistemi’nin Eylül 2007 sonuçları da bundan pek farklı değildir.
CITO Türkiye Öğrenci İzleme Sistemi (ÖİS) ayrıca “ilköğretime başlayan öğrencilerde eğitime “hazır bulunuşluk” açısından bir sorun olmadığı; ancak eğitim süresince, sınıf düzeyi yükseldikçe, üst düzey düşünme becerilerini edinemedikleri” raporunu da sunmuştur.(CITO Eğitim; Kuram ve uygulama sayı;4)

Araştırmalar devletin eğitime müdahalesinin haklı bir gerekçesi olmadığını kanıtlamaktadır. Türkiye’de devletin eğitimi tekelinde tutmasının, eğitimin egemen ideolojiyi aktaran bir araç haline getirilmesiyle yakından bir ilgisi bulunmaktadır. Oysa eğitim; “bireyin anlam arayışı yolunda beyninin, yüreğinin ve elinin özgürleştirilmesidir. Eğitim bir sınır koyma uğraşısı değil, ufukları genişletme çalışması olmalıdır. İnsanoğluna yakışır bir eğitim, korkudan bağımsız bir eğitimdir. Korku dolu birey, özgür düşünme gücünü yitirir. Birey özgürlüğünü yitirince yeteneklerin de yitirir.”(Muhsin Hesapçıoğlu; “Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi Eğitim İdeolojisi)"

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=963664&Date=20.11.2009&CategoryID=83

Selamlar Mazhar

 
At 7:46 AM, Anonymous Anonymous said...

Ufuk Beyin yukarıda bahsettiği CITO'nun Türkiye'ye dönük araştırmasında (Eğitime hazır bulunuşlulukta bir sıkıntı yok, eğitim arttıkça yaşın gerektirdiği düşünce yetisinin oluşmadığı...) sonucu, vaktiyle Ahmet Sağırlı'nın çocuğumun en az tahrip olacağı okulu arıyorum yazısıyla birlikte okunursa ikisinin de ne demek istediği çok iyi anlaşılır. Yani annesinin koynundan çıkıp okula gelen çocukta öğrenme, düşünme etkinlikleri bakımından bir sorun yok. Eğitim arttıkça sorunlar artıyor. Ne kadar çok eğitilirse yaşın gerektirdiği zihin faaliyetleri o kadar dumura uğruyor.Fazla zorlamağa gerek yok Kemal Alemdaroğlu'nda olduğu gibi dersem anlaşılır. Selamlar Mazhar

 
At 11:32 PM, Anonymous hasan said...

Doktor ve Hesapcının geçmiş Kurban Bayramını tebrik eder,eksik olmamalarını programlarının ve de neşelerinin daim olmasını dilerim..

Eğitimle ilgili memlekette dönen işlerle ilgili Ahmet ALTAN'dan mükemmel bir makaleyi de blogda paylaşmak istedim.Türkmenbaşlarını iyi tarif etmiş.
Halk…
Yalanı, sahtekarlığı, zorbalığı, şarlatanlığı anlıyorum…
Anlamadığım, halkların bunu iştahla kabul edişi.
Türkmenistan’ın diktatörü öldü biliyorsunuz.
Rahmetli, şarlatan bir psikopattı.
Ama bugün halkı arkasından acıyla ağlıyor.
Türkmenbaşı ismini alması…
Aylara kendisinin ve ailesinin adlarını vermesi…
Altından heykellerini diktirmesi…
Her yere sadece kendi resmini astırması…
Görgüsüzlük şaheseri sayılacak saraylarda oturması…
Yazdığı kitabı Kuran’la bir tutup herkese zorla okutması…
Kendini peygamber sanması…
Halkını baskı altında tutması…
Daha da beteri, bütün ülkeyi müreffeh bir hale getirecek doğalgaz gelirlerini ailesiyle ve yakınlarıyla paylaşıp halkını fakir bırakması…
Bütün bunlara rağmen Türkmenler ağlıyorlar.
Dünya, Türkmenbaşı’nın yaptıklarına alaycı yorumlarla gülüyor.
Halkı ise “büyük bir adamı kaybettiğine” samimiyetle inanıyor.
Bu, nasıl mümkün olabiliyor?
İnsanlar, “psikopat bir zorbayı” nasıl oluyor da büyük bir kahraman sanıyor?
Galiba işin sırrı “eğitim sistemini” ele geçirmekte.
Eğer yönetime geldikten sonra ordunun generallerini, gizli polis şeflerini parayla ve iktidar nimetleriyle kendinize bağlarsanız ondan sonrası kolay.
Bütün paranın kontrolunu ele alıyorsunuz.
Bunun önemli bir kısmını kendi hesabınıza, kalanını da yandaşlarınızın hesabına yatırıyorsunuz.
Bu zorbalığa karşı çıkmaya kalkanları hemen tutuklatıp çoğunu öldürüyorsunuz.
Bütün muhalif sesleri kesiyorsunuz.
Ve, asıl ana damar olan eğitime el atıyorsunuz.
Okullarda, gerçekleri sorgulama imkanına sahip olmayan çocuklara “zorbanın” nasıl büyük bir kahraman, muhaliflerinin nasıl hain alçaklar olduğunu anlatıyorsunuz.
“Büyük liderimiz olmazsa alçaklar ülkemizi parçalar,” diyorsunuz.
Bu manasız iddiaya karşı çıkabilecek hiç kimse ortada olmadığından, aksine bir ses duymadan sadece bu fikirlerle büyüyor çocuklar.
Buna inanıyorlar.
O tek adamın her yana asılmış resimleri, her meydana dikilmiş heykeller, okullarda okutulan marşlar, anlatılanlar “diktatörü” kutsallaştırıyor.
Çocuklar diktatörün yüceliğine inanarak büyüyorlar.
En büyük yiğitliğin “diktatörün uğruna ölmek” olduğu fikri hücrelerine kadar işliyor.
“Büyük adamla”, millet, vatan, bayrak, ulusseverlik kavramları bütünleşiyor.
Tarih de yenibaştan sadece “büyük adamın” dehasıyla ve başarılarıyla dolu bir şekilde yazılıyor.
O yalanlar da çocuklara zerk ediliyor.
Ondan sonra sorun yok.
Milletin kanını emerek aldığınız paraları generallerle gizli polise paylaştırırken bir hata yapmazsanız yıllarca o ülkenin padişahı olarak kalabiliyorsunuz.
Büyük bir “beyin yıkama operasyonundan” geçen insanlar kendi iradeleriyle sizin köleniz oluyorlar.
Siz de onları soydukça soyuyorsunuz.
En saçma isteklerinizi bile kabul ettirebiliyorsunuz.
Dünyanın bütün diktatörlerine bakın, orduyla gizli polisten sonra ilk el attıkları yerler okullar.
Yalanın tohumları okullara atılıyor.
Fideleri orada büyüyor.
Dalları bütün ülkeye yayılıyor.
Ve, oranın halkı bütün dünyanın bildiği gerçekleri bilmiyor.
“Türkmenbaşı” gibi bir ismin gülünçlüğünü bile fark etmiyor.
Bir ülkeyi tanımak için okullara bakın.
Tek bir adam ve tek bir düşünce övülüyorsa anlayın ki…
Bir dikatörlüktesiniz.
Ve sizi alabildiğine soyuyorlar.

 
At 11:35 PM, Anonymous hasan said...

Eski yarsav başkanının mobese kameralarının kaldırılması ile ilgili talebini duyunca hiç şaşırmadım. Çünkü malum zihniyet vatandaş üzerinde karanlık senaryolarını artıık eskisi kadar rahat hayata geçiremiyorlar. Düşünsenize adamın işi vatandaşı düdüklemek Fakat arkadaş mobese kameralarından dolayı vatandaşı rahatça düdükleyemiyor artık, tabiki rahatsız olacak. Bizdeki hukukun ve hukuk adamının vazifesi ve niyeti açısından manidar bir durum.
Ülkenin 1980 sonrası Özal'la birlikte dünyaya açılmasıyla birlikte menfaatleri bozulan bu zihniyetin ısrarla ülkeyi dünyaya kapatmaya çalışması ve milleti seksen yıldır olduğu gibi soymaya devam etmek istemesi boşuna değil..
1980 darbesi öncesi dokuz on yaşlarında çocukken ki dönemlerime ait hatırladığım tüm aile sus pus haşa ayet dinler gibi pilli radyodan dinlediğimiz (elektrik yoktu vatandaşın elektriğinin olup olmaması bu zihniyetce hiç önemli değildi hatta olmaması daha da iyiydi) haberler de bir dönemin analizi açısından manidardı:
-Reyhanlı'da okuma yazma kursunu bitirenlere belgeleri verildi.
- Kırıkhan'da 109 tane fidan dikimi yapıldı.
-İskenderun Halk eğitim merkezinde 35 kadına aile planlaması üzerine kurs verildi, şeklinde gayet eğitici bilgilendirici haberler ve akabinde halkın çok sevdiği arajmanlar dinlettirilirdi. Halıkn haberdar olması gereken haberler bunlardı.
-Dünyadan da adlarını şu an hatırlayamadığım ülkelerdeki iç çatışma haberleri ısrarla verilirdi ki yaşadığımız cennet vatanın kıymeti iyi bilinsin de bir hayınlık yapılmasın diye.. Büyük küçük biz de buna inanırdık.
Karşı ülke Suriyeden eş dost akrabası gelirdi Hafız Esat'ın zulmünden bahsederdi çok samimi bulduklarına. Ah vah edilirdi sanki kendisi insan olarak bütün haklarına sahipti ve de inancını dilediği gibi yaşayabiliyordu camileri ahır yapılan kitabı ayaklar altına alınan okumasına yasak getirilen şapka giymediği için kafasına zift dökülen, öldürülen, sürgüne gönderilen ardından da kaçtı denilenler burda değil de Suriyede yaşanmıştı!..Fakat olağanüstü şartlardı bunlar!.
Bu özel şartlar sonrası da halk unutulmadı onu bir ömür zapturapt altına alacak sömürecek pardon halkı sevecek, himaye edecek, eğitecek, yurda yararlı bir er yapacak özel statülü imtiyazlı beyaz insanlar getirildi başımıza..
İşte eski yarsav başkanı (o'nu da onursal başkan yaparlar) bunun için zıplıyor ve masum bir sebebe dayandırıyor talebini özel hayatın gizliliği. Sakın yanlış anlaşılmasın özel hayat felan derken sıra insanın özel hayatından bahsetmiyor. Yıllardır olduğu gibi rahat rahat vatandaşı düdükleme, soyma ve sömürme işlerini kimsenin görmesini istemediklerinden özel hayat diyorlar. Yoksa sıra insanın Özelini, V.I.P'ni geç, ne zaman normal bi hayatı oldu ki?
Bunların kameraları kapatırsak insanları doğrayacağından ve bunu da olağanüstü şartlara bağlayacaklarından hiç kuşkum yok ve bunu görebiliyorum.. Bunların tekrar yapılabilmesi için mobeselerin kaldırılarak eski köyümüze geri kapatılmamız dünya ile irtibatımızın kesilmesi gerekiyor. Talep edilen de bu..
Mobeseler insan değil ki O'nu vay vatan diye olur olmaz herşeye bağırtamazsın, canbaza bak diyemezsin ben şuracıkta işimi göreyim hiç diyemezsin..
Selamlar, hürmetler..

 
At 5:45 AM, Anonymous Mazhar said...

EZANSIZ MİNARE Mİ, MİNARESİZ EZAN MI ?
Gott ist das Heulen
Natürlich weiß ich und sage: Gott ist nichts anderes als zu verehren
Natürlich weiß ich, meldete ich mich: Mohammed ist der Gesandte Gottes
Kommt zum Gebet, kommt zum Gebet
Felah zu kommen, um Felah kommen
(Das Gebet ist besser als Schlaf)
Gott ist das Heulen
Es ist kein anderer als Gott zu verehren.
Bu mısralar, Alman milli marşından değil, Wolfgang von Goethe’nin şiirleri ise hiç değil. Şarkı sözü falanda değil. Bu sözler yıllardır süregelen bir zulmün Almancasıdır. 28 yıldır Almanya’nın Bavyera eyaletinde uygulanan utanç verici bir kanundan bahsedeceğim. İsviçre’de ki minare yasağının arka planında yatan acı gerçeği görerek kimin daha acımasız olduğunu sorgulayacağınızı umuyorum.
Bavyera Almanya’nın en büyük eyaletidir. Beş milyon civarında ki Müslüman nüfusunun büyük çoğunluğu Türktür. Burada ki Müslüman cemaatinin yaklaşık 100 kadar camisi bulunmaktadır. Bu camilerin 30 kadarı kubbeli minareli, diğerleri fabrika-atölye bozması ya da apartman dairesi şeklindedir.
Müslüman cemaatler bu binaları hiçbir kurumsal destek görmeksizin kendi gayret ve aidatlarıyla yapmış, bütün masraflarını da yine kendi aralarında topladıkları paralarla karşılamaktadırlar. Gerek eyalet hükümetinden, gerekse federal hükümetten hiçbir yardım görmemektedirler. Müslüman cemaatler bu binalarda ibadetlerini yerine getirdiği gibi, aynı zamanda çeşitli eğitim programlarıyla çocuklarına din ve kültürlerini öğretmektedirler.
Bavyera eyalet meclisi (Landtag), 28 yıl önce aldığı bir kararla Müslümanlar için hayati öneme sahip bu binalara öyle bir müdahale etti ki, 28 yıldır Demokratik Avrupa’nın hiçbir kurumu insan haklarına temelden aykırı bu durumu düzeltemedi. Landtag kılıfı tam minareye göre hazırlamıştı.
Bavyera eyalet meclisi 1982’de aldığı bir kararla Bavyera eyalet sınırları içinde resmi dilin Almanca olduğunu ve bütün ibadet yerlerinde Almanca konuşulup, ibadetlerin Almanca yapılması gerektiğini oy çokluğuyla kayıt altına aldı. (Biz o sıralar ihtilaldan yeni çıktığımız için dünyadan pek haberimiz olmuyordu.) Bu kararın alınmasında, 1962 yılından günümüze kadar Hıristiyan Sosyal Birlik CSU Partisi’nin Eyalet meclisinde milletvekillerin %50 çoğunluğunu koruduğu gerçeğini göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Protestan olan Hıristiyan Almanlar için bir sorun yoktu zira onlar vaktiyle zaten, Vatikan’a isyan edip kendi mezheplerini kurmuş ve kiliselerinde bütün dini ritüellerini Almanca yerine getiriyorlardı.
Hedef Müslümanlardı. İlk olarak Müslümanların minarelerinden okunan ezanın Almanca metni hazırlandı ve bu cemaatlere tebliğ edildi. Girişte yazdığım mısralar Landtag’ın camilere astırdığı 12.10.1982 tarihli Almanca ezan(!) metnidir.
İmamlar minarelerden sadece bu şekilde seslenebilecekti. Bir kısım Müslüman cemaat başta Türkler olmak üzere bu tahakküme şiddetle karşı çıktıysa da, Bavyera Hükümeti çok sıkı polisiye tedbirlerle Müslüman cemaati yıldırdı. Ezanı aslıyla okumaya devam eden imamlar daha ezanını bitirmeden yaka paça minareden indirilerek, karakollara götürüldü, türlü psikolojik işkencelerle, bölücülük, fundemantalizm, terörizm gibi türlü suçlamalarla korkutulup, nezarethanelerde günlerce bekletildi. Serbest kalan imamın bir daha imamlık yapmasına asla müsaade edilmedi. Bavyera hükümeti Müslüman cemaatin arasından ezanı Almanca okuyacak kişileri bol para vererek imamlıkla görevlendirip, Almanca ezanı yaymaya çalışıyordu. (Tabi bunlar el altından yapılıyordu.) İlk yıllarda cemaatin arasına karışan federal ajanlardan Erick Bruger; 2008’de yayınlanan “Maine Beichte” “İtiraflarım” adlı kitabında:

 
At 5:48 AM, Anonymous Mazhar said...

(yazının devamı)
“ Bizim işimiz çok kolaydı, Müslümanların arasında bulunuyor, her fırsatta onlarla konuşarak Almanca ezanın, aslında Almanların anlaması bakımından çok önemli olduğunu, böylelikle Almanların arasında İslamiyet’in hızla yayılacağını söylüyorduk… Namazda ve diğer ibadetlerde de Almanca konuşmak ve dua okumak gerektiğini anlatıyorduk. Bu hususta en fazla desteği Mısırlılar ve diğer Kuzey Afrika göçmenlerinden görüyorduk. Türklerse bizim bu sözlerimize pek itibar etmiyorlardı. Bir gün Ahmet isminde bir Türk işçinin bana –Ortada İslamiyet kalmadıktan sonra Almanların Müslüman olması ne işe yarar.- diye sorduğunu ve ona cevap veremediğimi hatırlıyorum. Doğrusu bu Türk işçinin sorusu yaptığımız işin aslında İslamiyeti bozmak olduğu gerçeğiyle yüzleştirmişti beni, 1400 yıldır hiç değişmeyen bir kültürü tahrip ederek ağır bir insanlık suçu işliyorduk.” Demiştir.
Çoğu camide artık ezan okunmaz olmuştu. Minareye çıkıp Almanca bağırmaktansa hiç çıkmamayı tercih eden imam çoktu. İmamlar cami içinde kısık sesle ezan okuyordu. Fakat bu da uzun sürmedi, cami içinde ki hükümet ajanları durumu rapor ediyor, bu imamlar toplanarak sorgulanıyor. Hiçbir şekilde aslına uygun ezan okumalarına müsaade edilmiyordu.
Bavyera polisince sorgulanan “Würzburg Fatih Camii” imamı Nurettin İnce ; kendisine çok ağır baskı uygulandığını , darp edildiğini, kendisine defalarca neden hükümete karşısın, neden kanunlara uymuyorsun, sen teröristimisin, caminde kaç terörist var, devleti yıkmak düzeni değiştirmek mi istiyorsun gibi akla hayale gelmedik işkence soruları sorulduğunu ; her sorgudan sonra kapatıldığı hücrede saatlerce ağladığını, bu işkencenin birkaç kez tekrarlandığını, her seferinde en az üç gün hücrede tutulduğunu , Ezanı Almanca okursa kendisine büyük paralar vaat edildiğini, bunu kabul etmediğini… Bir Polisin kendisine “Sen Türksün Ezan Arapça onlar Almanca okumayı kabul ederken sana ne oluyor” dediğini anlatıyor.
İmam Nurettin, baskılara dayanamayıp ülkeyi terk ettiğini Kanada’ya yerleşerek orada yaşamaya devam ettiğini www.ezanzulmü.com adlı sitesinde detaylı bir şekilde anlatıyor.
Bavyera eyaletinde ki bu uygulama Alman federal makamları tarafından desteklenmiş adeta bir pilot uygulama titizliğiyle izlenmiş. Bütün kararlar Eyalet hükümetinden yana olmuştur. Avrupa İnsan Hakları mahkemesine yapılan başvurular; Alman hükümet avukatlarının, Almanya’nın özel durumu olarak nitelendirdikleri şartlara göre değerlendirilmesi talebiyle geçersiz kılınmıştır. Alman avukatlar ısrarla Almanya’nın özel durumundan bahisle, Arapça ezanın ırkçılık bakımından çok hassas bir bölge olan Bavyera’da tahrik etkisi yapacağını söyleyip. Almanca ezanın birlik, beraberlik ve kaynaşma ülke bütünlüğü bakımından gerekli olduğunu savunarak küçük tazminatlarla Bavyera eyaletinin bu uygulamasının bugüne kadar yaşamasını sağlamıştır.

 
At 5:50 AM, Anonymous Mazhar said...

(yazının devamı son)
Bavyera’da 28 yıl önce doğan Türk çocuğu, eğer memleketine hiç gitmemişse 28 yaşında olduğu halde hiç ezan duymadan, ezanın ne olduğunu bilmeden yaşıyor. Bavyera Enformasyon Bakanlığı, televizyon ve radyolarda Arapça okunan ezanı sansürleyerek bu uygulamaya destek oluyor.
Yeni doğan Müslüman çocuklarının kulağına ezan okumak ise ancak gizli olarak yapılabiliyor. Umuma açık yerlerde hastane ve camilerde Almanca okunma zorunluluğu var.
Bu yasakla ilgili örneklemeleri çoğaltabilmek mümkün. Bavyera’da bir insanlık suçu işleniyor. Tarihte eşi benzeri görülmedik (1) şekilde devlet insanların ibadetine, ibadet diline karışıp yasaklar koyuyor. Sırf aslına uygun ezan okudu diye teröristlikle suçluyor, nezarethanelerde süründürüyor. Müslüman cemaati temsilcileri bütün yolları denedikleri halde hükümetin tutumunu değiştirmediğini, böyle giderse yakın bir gelecekte Bavyera’da ezan okumayı bilen kimsenin bulunamayacağını söylüyorlar.
İsviçre’de ki minare yasağı Bavyera’da ki ezan yasağından ilham ve cesaret almaktadır. Bunlar birer insanlık suçudur. Hangisinin daha zalimce olduğuna siz karar verin.

Not: Bavyera Hükümetine kızdıysanız. Sakinleşin çünkü bu yazı tamamen bir hayal ürünüdür. Bavyera ve Alman hükümeti masumdur. Bu ülkede Müslümanlar bütün demokratik haklara sahip olarak yaşamaktadır.
1- Tarihte bu uygulamanın daha şiddetli bir şekli 1932-50 yılları arasında Türkiye’de yaşanmıştır. Düzeltir, özür dilerim.

Selamlar MAZHAR

 
At 4:54 AM, Anonymous efe said...

İsbir Ya Seydi!


E tabi kardeşim tasarruf ekonomisi diye bir şey var, olan parayı gömersen çöl toprağına bigün lazım olacağı tutar. Hem senin ne ne gerek betona para yatırmak. Yarın yer altı kaynakların yer üstü harcamalarını karşılayamaz hale gelince ne olacaktı? E geldi işte, havadan parayla dünyaya hava atmak kolaydı şimdi kuyruğun sıkıştı. Adam gibi tek bir yatırımın dahi yok. Sermayeyi betona gömdün gitti. Yarın petrol biterse o iki yüz katlı betonları bedevilere kiraya verirsin aylık 5 dirheme.
Evet, Birleşik Arap Emirliklerinden bahsediyorum. Ve onun nevi şahsında tüm Arap yarım adasından. Yarına yatırım yapmayan, yeraltından bedavadan çıkanı yer üstünde paramparça edercesine har vurup harman savuran halklardan, ülkelerden. Elbet bir gün deniz biter, bitmese de suyunu çeker. Millete hava atmak yerine adam akıllı bir ekonomi temeli ataydınız vakitlice. Dünyada bir Allahın kulu battığınızda yardımınıza koşmayacaktır. Bölünüp parçalanır ona buna yem olursunuz. Aslında olacaksınız.
Ve Yunanistan … İspanya… Sırayla ekonomisi çöküş sinyalleri vermiş olan ülkeler. Daha da arkası gelecek.
Aslında ekonomi ne kadar acı gerçekleri barındırıyor içinde. Hiç acıması yok. İyi yönetemiyorsan acısını çıkartıyor.
Burada başta Unakıtan’a ve diğer Ekonomi yönetiminde disiplin sağlayan herkese helal olsun diyorum. Bu dalgalanmada memleketin ekonomisini ayakta tuttunuz ya, bu bile takdir için yeter.
Elin Necdileri gibi madara olmadık çok şükür.
EFE

 
At 7:26 AM, Anonymous hasan said...

Tokattaki saldırıyı pkk yapsa ne olur ergenekon yapsa ne olur. Kimin yaptığının neden önemi olabilir ki? (Elbette önemlidir ama bu senin işin değil) Ama malum zihniyet için hiç de öyle değil ille de pkk'nın yapması önemli çünkü saltanatın devamı pkk'nın varlığına bağlı. Eğer saldırıyı yapan pkk ise bunların etekleri zil çalıyor çünkü saltanatın devamına kredi anlamı taşıyor.Şayet Dağlıca gibi fail derin olursa suratlar düşüyor .. Yani failin ne olduğu değil; faili kimin yaptığı önemli! Ahmedin Mehmedin üzerinden hesap kitap yapılıyor.
Memlekette ne zaman bir şehid olsa Vay vatan diyeni mi ararsın? Ağlayıp da teröristleri sevindirmeyelim repliklerini mi? Ya hu insan da azbuçuk anlayış az buçuk feraset olur, yani hala mı diyorum. Normal olan, mağdur olan birisi bu durumda ne yapar bu yapılanın hesabını sorar değil mi? Kardeşim sana ben bu canı öldürtesin diye vermedim diye. Eşek bile çamura bir kez batar bir daha asla aynı yerden geçirtemezsin derler ama bizde binkere olsa değişen birşey yok. Onlarca yıl devam eden terörle mücadele den sonra gelinen noktada santim bir ilerleme yok, para aksın gariban ölsün vatan sağolsun oh ne ala memleket.Bu hadise neden sürer neden zemin bulur çözümü nedir sorusu yok varsa yoksa vatan sağolsun.
Terörle mücadeleden kendince hayat-ı saltanatını garanti eden asker ve de sivil yakinleri var. Memlekette de bu kadar ahmak insan var. Siyasette de istifa ettiği halde geri getirilerek vazifesine devam ettirilen liderler (emir eri) ve bu erin de eri olarak bilakayduşart destek veren; birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, memleket ciddi bir yol ayrımında gibi mavallarla yetiştirilen büyük vazifeler yüklenilmiş yurdum insanı varken malzeme sıkıntısı yaşanmıyor yazık yazık!
Ondan sonra zehir zemberek beyanatlar, ihanet, gaflet, dalalet, küfür seç beğen ara ki içlerin de insana benzer birini bulasın.. Birisi laik devlete, birisi de üniter devlete biat etmiş tasada kıvançta ortak bu iki emniyet sübapı parti ve partilileri olmasa idi ülke de ya da hayatta ne gibi değişiklikler olur du acaba?
Bu arada üç cuntacı genarelin taa 2004 de; kendi aralarında konuşmalarını gazetelerden okuyunca, (malum klasik; devlet elden gidiyor birşeyler yapmalıyız şeklinde ki konuşmalar) Takım tutar gibi parti tutup dönekler olabilir ben dönmem abi, modunda akıldan idrakten gayri müsemma dönemlerimde benim de içinde bulunduğum ömrüm de liderimin yaptığı yanlışları savunmakla geçtiği parti liderinin sözcülerinin ve parti muhipbanlarının da yine 2004'lerden beri söylemlerinin cuntacı genarellerle noktası virgülüne aynı olması dikkatimi celbetti paylaşmak istedim..

 
At 2:22 AM, Anonymous hasan said...

Demokratik İzmirden arayan arkadaş; Bahçeli "ülkücü gençliği sokaktan çekmiştir"diyor,(sokakta da kim kalmışsa). Büyük bir iş yapmış, gerçek bir kurtarıcı yani. Eee sonra, sonra ne yapmış? Çektikten sonra ne yapmış? Bu gençliği nereye götürmüş onu söylemiyor pazar meselesi.
Ama muhtemelen referans olarak aldığı Batılın sistemli hale gelmiş vücut bulmuş bütününe en güzel numunelerden birisi ve yine batılı sistemli şekilde her tür propaganda iletişim dezenformeyşın ve manipüle tekniklerini kullanarak aktaran mügalata ustası E.Kongar, Bahçeli için ülkücü gençliği sokaktan çekip Atatürk milliyetçisi (kongarın atatürk milliyetçiliğnden kastı başka tabiki) yapmıştır diyerek ona methiyeler diziyor, bizim ki de bu kanaat önderinin kendi liderine kendisi gibi bi kıymet vermesinden sebep bunları dile getiriyor.
Kongarın dediklerini ben şöyle okuyorum; Bahçeli dini konularda samimi, tavizsiz, hassas olan (uygulamada ihmal eksik olsa da) ülkücü camiayı dini konular da son derece pervasız bir duruma getirmiş, halk partisi ile aynı zeminde aynı hedefte birleştirmiştir.Yakinen bildiğim gördüğüm için bu süreci birlikte yaşadığım için bliyorum.Bahçeli ile birlikte; iki üç ülkücü bir araya gelsin de dine ait mukaddesata ait bir değeri hafife alan bektaşi türü bir fıkra anlatmasın vaki değildir. Fakat suni değerlere gelince ciddiyet abidesi kesilirler, kükrerler.
E.kongar benim de referansım ama Doktorun da söylediği gibi anlamadığım bilmediğim konularda bakıyorum kongar ne diyor tam tersini doğru olarak kesin hüküm olarak alıyorum kendime.. yanılmaz bir miyar ölçü oluyor bu şekilde.
Doktor ve Hesapcı abilere Allah sabır versin diyorum.Dükkan sahibi olunca her tür müşteri gelebiliyor. Bir de bu dükkan züccaciye üzerine olursa dükkan sahibine dahan fazla ihtimam göstermek düşüyor. Anları anlamazı kıranı dökeni Kardeşim hoşuna gitmiyorsa git başka kanalı dinle yada dinleme senin bileceğin iş ama programı arayıp buyurgan bir üslupla neyi anlatıp neyi anlatamayacaklarına daha da ileri gidip ses tonuna müdahaleye kadar ve bir de en acısı tüm bunları sizi çok seviyorum, bilmem şu kadardır bu kurumun içindeyim yakinliğine sığınarak yapmağa kimsenin hakkı yoktur, git dinleme.. Abi bu nasıl sevgi?bu nasıl dinlemek, bu nasıl kurumun içinde olmak..Bir vazife ile mi kurumun içnde bulunuyorsun yine vazife gereği mi proğramları dinliyorsun.Bu kadar zaman bu proğramı dinledin hiç mi birşey anlamadın? Devlet bize de işkence yaptı ama yine kutsalımdır severim!..Devam et kardeşim ama ben sevmeyeceğim devlet beni sevmedikçe bana eşit muamele etmedikçe ben onu sevmeyeceğim. Çünkü devlet kutsal yada efendi değildir devlet hizmetkardır, aslolan her daim insandır. Sevgide karşılıklıdır en nihayetinde ( bazıları karşılıksız seviyor ama biz henüz o olgunluğa gelemedik üzgünüm) Amcam rahmetliden dinlemiştim askerdeyken çavuşları : "Söyler misiniz bu müslümanlar Atatürk'ü niye sevmiyor?" diye sorunca amcamda "hakikaten sebebini söyleyeyim mi dedim" diyor. Çavuşları da: "hay hay tabi söyle" deyince amcam da " kendisi müslimanları sevmezdi de onun için" demiş. Çavuş cevap vermeden dönüp gitmiş.(sene 1945-52 arası tahminen.)
Konuya binaen Ozan Arifin C-5 şiirinden bir dörtlüğü paylaşmak istedim..

Ozan Arif anlatamaz kaygımı
Yitirdim kanuna olan saygımı
Velhasıl 'devlete güven' duygumu
Sökerek yaptılar benim sorgumu.

 
At 2:11 AM, Anonymous hasan said...

Alışmışlar klişe beylik sloganlarla vatandaşda istifham bırakmaya devam ediyorlar. Vatandaş, Deniz Bahçeli ve Devlet Baykal'ın her dediğine (hatta adı gibi bildiği doğrulara dahi bunlar söylediğinde) istifhamla yaklaşsa; Aslında sorunun vatanla, milletle ve de devletle hiçbir alakasının olmadığını; sorunun bu zihniyetin zeminini kaybetme sorunu olduğunu anlasa sorun kalmayacak.. Akkoç karakoç belli olacak..
Hadiseler bu kadar mı tersinden okunur ya da daha doğrusu tersinden sunulur. Bütçe görüşmelerinde Bahçeli yapay farklılıkların üzerinden siyaset yapıldığını söylemiş. Pes imdi diyorum. Bu Bahçelinin yapayı ve tabiisi ile normal vatandaşın yapay ve tabiisi arasında yüz seksen derece fark var. Matematiğim zayıf inşallah doğru kullanmışımdır çünkü bunlar kelime oyunlarını mügalatayı çok severler, hakikatle işleri olmadıkları için; işleri güçleri klişelerle hakikati ters yüz etmektir. Sana göre yapay olan farklılıklar aslında insanoğlunun bir gerçeği.. Yani senin; herkes Türk demenle bir anda herkes Türk oluveremiyor. Senin kutsal saydığın değerlerinde ne hikmetse hep yapay oluyor.
Farklılıkları yok saymak mı yoksa farklılıkları kabul etmek mi kutuplaşma ve ayrışmaya sebep oluyor bunu iyi anlaman gerekiyor.Bu bağlamda kutuplaşmayı derinleştiren kim bunu da kendine sorman gerekiyor. "İnsanlar dost ve arkadaş olarak gördükleri kişilerde kimlik sorgulamaya başlamışlardır" diyorsun bunu da bir sor kendine bu tablo kimin eseri? Sen ve senin gibi ulusalcı taifesi ne yapıyor işi gücü kışkırtma işi gücü tahrik: şu şu yazarlar bölücü, şu şu marketler kürtçü şu şu siyasiler amerikancı bopcu şeklinde uzayıp giden faaliyetlerİ kimler ne için yapıyor? Birleştirmek için mi?..
Korkudan olsa gerek"Yüzleşme adı altında milli tarihi karalama kampanyaları hız kazanmıştır"diyorsun. bundan kastın da ağababalarının yaptıkları zulmün hiç anılmaması herhalde. Siyaset gereği Öymengilleri sıcağı sıcağına savunamamak seni çok üzmüştür sanırım. Milli tarih gibi bir kutsal kelimeyle aman ses çıkarmayın yanarsınız demek istiyorsun ama nafile akış değişti yapılan zulümlerin hepsi ile evet hepsi ile yüzleşilecek bunu bilesin. O çok sevdiğin Altemurun babası Kılıç Alinin kendi ifadesi: bir milyonun üzerinde kişinin kellesini ben vurdum diyor, yüzleşilmesin mi? Daha dün denilecek 1945'te Demokrat İnönü zamanında Balıkesirde yaşanan hadise; Balıkesirde vasıta giden tüm köylere giderek camilerin kapatılması ve kapıya bir kaç çaput bağlanarak başına bir nöbetçi asker diktirilmesi vatandaşın namaz kılmasına yasak getirilmesi ( size sorsak mutlaka bir ulvi gayesi vardır ama sormayacağım bilesiniz) köylünün cuma namazını köyün geniş bir samanlığını namaz kılacak şekle getirerek orda kılmasını dile getirmek de milli tarihi karalamaya girer mi? Yüzleşilmesin mi?
Bunların söylenmesi milli tarihi karalamak mı oluyor? Ya da her zaman uyardığınız gibi etnik ayrımcılık mı, diğer kardeşin dediği gibi dincilik mi..? Her hakka bir engel hepsine bir kılıf..!
Hakikat şu ki: Eğer güçleri yetseydi daha neler yapacaklardı neler...? Sen istiyorsun ki vatandaş seksen sene olduğu gibi bu ittihatçı ceberrut zihniyete boyun eğsin, hem de senin yapaylarını kutsal bilsin düşman olarakta AB ve ABD'yi bilsin otursun oturduğu yerde..
Tevekkeli boşuna değil; "Memlekette İttihatçı zihniyetin tasfiyesini isteyen, vatandaş üzerindeki ceberuta karşı çıkan, kimsenin ötekileştirilmediği, devletin kişilerin özgürlük alanını sınırlamaması" görüşünü savunanları numaralı cumhuriyetçiler olarak aşağılaman. Aynen E.Kongar gibi, diğer iflah olmaz din ve millet düşmanları gibi.
Halk partisi ile aynı takım oyuncusu olduğunuz artık kabak gibi ortada. Şu farkla ki: talep edilen her tür insani hakkı:Biriniz etnik ayrımcılık olarak, biriniz de dincilik olarak nitelendirip sakın ha oyuna gelmeyin diyorsunuz.O da vazife gereği tabi biriniz aynı takımın sağ kanat oyuncusu diğeri sol kanat aradaki fark sadece ve sadece bu..

 
At 11:44 PM, Anonymous hasan said...

Kaç gündür Osman Sağırlı'nın PKK'lı Murat Karayılanla yapmış olduğu röportaj ve ertesinde gelen güya okur tepkilerine binaen Türkiye Gazetesinin yapmış olduğu açıklamalar üzerine birşeyler söylemek istedim ama tembellik bir türlü olmadı. Ama Sayın Bahçelinin akreditasyon kararı üzerimdeki ataleti atmaya yetti.
Osman Sağırlı'nın röportajına gelince bir defa bu röportajdan sebep gazeteye tepki gösterenler okur falan olamaz; Çünkü Türkiye Gazetesi okuru, gazeteyi arayıp da şu haberi niye şöyle verdin de şunu böyle verdin demez (böyle ceberrut bir üslup yok bu camiada) bunu yapanlar olsa olsa ergenekonun medya ayağı ya da emir erleri BAHÇELİ taifesidir. Dolayısıyla bunu yayınlayalım mı yayınlamayalım mı diye düşünmeye bile gerek yok direk yayınlarım ve kimseye de bu tarz bir açıklama yapmam. Bahçeli dikkat çekecek ( cuntacı abileri geliyor ya ),vatandaş da esas duruşa geçecek zannediyorlarsa bu devir bitti üzgünüm..
Tüm dünyada gazetecilik başarısı sayılabilecek bu röportaja tepki gösteren her kimse ya alemden bi haber yada rutinin bozulmasını istemeyenlerdir.Gazeteyi arayan bu sözde okurlar gazetenin elebaşını tam sayfa şehit haberlerini kısa bir haberle geçiştirdiğinden şikayet ediyorlarmış.
İnsanların ölmesini isteyenlerle ölmemesini isteyenlerin soru ve talepleri de tabiidir ki farkklı oluyor.İsteniyor ki otuzüç erin şehit edilmesi (ben diyeyim bile bile sen de göz göre göre) gibi, Tokat hadisesinden sonra da herşey rafa kaldırılsın. Aktütün, Dağlıca gibi bu şehit haberleri de yıl oniki ay verilsin ki normale geçemeyelim. Aktütün saldırısından sonra organize bir şekilde bütün hınçlarıyla günlerce haftalarca konuyu gündemde (ama çözüme dair en küçük bir plan program yok,çözülmesini isteyen yok çünkü) tutan okullarda ki uzantılarıyla tiyatrolarda çocuklara şehit olanların isimlerini vererek gözlerimizi yaşartan ( şundan sebep adama bakıyorum her tür .bnelik var ama şehit haberlerinde benden de duyarlı ) oyunlar sahneleyen ve ne olur bu filmin etkisi bir ömür sürsün sürsün ki bizim de düzen bozulmasın isteyen bilumum zevat şunu artık anlayın bu düzen miadını doldurdu, hoplasanız da zıplasanız da nafile!
Yaşanan son olaylardan sonra avuçlarını ovuşturanlara baktığımızda çok renkli manidar bir tablo çıkıyor karşımıza bir yanda baykal ve bahçeli bir yanda e.ayna, muhtemelen e.aynayı bahçeli ikna etmiştir.Birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde (terör biteceği için) diyerekten...
Not : Bahçelinin gazeteye akredite koyması (gel ki emri veren ağababaları bu işten vazgeçmişlerdi ama bu karar, klasik olacak ama daha derin bir çaresizliğe düştüklerini ve zaafiyetlerinin gittikçe arttığını gösteriyor) beni ziyadesiyle memnun etti. Ve yine Klasik olacak ama bu akrediteyi tarih; Türkiye Gazetesi için şeref olarak anacaktır.

 
At 8:19 AM, Anonymous efe said...

Bloğumuzun başyazarı Sayın Hasan Bey’e bizleri sığırlarınki gibi bir bakış açısından kurtardığı için herkes adına teşekkür ediyorum,
Faşist falan değilimdir ama hani her kürtle de açılım ortamıdır efendime söyleyeyim kardeşlik mevzu bahistir diye kuzu sarması olamam sayın kollegeler. Evet kimse adamların çektiği 80 senelik sıkıntıyı; onlara yapılan ve hasıraltı edilen insalık dışı muameleleri bilmez. Ben bilirim onlara da hak veririm, haddi zatında ortamlarda da savunuruz meseleyi ama fıtraten Kürtlerle bireysel olarak ayarımdır. Çünkü bir adamı sevmek başka hukukunu savunmak başka.
Şimdi Hayatımıza bazı yenilikler girdi bu kürt meselesinden sonra. Çevrenize bir bakarsanız dikkatlice, özellikle lokantalarda pazarlarda ve bilimum kürt yoğunluklu iştirak ve iş kollarında; görürsünüz; fark edersiniz bu halleri.
Kürt gençleri artık yolda sokakta daha bir “ağababa mode on” olarak geziyorlar. Gözlerinizin içine daha dik bakmaktalar, edaları tavırları “biz kazandık, alırım anahtarını” şekliyle göz dolduruyor. Garsonlar İstanbul aksanına kasardı eskiden hani kibarlık olsun diye (ya öyle böyle yerlerden bahsetmiyor,hesaparın kelle başı 200 geldiği yerlerden konuşuyorum diğerleri Allah bilir ne halde) şimdi ise direkt Kürtçe Türkçe konuşuyor anlarsan anla anlamazsan bilmem nereme gibisinden.
Herhangi bir mesele konuşurken illaki konuyu açılıma ordan da kürt tanıtımına getirip bir teaser atıp mevzuyu gene biz bizize siz de sizsinize getiriyorlar. He başlangıç konusu önemli değil, konu geliyor oralara merak etmeyin (ben ihale ile ilgili konuşuyorken kendimi bu mevzuda buldum!)
Eskiden kürt hatunlar Türk erkekle beraber olmaya kasardı kendini, toplumda tutunmak maksadıyla, şimdi ise direk kendine bir Molotof kokteylcisi bulup mekanlarda onunla takılıyor,ve kaşlar çatık militarist sosyete kıvamında.
Bir de trafikte artık ne yaparsan yap kürt kökenlilierde geçiş üstünlüğü oluştu. Aksi halde baya bi muhabbet uzuyor, arabadan kandil göçmenleri inerek arabayı sallayabiliyor. (ben Boğaziçi köprüsünde bir adamı daha yeni salladıklarını gördüm arabadan)
Daha yazarım da, boşverin sünmesin. Neydi ne oldu…
Ne demişler;
Dala bakan keçinin ağaca çıkan oğlağı olurmuş.

efe

 
At 2:27 AM, Anonymous hasan said...

Efe Bey, yorumlarımızla kasdımızı haddimizi aşmıssak kusurumuza bakmayın. Öncelikle sizin olduğunuz yerde başyazarlık gibi bir iddiamız asla olamaz, olabilemez.. Efendim bloğu bu kadar süre boş bırakırsanız bizim gibi istismar edenler, durumdan vazife çıkaranlar çıkacaktır (zurnacı davulcu hikayesi). Meselelere sığır gibi bakmaktan ve ahaliyi bu durumdan kurtardığımdan bahisine gelince keşke diyorum, nerde o saadet efendim nerde o günler.. Ama en nazik meseleye temas ettiğinizi de belirtmek isterim. Bu mesele her zaman yazmak istediğim yazamadığım bir konu. Meselelere sığır gibi bakmak ve meseleleri doğru okuyanlara da gaipten gazel okuyor muamelesi çekmek, Ve bundan sebep asılın doğrunun hep araya gittiğini belirtmek istemişimdir (belirttikten sonra da memleketin isabet ehli feraset ehli şaşırmaz yanılmaz fanilerden müteşekkil homojen bir toplum olmasını görmek istemişimdir)ama bu da sanki "doğrunun hakikatin makus talihi" ni teyid edercesine bu defa da benden sebep yine araya gitmiştir.
Kimseyi kimsenin yerine veya kimseyi sığır yerine koyma gibi niyetimizin olmadığını da bilmenizi isterim. Ne münasebet efendim hele hele sizin gibi ilmi hür vicdanı hür birisine bu üslup bu muamele ne mümkün.. Ama serde öğretmenlik olunca bir de bünye müsait olunca böyle kafa göz kırmalar olabiliyor affoluna..(ayrıca bilirsin düzeltirken de yıkım konusunda bayağı kaabiliyetliyimdir)Yine de siz üzerinize alınmayın ama memlekette sığır sayısının da genele oranla ciddi bir yekün teşkil ettiğinin nazarı dikkate alınmasını istirham ederim...
Selamlar, hürmetler.

 
At 7:14 AM, Anonymous efe said...

Hasan Beyefendi Kardeşim;

Ben de olsam, bir başkası da olsa, şu bloga yazılanları okumamak,iunlara kafa yormamak veya sözünü dahi etmemek hakiki bir sığırlıktır.

Yazılan konular öyle değerli noktalar taşımaktaki keşke program müsait olsa ve programda tek tek açılımları dile gelse dinleyicilerde bilgilense, çünkü malum herkes bloga gelemeyebilir.

Elbette bu blog radikal gazetesinden bir adım önde olmalı değil mi sonuçta programın blogu.

Ne yazarsan yaz demişler yazdığın karşıdakinin anladığı kadardır.

Sen merak etmeyesin, kimse kafa yormasa ben okur kafa yorarım.

At Martini Debreli Hasan Dağlar İnlesin
Drama Mahpusunda Bre Hasan Namın Yürüsün

efe

 
At 8:51 AM, Anonymous efe said...

DARBE ve VALKÜRE

Wagner bana hep sıkıcı gelmiştir. Genelde tolere edemediğim sertlikte daha çok Rubinstayn veya Çaykovski’den bayarsam araya geçiş attıklarım içerisinde nadiren gözükür, onun dışında pek bulaşmıyordum. Filmi izledikten sonra biraz sarayım dedim ama gene olmadı. Wagner dinleyicisine özel bir adam.

Valküre’ de hepimizin Cüneyt Arkın filmlerinde ve genelde Bizans İmparatoru sahnelerinde kullanılan ya da elli ve altmışların Türk gerilim filmlerinde sıkça rastlayacağımız Nibelungen’in Yüzüğü operasının ayar verici bölümü.

Valküre İskandinav mitolojisinde atlı ve zırhlı savaşçı doksan atmış doksan hatun ablalar demekmiş. Yardımcı ordu bunlardan mütevellit olup, İskandinav mitolojisindeki Zeuslar falan bu hatunlardan bir iki götürürlermiş savaşa falan.

Adolf Hitler’e yapılan son suikasti konu alan Valküre, bir darbeyi ve darbecilerin sonunu anlatmakta. Gerçek bir öykü ve gerçek insanlar. Film çok fazla heyecan vermediyse de konu beni hep meraklandırmıştır.

Darbeciler güzel bir plan yaparlar. Bir kanun açığını değerlendirirler. Kanun şöyledir: Eğer Führer’e bir şey olur yada savaşın seyri değişir de Berlin de olaylar baş gösterir ise ilgili birliklere hemen Führer’in hayattayken imzaladığı talimat gönderilerek birlikler yardımcı orduyu kurup Berlin’de gerekli noktaları ele geçirerek bölünme ve parçalanmanın önüne geçilecek güven ortamı sağlanacaktır.

İşte darbeciler ki başta Albay Klaus Valküre operasyonu adını verdiği yardımcı ordunun olası durumlarda yapacağı müdahaleleri konu alması gerekirken; Darbecilerin planlarının yazıldığı dosyayı Hitler’e imzalatmayı başarır. Evet Hitler imzalar çünkü operasyonun adı Valküre’dir, yani Wagner. Hitlerin dediği gibi “ Wagner’i anlamayan biri Nasyonel Sosyalizmi anlayamaz” çünkü aslın Wagner saf ırk olarak adlandırılan ve Hitler grubunun anafikrini teşkil eden teoriyi ortaya ilk atan şahsiyettir esasında. Bu yüzden bir Yahudi asla Wagner dinlemez. Ya da bir yahudinin suratına “hasta Wagnerci” olduğunuzu söylemek adamın anasına küfür etmektir.

Dolayısıyla ellerine geçen meşru bir kanıttan sonra Hitleri bir toplantıda bomba patlatarak ayıklamak isterler; bomba patlar ve darbeciler Hitler öldü diyerekten Valküre dosyasını dağıtırlar, yardımcı orduyu toplayıp Berlin’de yönetime el koyarlar. Herşey iyi giderken Führer’in yaşadığı meydana çıkar. Herşey tersine döner bir anda ve darbecilere Bendlerblock avlusunda kurşunu ver ederler.

Talih ne hazindir ki bundan sekiz ay sonra Berlin düşer ve Hitler intihar eder. Ve darbeciler için Alman Direniş Anıtında şöyle bir ifade geçer : “siz direndiniz; hayatlarınızı adalet özgürlük ve onur için feda ederek bu utanca ortak olmadınız”

Bizim darbecilerimiz için ise tam tersini söylesek yeridir. Bir Klaus von Stauffenberg’e bak bir de Cemal Madanoğlu’na.

Hani darbe yapılır da, hikayesi bizimkilerin ki gibi utanç verici ve komik olmaz.

Tabi bir de şimdikilerin darbe planları ve bunların isimleri var. Kültür seviyesini oradan anlayın. Sarıkız ve Ayışığı. Hani Valküre nere bunlar nere. Ve hala aynı taktikler ve stratejiler…

Ne diyeyim;
Benim oğlum bina okur; döner döner gene okur.

 
At 3:10 AM, Anonymous hasan said...

Memlekette vesayet sistemi tasfiye olurken sistemin devamını isteyen müttefik cephenin hal ve söylemlerinin iyice şirazesinden çıktığını resmen zırvaladıklarını gittikçe daha da zavalılaştıklarını görüyoruz. Ülkede bir mücadele veriliyor, Bu mücadele; demokrasiyi savunanlar ve vesayet sisteminin devamını isteyenler arasında. Umut dünyası kimse maça yenileceğim diye çıkmıyor; ben nasıl sistemin tepe üstü gittiğini görüyorsam onlarda yapacakları son manevralarla sistemi ayakta tutacaklarını zannediyoırlar.Bahçeli de son basın toplantısında sağ cenahına vesayetin sözcüsü f.bilayı televizyonlardan başkenti tv'yi (ergenekoncu) alıp Türkiye ve Zamanı almayarak (Bu gazeteler ergenekon aleyhtarı oldukları demokrasi istedikleri için) ağababalarına sadakat gösterisinde bulunmuştur. Hadiselere kamuoyunun nasıl baktığı F.Biladan Türk Milletinin nasıl baktığı da MHP' den öğrenilir (nasıl bir illiyetse anlamış değilim). Bahçelisi ile bahçesizi ile bu sistem tasfiye olacaktır, olacakla öleceğe çare bulunmaz imiş..
Akşamdan sabaha yeni gelişmeler olmakta; vesayetin kurmuş olduğu her plan tersi ile vukuu bulmaktadır. En son CHP'lilerin girişimleri ile, Kenan Evren adındaki cadde ve okullara başka adlar konması beni çok sevindirdi. Açılan bu yolun akıbetini nihayetini CHP'nin öyle çok kolay hazmedebileceğini düşünmüyorum ama mukadderat kim önüne geçebilir ki..
Sistemin Alevilere yaptığı zulümlerin hatırlanması da Vesayet önderi öymen sayesinde olmuştu..Gel ki bizde iş müslüman sünni kesime yapılanlara gelince herkesin birden nutku kesiliyor ama olsun ister aleviye, ister ermeniye, ister ruma, ister türke her kime bir zulüm yapılmışsa yeter ki dile getirilsin getirilsin diyorum çünkü bu vesayetçi kesimin bunların dile getirilmesine tahammülü yok..
Vasilerimiz darbe aldıkça kimi zaman kardeş olmamız gerektiğinden kimi zaman tarih şuurundan kimi zaman hadiseleri değerlendirirken o zamanın şartlarını göz önünde tutmak gerekliliğinden falan filan. (Yerine göre sözümona çokk sevdikleri Osmanlı Padişahlarımızdan bile övgüyle bahsedebiliyorlar. Efendim şu padişah şunu yaptı bunu yaptı diye suçlanamayacağı aslında o zamanın şartlarına göre değerlendirilirse padişahın haklı olduğu anlaşılırmış.)Amenna ama ne zaman bu şekil değerlendirmeler yapılıyor ve bizden böyle değerlendirmemiz yada daha doğrusu neyi böyle değerlendirmemiz isteniyor : Ağababalarının yapmış olduğu bir zulüm günyüzüne çıktığında ve genel olarak dillendirilmeye başlandığında birden bu örnekler sıralanmaya başlıyor..çok sıkıştığında da efendim olmuş o zaman şimdi böyle birşey varmı ki mağdur edebiyatı yapıyorsunuz diyorlar. Neymiş efendim yapılan bir zulmün dile getirilmesi mağdur edebiyatı oluyormuş. Yapılan ırza geçmelerin ifadesi mağdur edebiyatı oluyormuş..(Allahtan suç saymadılar suç deselerdi ne yapabilirdik ki. Ortaya çıkan komplo belgelerini kimin hazırladığını bırakıp kimin sızdırdığının aranmasında olduğu gibi.)

 
At 3:12 AM, Anonymous hasan said...

tv'de, heybeliada ruhban okulunun açılmasını isteyenlerle istemeyenler arasındaki tartışma programında hukuk anayasa yargı kanun (kanunu değiştirsen de işe yaramıyor işe yarasa böyle söylemezler) yalanlarından sonra istemeyenlerden birisinin Ruhban okulunun açıldığında asıl tehlikenin müslümanların da kendi çocuklarını okutacakları okullar kurmak isteyeceklerini söylemesi ve akabinde yine aynı ekibin ekip olarak: yaa şimdi anladınız mı ?( bizim aslında sizinle bir zorumuz yok bizim işimiz müslümanlarla) der gibi hiddetli şiddetli bir şekilde (bir b..dan anladığın yok otur oturduğun yerde) rum vatandaşa bakmaları; aleme "müslüman düşmanlığı nasıl yapılırı" gösterir nitelikteydi..
İki tablo çıkıyor önümüze: Amaçların niyetlerin açığa vurduğu böyle bir tablo birde amaçların; genel geçer kabul gören farklı gerekçelere büründürüldüğü siyasi tablo..
Heybeliada ruhban okulunun açılmasını:
Siyasilerden bahçeli ekibi milli devlet egemen devlet açısından çok sakıncalı bulacak..
Baykal takımı da laikliğin köküne kibrit suyu ekilir diyecek..
Vatandaş rıza'da milli devlet, laik ve de hukuk devleti diye bağıracak.. bağırttırılacak...

-Son olarak bu gün 23 Aralık..tarihte kubilayın gericiler tarafından şehid edilmesi olarak geçen hadise.. Devletlu büyüklerimizin vatandaşa karşı pardon dincilere karşı mücadelenin taviz vermeksizin devam edeceğini rejim için en büyük tehlikenin gericiler, bunlara karşı teminatın kendileri olduğunu; "günün anlam ve önemi kapsamında" bizlere hatırlatacakları bizi ferahlandıracakları gün..

 
At 4:48 AM, Anonymous hasan said...

Yok yok artık ümidsiz değilim tünelde ışık göründü. Taşlar yerli yerine oturmaya, vatandaş doğru yanılmaz ölçüleri bulmaya başladı.. En son Ufuk URAS, Canan Arıtman için "Canan Arıtman bir pusuladır: O rahatsız ise yapılan iş doğrudur." demiş, işte bu kadar diyorum. Bir de vatandaş bu pusulaları kullanmaya başlarsa ki bu pusulaların sayısı da az değil sorun kalmayacak.
Aslında Doktor, vatandaşa bu pusulaların tam listesini verse fena olmaz. Vatandaş yanılmaz bir ölçü sahibi olur.. Efendim medyada şunlar, siyasette bunlar,yargıda onlar, orduda bunlar gibi..
Ben bu ara medyadan; Ecevitin ve de ona sağlığında saygıda kusur etmeyen Biraderinin, (kendisine ecevitten yadigar olarak gördüğünden olsa gerek) toplantılarda yanından ayırmadığı kaza sonrası w.allenı andıran (ankara temsilcisi mi dersiniz yoksa kamuoyu temsilcisi mi?)zatı öneriyorum..

 
At 7:00 AM, Anonymous hasan said...

This comment has been removed by a blog administrator.

 

Post a Comment

<< Home

Mesothelioma Asbestos, Mesothelioma Cancer, Malignant Mesothelioma, Mesothelioma Attorney.
Mesothelioma