doktor&hesapci

TGRT-FM de Cuma günleri saat 20.00 civarlarında yayına giren programın paralelinde fikir alışverişi için yapılmış bir blog dur. Yorumlarınızı bırakmakta nazlanmayın.

Friday, January 01, 2010

Gündemle ilgili Hasan'a Teşekkürler ederek

Doktordan Not:
Hasan son zamanlarda öyle deruni ve net analizler, yorumlar yapıyor ki herhangi bir yazının altında kalmasına gönlüm razı olmadı. Bu haftanın blog yazısı için yazdıklarını giriyorum. Ellerine sağlık.
*********************
Baykal ; Arınça yönelik suikast iddiası için "eğer ordu böyle bir suikast planlıyorsa, orası lafın bittiği yerdir." demiş. Tarafın, sistemin ötelediği yazarlarından; (hoş taraf'ta olup da sistemin berilediği yazar da yok) M.Esayan'da buna "hayır, lafın bittiği değil CHP'nin bittiği yerdir." diye karşılık vermiş. Evet son günlerde ki başdöndürücü gelişmelere bitmek bilmeyen son dakika haberlerine baktığımızda sistem eşittir CHP daha doğrusu vesayet eşittir CHP'nin bittiğinin resmini görüyoruz. Ordunun sözcüsü diyebileceğimiz F.Bila'da eğer bu iddia doğru çıkarsa felaket olur demiş. Tabi ki kendi felaketini kastediyor. Bu arada M.Esayan için sistemin ötelediği demişken , O'nun, bir bayram arefesi idi sanırım yazdığı bir makalede, her bayram ailesinde anne baba arasında ve de bunlarla çocuklar arasında yaşanılan garip bir gerilimden bahseden bir makalesini okumuştum ve sistemin aşağıladığı iki farklı kültürdeki ailelerdeki (dindar ve ermeni) yaşananların yakıcı benzerliği beni şaşırtmıştı.Ondan bu yana sistem ile ilgili tespitlerini mühimsediğimi belirtmeliyim.Ne alakası var şimdi bunun sistemle CHP ile? derseniz, derimki her nerde bir arıza, anormal bir durum, bir dert, bir musıbet, melanet var ise mutlaka onda CHP'nin bir dahli bir katkısı vardır bundan hiç şüpheniz olmasın..
Gelelim yine sistemin sonuna..Herşeyin bir ömrünün olduğu; vakti saati geldiğinde son bulduğu alemde, varlığını milletin değerlerine düşman olarak ikame etmiş bir sistemin de payidar kalmasını bekleyemeyiz herhalde. Hakim zümre, millete yapılanları, bu millete yaptıklarını ve en önemlisi millete rağmen yaptıklarını çok iyi bildiğinden sürekli bir ihanet korkusu sürekli düşman korkusu(tabii ki iç düşman) sürekli hezeyanlarla ömrünü geçiregelmiştir. Bir eli yağda bir eli balda memleketin tüm semayesini elinde bulundurduğu halde bu korku onlarda hep devam etmiştir. "Hainler korkak olur" imiş. Siz bir cana, masum bir insana kıyarsanız zulüm ederseniz; bir gün mutlaka hesabının alınacağı korkusuyla yaşarsınız. 28 Şubatın rövanşını alınacak hezeyanını hatırlayın.. Milletin anasını belleyeceksiniz ondan sonra abad ettik diyeceksiniz.Aydınlık toplum inşaası olarak nitelendireceksiniz.Tüm bunları da millet için yaptık diyeceksiniz.Madem herşeyi millet için yaptınız miletten korkunuz niye? Sırtınızı dönüp uyuyun, haa uyuyamıyorsanız yediğiniz herzeleri iyi bildiğinizdendir. Millet için birşey yapılacaksa biz yaparız diyerek onu sürekli aşağılayacak, yüzde kırksekiz değil yüzde doksansekiz oy alsanız dahi birşey değişmez diyeceksiniz, bunun adı da demokrasi olacak, hukuk devleti olacak öyle mi? .. (Kanunu sen uygularken kutsal bana geçtiğinde tehlike çünkü herşey senle selamette ama seni anlamadılar.)
Siyasilerden bir tanesi çıkıp bu doksan sekizini de alsa farketmez diyen bu veledi muaazzamaya neden böyle dersin diye sormadan has.ktir lan p..... dese idi, yalnız yine söyliyeyim hiçbir şey sormadan girizgahı bu şekil yapsaydı nihayete daha önce ulaşılırdı olmadı. Hani insani refleksler vardır, kırılma noktaları vardır başınıza gelen birşeye o an bir karşılık vermeniz o an bir fiilde bulunmanız gerekir. Yaptınız yaptınız yapmadıysanız ne kadar çekeceğinizi Allah bilir. Netice itibariyle, M.Altan'ın dediği gibi " Bu milletin başının üzerinde seksenaltı yıldan bu yana sopa eksik edilmemiştir."
Artık sona, CHP'nin bittiği yere gelmiş bulunmaktayız.Yine denildiği üzere CHP'nin, sözün bitti, dediği yer, sözün tam da başladığı yerdir.CHP'nin gidişi bu memlekete rahmet olarak yetecektir.

Ayrıca Doktora ve de Hesapcıya teşekkür ediyorum.. Bir de Doktordan ağustosların sayısını tekrardan nazarı dikkate almalarını rica ediyorum.
Selamlar, hürmetler.


8 Comments:

At 11:19 PM, Anonymous hasan said...

Doktorun kaale alıp yazımızı girişe taşıması doğrusu nefesimi kesti. Artık ortalıkta bir ara görünmemek faydalı olur sanırım! Hani nasıl derler kenardan cahil cesareti kabilinden mevzulara gireyim dedim ama mevzuu buralara geldi. Doktora nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.Hafta boyu programı bekleyip (Doktor gibi), keyif alarak dinlediğimiz programın sunucusundan bu şekil taltif görmek bizi pek ziyade memnun etti. Teveccüh etmişler, kendilerine çok teşekkür ediyor neşelerinin daim olmasını eksik olmamalarını diliyorum.
Selamlar,hürmetler.
hasan

 
At 5:58 AM, Anonymous Anonymous said...

Aha da şimdi okuyabildim. Hakikaten mükemmel bir yazı olmuş. Herşey yerli yerinde, hükümler tam isabet. Doğru söze denecek bir şey yok. Yazıda bahsi geçen M. Eseyan'ın bayram yazısını vaktiyle ben de okumuş, farklı iki din ve kültüre ait aileler arasında cereyan eden bu benzerliğe çok şaşırmıştım. Zira Eseyan sanki kendi evini anlatırken benim evimi de anlatmıştı. Cumhuriyetin hışmına uğrayan bizlerin yine Cumhuriyet tarafından birbirine düşman halklar olarak kodlanması... sanırım artık son buldu. Bu ülkede benzer acıları yaşayan o kadar çok insan var ki.
Selamlar Mazhar

 
At 4:57 AM, Anonymous hasan said...

"Türk Milleti üzerine oynanan oyunları engin sağduyusu ile bozacaktır" yok efendim "Türk Milletinin sabrı ile oynanıyor, bu nasıl bir tehlikedir farkedilmiyor" (Çünkü Türk Milletinden noter tasdikli vekaleti var) gibi daha nice tehdit küfür klişe repliklerini 2003'den bu yana hiç değiştirmeyen Bahçeli ve de onun sadık bendeleri hoşlanmayacaklar ama yine M.Eseyan'ın makalesinden bir bölüm alacağım.V e bundan sonraki günlerde de ara ara milli tarihi ve yine memlekette süregelen endoktrinasyonu sorgulayacağım ekibin bilgisine...

Yıllar evvel ilk kez yurt dışına çıktığımda, insanların genellikle güler yüzlü oldukları dikkatimi çekmişti. Birbirlerine gülümsüyorlar, tanımadıkları insanlara selam veriyorlar ve bedenlerinin tüm jestlerinden doğal bir mutluluk yayıyorlardı çevrelerine. Ülkelerin, kentlerin ve her mekânın kendine has bir ruhu vardır; o ruh, sadece o an var olan değil, geçmişten o ana akan bir yaşamın hülasası olarak mekânlara sızar. Oysa benim ülkem böyle değildi. Benim ülkemin insanı çoğunlukla gergin, mutsuz ve asık suratlıydı. Korku, şüphe ve şiddet, gündelik yaşamın tüm hücrelerine nüfuz etmiş, insanları ele geçirmişti. İnsanlar, her travmada biraz daha içine kapanarak ve kapandıkları o dar hücrelerin dışında kalan her şeyi tehdit algılayarak yaşıyorlardı. Bunun toplumun hasta olduğuna dair bir belirtiler dizisi olduğunu anlamak öyle kolay da değildi; çünkü böyle bir yaşam tarzı neredeyse norm haline gelmişti. Bununla birlikte, bir zamanlar bizlerin bir arada, tutkulu ve mutlu bir şekilde yaşadığımıza dair şayialar da vardı. Bizler görmemiştik; ama büyüklerimiz böyle bir yaşantıya dair hoş hikâyeler anlatıyorlardı bize, gözlerinde bizlere acıyan bir ifade asılı olduğu halde.

İnsanlar hastalandığında doktora gider ve şifa ararlar. Peki, toplumlar rahatsızlandığında ne olur?

Zannediyorum toplumlar da bireylerden farklı bir yol izlemiyor. Travma yaşıyor, bu travmayla sağlıklı bir yüzleşme yapamadığımız takdirde de hastalanıyoruz. Gündelik yaşam, kalitesini ve zenginliğini gitgide yitiriyor, iletişime değil, sadece çatışmaya cevaz veren bir ‘dil’ geliştiriyoruz. Bu dilin klişeler, ezberler ve tabulardan oluşan diyalektiği, geçmişle yüzleşmeyi imkânsız kılıyor. Bu durumu iyi analiz eden tahakküm teknolojileri, kendi varlıklarını sürdürmek üzere bu ahlaksız imkândan sonuna dek ve arsızca faydalanıyorlar. Travmaların yaşandığı tarihsel kırılmalar üzerine kaba kuvvet ve şantajlarla dokunmuş karanlık bir örtü atıp, toplumun gerçeklerle karşılaşmasını, dolayısıyla özgürleşmesini istemiyorlar.

Türkiye işte böyle bir cenderenin içinde onlarca yıldır adeta inliyor. Estetize edilmiş tarih anlatısı, sadece yüzleşilmekten imtina edilen konuları değil, tarihin olumlu olumsuz tüm gerçekliğini paket halinde reddediyor. Böylelikle, geçmişimizin tüm pozitif kaynaklarından da şüphe duyar hale geliyor, gün geçtikçe fakirleşiyoruz. Bu deli gömleğinden sıyrılmaya, konuşmaya, tarihini ve kendini keşfetmeye çalışan Türkiye, birilerini çok korkutuyor. Onların korkusu önceliğimiz değil. Lakin siyasi görüşümüz ve gelecekteki Türkiye tahayyülümüz ne olursa olsun, bu zehirli zihniyeti ne kadar içselleştirdiğimizi irdelemek gerekiyor. Bu zihniyet bu ülkede bir ‘ahlak’ yarattı ve biz o ‘ahlak’tan hiç de münezzeh değiliz. Türkiye’nin önünü açacak zihniyet kırılması da, çetelerden değil, bizlerden gelecek bu yüzleşmeyle olacak.

O zaman hep beraber iyileşeceğiz.

 
At 4:52 AM, Anonymous Anonymous said...

OLAĞAN ŞÜPHELİLER ZAVİYESİNDEN İŞÇİ PARTİLİLER
Şeytanın insanoğluna yaptığı en büyük hile,
onu kendisinin var olmadığına inandırmaktır.
(Olağan Şüpheliler filminden)

Afişinde, suratlarından suç damlayan beş sabıkalının boy çizgileri önünde polis fotoğrafçısına gülümserken görüntülendiği fotoğrafın yer aldığı, 90’lı yıllarda gösterime girmiş harika bir film. O yıllarda izlemeğe niyetlenmiş olduğum halde bunca yıldır izleyemedim. Kısmet bugünlereymiş. İyi ki de böyle olmuş, yoksa İşçi Partililerle Olağan Şüpheliler arasında ki o ince çizgiyi hiçbir zaman göremeyecektim.
Geçtiğimiz haftalarda doktoru arayıp, Ergenekon yok, terör yok, silah yok, bomba yok, belge yok diyerek Türkiye’nin en büyük gerçeğini, Aydınlık martavallarıyla gölgelemeye çalışan işçi partilinin sözleri yukarıda ki repliği hatırlattı bana.
Aydınlık’tan önce 2000’e doğru dergisi vardı, Perinçekgillerin boy gösterdiği. Ordu köy yakıyor, ordu orman yakıyor başlıklarını, ilk orada görmüş, Silahlı Kuvvetler aleyhtarı yayıncılıkla ilk orda tanışmıştık. PKK ve İşçi partisinin müşterek yayın organı gibi çıkardı dergi. Aydınlık aslında daha eski 1920’li yıllara kadar uzanıyor hikâyesi. Türkiye Sosyalist Harekâtının yayın organı. Mevcut düzenle hep çatışama halinde. Altı sayıda bir kapısına kilit vurulmuştur dersek abartmış olmayız. Takrir-i Sükûn’dan tutunda İstiklal Mahkemelerine kadar her fırsatta cezalandırılmış. Nazım Hikmet’te ilk defa mahpusa bu dergide yazdıkları yüzünden düşüyor. 25’den sonra 68’e kadar uzun bir süre kapalı kalmış. Sonra Perinçek olaya el atmış. Amele ceridesinden, proletarya nüshasına, 2000’e doğru’dan Aydınlık’a derken günümüze kadar getirmişler yayını. Çok şey değişmiş tabi yazarlar çizerler, fikirler. Rahmetli Necip Fazıl’ın dediği gibi,
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.
Bu arkadaşlar kir akan oluğa talip olduklarından, nerede bir kirli iş varsa orada olmuşlar. Fakat iki şey hiç değişmemiş: Perinçek ve din karşıtlığı. Aslında üç dememiz gerekiyorken şimdi görünüyor ki üçüncü madde değişti, diğerlerinin değişmesi de muhtemeldir. Üçüncü değişmez olan Devrimcilik artık yok. Hey gidi hey, kim derdi ki devrimci- Maocu Perinçek, Atatürk ilke ve inkılâplarının bendesi olacak.
Perinçekgiller; bizim Devrim’e! hep karşıydılar, devrimin bütün unsurlarına devletine, derin devletine, ordusuna, polisine, kontrgerillasına, Mit’ine, Amerika’sına; bu karşıtlık o kadar aleniydi ki, Rejim’in baş düşmanı Öcalan’la sarmaş dolaş fotoğraflarını yayınlıyor, Aydınlık Dergisinde de Öcalan’ın elinden çiçek almanın utanılacak bir şey olmadığını savunuyordu. 80’li yıllarda derin devlete karşı yürüttüğü politika örnek gösteriliyor. Bu arada dergi sürekli toplatılıp, kapatılıyordu. Her hadisenin arkasında illa bir Amerikan parmağı göstermeleri ise tik kabilinden alışkanlık sayılıyordu.
Sonra (kamyon sanki Mercedes'e değilde perinçek’e çarptı) ne olduysa oldu anti düzenci, bu güruh birdenbire devletçi, hem de derin devletçi kesildi. 28 Şubat ortamının hazırlanmasında ki paylarına bakarsak darbeci de oldular. Yeryüzünde böyle bir değişim görülmemiştir. Mao’dan Atatürk’e, Komünizmden Faşizme doğru bir seyir. Bütün bu dönüşümü; Perinçek ve avanesi , talimatlara göre davranır diyerek izah etmek mümkün, olayı bir de Olağan Şüpheliler zaviyesinden görüp değerlendirelim hangisi mantıklı gelirse öyle inanırız.

 
At 4:56 AM, Anonymous Anonymous said...

(Yazının devamı)
Film oldukça kaliteli bir yapım. Kahramanımız Verbal Kint (Kevın Spacey) yani sakat. (Perinçek’i çağrıştırsın diye demiyorum. )Adam harbi sakat, sol yanına felç vurmuş ayağını sürükleyerek götürüyor, eli ise ters dönmüş kepçe gibi. Acıyorsunuz haline garibanın. Polis sorgusunda tanıyoruz kendisini filmi onun anlatımlarıyla geriye dönüşler halinde izliyoruz.
Los Angeles’da demirlemiş bir gemide çıkan yangın ve patlamadan sonra 27 ölü, bir yaralı ve bir sakat geçiyor polisin eline. Yaralı bir Macar yanıklar içinde ölümle pençeleşiyor. Polise bir isim veriyor “Kayzer Söze” ve bu ismi telaffuz etmek yaralarından daha çok acı veriyor Macar’a; anlıyorsunuz.
Film boyunca görmesek de Kayzer Söze hakkında çok şey öğreniyoruz. Zalimliğin sınırlarına yeni ufuklar katan bir gangster . Suç aleminin kralı. Öz ailesini ve çocuklarını kendisi öldürmüş, Macar mafyasıyla arası fena halde bozuk ve İstanbul’dan gelme bir Türk. Derin bir adam.
Sakat, polis sorgusunda birkaç hafta öncesine giderek hikayeyi anlatıyor. Hiç görmediği halde bütün bu işleri (filmin konusu olan bilimum kötü işler) Kayzer Söze’nin yaptığını ve yaptırdığını söylüyor. Polisse böyle birinin var olduğuna inanmıyor. Çünkü ne bir gören var, ne de hakkında bir belge sadece dilden dile dolaşan bir efsane Kayzer Söze. Sakat polisi ikna edemeyince girişte ki repliği söylüyor. Seyirci de tereddütte acaba var mı böyle biri. Arada kalıyorsunuz.
Filmin sonunda esrar perdesi aralanıyor, anlatırsam izleyecek olanlar için seyir zevki bozulur. Anlatmayacağım. Fakat şunu bilin ki yapımcı düğümün çözülmesi için kahramanın ismine bir anahtar yerleştirmiş. Verbal’ın Türkçe karşılığına bakmak lazım.
Velhasıl sonunda Kayzer’in gerçek bir kişi olduğunu ve hiç ummadığınız bir kişi olduğunu ve bütün bu gürültüyü kendini tanıyanları temizlemek için çıkardığını anlıyorsunuz. İzleyenler Perinçek’i akıllarının bir köşesinde tutarak filmi yeniden izleyebilir. İzlemeyenlerse izlesinler öyle konuşalım.
(Bu arada işçi partili arkadaşın, böylesi sakin bir programda eylem yapar gibi sloganlarla konuşması çok ayıp. Buna karşılık doktorun sokak kültürüne, hâkimiyetine hayran olmamak elde değil. Hele Hesapçının stüdyoya ayakkabı fırlatılmış gibi şaşkınlığa gark olduğu bir anda.)

Selamlar Mazhar

 
At 11:33 PM, Anonymous hasan said...

This comment has been removed by a blog administrator.

 
At 11:44 PM, Anonymous hasan said...

This comment has been removed by a blog administrator.

 
At 11:46 PM, Anonymous hasan said...

Bir de Barlas'a sormak gerekir: Faraza; Kader ortağı olma fırsatını değerlendiremeyen ve akabinde "Bu bana ders olsun" diyemeyen; Vahideddin Han değil de M.Kemal olamaz mı? Faraza!(Öyle bir ülke ki bazı soruları ancak farazalarla sorabiliyoruz) Bir de memleketi bilinmez geleceğe yanlış kararlarla daha da sorunlu günlere götüren Sultan mı acaba?

-Sultanın öyle böyle değil yüksek ahlak basiret, feraset sahibi müstesna gerçek bir insan numunesi olduğunu ve insana baktığı an ciğer filmini çıkarabileceğini de belirtmek isterim.Nerde kaldı ki adam seçememe, yanlış kararlar verme?

Not : Eğer ömür vefa ederse; İngiliz belgelerinin tamamı açıldığında kafaları çok yükseklerde olanların, yerlerde sürüneceğini inşallah hep beraber göreceğiz..

(İngilizlerin bile bizim elemanlardan merhametli olduklarını adım gibi biliyor ve inanıyorum.)

Selamlar..

 

Post a Comment

<< Home

Mesothelioma Asbestos, Mesothelioma Cancer, Malignant Mesothelioma, Mesothelioma Attorney.
Mesothelioma