Yine Hasan' dan Analiz.
- Tarihi gerçekler üzerine ve de cumhuriyetin Mit Making hadisesi üzerine kafa oranlar dikkatle okumalılar... Bir kez daha çok teşekkürler Hasan...
- Doktor
- *******
Aslında önce Cennetmekan Abdülhamid Han, ile ilgili yazacaktım ama Mehmet Barlas'ın üçgündür yazdığı Vahideddin Han ile ilgili yazı dizisini okuyunca bir de yazacaklarım konu itibariyle; bilinenler ve bilinmeyenler ve bakış ile ile ilgili olduğundan silsilede değişiklik yapmam icabetti.
Memleketim insanında aldıkları eğitimden (malum zorunlu-merkezi tektipçi eğitim) kaynaklanan hadiseleri ve şahısları değerlendirme sorunu sorunsalı var. Bu hadise en faşistinde olduğu gibi en sosyalistinde de var, en laikinde olduğu gibi en dindar bilineninde de var. Çünkü hepsi aynı eğitim sisteminden geçmiş, hepsi aynı endoktrinasyona uğramış.
Tarihi bir hadiseyi veya tarihi bir şahsiyeti değerlendirirken ve objektif yaklaştığımızı zannederken de aslında hakim ideolojinin içselleştirdiğimiz hükümleri ile değerlendiriyor ve yaklaşıyoruz. Resmi tarihimizin ululadığı onayladığı şahsiyetler ile ilgili hüküm verirken; (iç dünyamızda tüm inceliğe ve yüksek ahlaka sahip olduğunu içselleştirdiğimizden) çok hassas olduğumuz halde onaylamadığı, aşağıladığı şahsiyetlere sıra gelince (yine iç dünyamızda kişiliksiz kimliksiz hatta hain olarak içseleştirdiğimizden) ademin yapacağı ve de düşeceği her tür zilleti çok pervasızca isnad edebiliyoruz ve bunu normal doğru gibi sunuyoruz. Ve bu yaptıklarımızın muhasebesini yapmadığımızdan, toplumda da bu kabul gördüğünden böyle devam edip gidiyoruz ..
Şimdi Barlas'ın yazdıklarına bakalım :
"Osmanlının son padişahı Vahideddin veliahtken güvendiği Mustafa Kemal'in atama önerisini reddetti. Tahta oturunca onun eleştirdiği Enver Paşa'yı başkumandan vekili yaptı.Kurşuna dizmek için getirilen adama"son olarak söyleyeceğin bir şey var mı" diye sorulunca; O da "Bu bana ders olsun" demiş ya... Olaylar zinciri ya da "Kader" denilen olgu, bazen insanların önüne karar alternatifleri sürer. Öyle bir andır ki bu yanlış karar, insanı geri dönülmesi mümkün olmayan noktalara ve onarılmaları imkânsız zararlara sürükler. Artık "Ne yaptım ben" demekten başka yapacak şey kalmamıştır. Bazıları içine düştükleri durum karşısında iş işten geçmiş olsa da "Bu bana ders olsun" diyerek özeleştiri yapmayı denerler. Bazıları ise bunu da yapamaz ve kendileri ile birlikte bilinmez bir geleceğe taşıdıkları insanları da, daha yanlış kararlarla daha da sorunlu günlere götürürler. Artık yapılabilecek çok şey kalmamıştır. Bin nasihatten daha evla olan bir musibetle yaşamak zamanıdır artık. Bizim yakın siyasal tarihimiz böyle durumlarla dolu."
Diye başladığı ve özü itibariyle tercihleri hep yanlış, hep birilerinin güdümünde ve nihayetinde de ve her defasında "Bu bana ders olsun" diyemeyen bir Padişah portresi..
Bir hadiseyi bir şahsiyeti değerlendirirken neyi merkez neyi miyar aldığınız çok önemli. Silsile de bunları takip ediyor. Temel yanlış ise binayı da bunun üzerine inşa ediyorsunuz.
Barlas'ın yaptığı da başka birşey değil. Sen ne kadar çok bilirsen bil ne kadar donanımlı olursan ol hatta ne kadar objektife yakın olursan ol (ki barlas az çok öyle biri) tuttuğunuz miyar yanlış ise yanlışlar silsilesini devam ettiriyorsunuz.
Nedir onlar şimdi onlara bakalım: Padişahın veliahtken M.Kemal'e güvendiğini nerden anlıyoruz? Bir Almanya ziyareti bunu anlamamıza yetiyor mu? İnsani ilişkiler denge siyaseti denen bir şey yok mu ? (Hele hele herşeyin tozduman olduğu o dönem de) Ya da dengelerin değişmesi? Hepsini geçtik, Padişah olunca Musatafa Kemalin atama önerisini kabul etme gibi ya da onun hoşlanmadığı birisi olan Enver Paşayı seçmeme gibi bir mecburiyeti mi var? Anlaşılır gibi değil. Hani neticesinde "Ben ne yaptım" ya da "Bu bana ders olsun" denilecek bir durum olsa ne ise, yok ama ortalık da ara ki insan bulabilesin. Eldeki malzeme ortada sağa dön ihanet sola dön ihanet..
Ve daha sonra Vahideddin Han'ın Enver Paşayı harbiye reisi yapması M.Kemal'i yapmaması Enver paşanın güdümüne mi girdiğini gösterir? Bu nasıl mantıktır? Bu mantıkla M.Kemali yapsa onun güdümüne de girmiş olmayacak mıydı?-
Sonra Barlas, Prof. Metin Hülagü'den alıntı ile devam ediyor..
"Sultan Vahdettin Milliyetçi hareketin 1922 yılında Yunanlılara karşı Anadolu'da elde etmiş olduğu başarıyı Milliyetçi liderlerle kendisi arasındaki mevcut anlaşmazlıklar dolayısıyla kutlamaktan kaçınmışsa da, Anadolu'da kazanılan zaferleri kutlamak yahut şehit olanların ruhlarına dua ve niyazda bulunmak üzere İstanbul camilerinde tertip edilen törenlere katılmaktan da geri kalmamıştır. Bu anlamda Anadolu'da şehit düşenler hatırasına olmak üzere 15 Eylül 1922'de Süleymaniye Camisi'nde ve Ayasofya Camisi bahçesinde düzenlenen törenlere iştirak etmiş, tebasıyla birlikte saf tutmuş, şehitlerin ruhu için duada bulunmuştur. Zafer karşısında suskun kalan ve 15 Eylül'de şehitler için okunan dualara katılan son padişah bundan iki ay sonra bir İngiliz gemisiyle İstanbul'u terk etmişti."diyor tarihçimiz!
Ezber bir yalan olduğu için ilkönce sondan başlayalım. Sultan Vahideddin Han asla ve kata, İngiliz gemisiyle kaçmamıştır.İngiliz gemisiyle cebri kaçırılmıştır. Sultan, gemiye anlaşalım yalanı ile getrilmiş, kendisine gemide söylenmiştir İstanbul'dan sürgün edileceği. Sultan da üzerinde bulunan devlete ait eşyaları (ki kendisine yedi kuşak yetecek paha da) teslim etmeden ancak ölü olarak götürebileceklerini söyler ve bunları makbuz karşılığı teslim eder.(vatanseverlere duyurulur.)
Yani çocuklara masallar kabilinden yalanlar zırvalar..Bu tarihçi aynı zamanda; İngiliz Belgelerinden M.Kemal'i, Vahideddin Han'ın Anadoluda Milli direniş hareketini başlatmak üzere kırkbin altın ve yetkilerle gönderdiğini yazan ve dolayısıyla bunu bilen birisi. Gel görelim değişen birşey yok, sorgulama yok. Asgari akıl sahibi biri şunu sorar Madem M.Kemali, Sultan gönderdi o zaman Anadolu da kazanılan her zafere sevinir.Bu yunan zaferini (bir de varsa tabii)milliyetçiler kazandı buna sevinmeyeyim böyle bir şey yok.Çünkü Sultan bütün ümidini oraya bağlamış ve bu iş için de kendini feda etmiştir.
Hakikat şu ki; Sultan Vahideddin tahta geçtiğinde ülke ateş içinde değil ateş olmuş yanmış bitmiş yangın yeri kalmıştı. İttihat ve Terakki 1908'de Cennetmekanı tahttan indirip yönetimi aldıktan sonra memleketi savaştan savaşa sokup düşmana teslim ettikten sonra yönetimi Padişahın kucağına bırakmıştır. Sanılanın aksine Vahiddeddin Han savaş filan kaybetmiş değildir, yenilmiş bir devletin başına geçirilmiştir. Ve şeklen padişahdır gücü elinde bulunduran İ.Terakkidir. (şunu getirdi şunu götürdü derken de insaflı olmak gerek) Ordusu yoktur, gücü yoktur, buna rağmen çare arar. Vahideddin Han çaresizdir, içi yanar. Nitekim yakınlarına “ben milletin közü üzerine oturmuşum, kuş tüyünden minderlere gömüldüğümü sanıyorlar.”der.
Kurtuluşun Anadolu’dan başlatılacak bir hareketle muvaffak olacağına inanan Padişah bu hareketin muhalif olduğuna düşmanların inanması için de uygun bir tip arar, önüne getirilen bir çok kişiye hayır olmaz der. Ta ki, M.Kemal'i huzura getirdiklerinde "tamam bu olur" der. Ve padişah: M. Kemal Paşayı fevkalade yetkilerle donatır ve Samsun’a yollar. Hazine-i hassadan verilenlerden başka, kendi şahsi parasından 30 bin altın lira katar yanına. Gidişini kolaylaştırmak için “Ordu müfettişi” gibi bir kimlik ayarlar.Ve gerektiğinde Padişahı tanımadığını söylemesini bizzat Padişahın kendisi söyler M.Kemale.. Anadolu’ya gizli gizli silah ve adam geçirir.
Anadoluda direniş başlayınca işgalciler gelir “dağıt şunları” diye çıkışırlar. "Bu benim kontrolüm dışındaki bir halk hareketi, karışamam!"der.
Neticesinde, Vahideddin Han "Ben bir paratonerim, Devlet ve milletin üzerine düşen yıldırımları üzerime çektim, çok kavruldum çok yandım ama kurtulduk sonunda..."demiştir.