doktor&hesapci

TGRT-FM de Cuma günleri saat 20.00 civarlarında yayına giren programın paralelinde fikir alışverişi için yapılmış bir blog dur. Yorumlarınızı bırakmakta nazlanmayın.

Saturday, April 19, 2008

Ölüm bahar bahçesidir kimilerine

Önce bir arkadaş aradı, sınıf arkadaşlarımızdan birinin yoğun bakımda olduğunu söyledi. Neyseki işler yolunda gitti, biraz üzüntümüz azaldı. Sonra çocukluğumun en önemli figürlerinden Orhan Gafa'nın vefat haberi geldi. Cenaze yolunda iken de yine duruşu ile örnek olan bir başka ağabeyimizin vefatını öğrendik. Vehbi Arvas'ı uğurladık. Kelimeleri seçmek de , hisleri ifade etmek de çok müşkül. Zor geçen iki hafta. Tembellik de baki. Yazamadık.

Efe sağolsun dolu dolu yazmaya devam ediyor. Okunuyor da. Bloga bir de Efe köşesi açsak olacak. İyi de olacak.

Gündem:
Kapatma davası, AKPM bildirisi falan derken günlerin ne kadar hızlı geçtiğini, giderek daha fazla insanın mali sıkıntıya düştüğünü, mutsuz ve bedbin olduğunu bilmem farkediyor musunuz? Ahmet Altan ile Yasemin Çongar Anadolu kentlerini gezmişler ve insanların gerçek gündemlerini saptamışlar. Geçen haftanın Taraf gazetelerini ille de bulup izlenimlerini okumalı derim.

Radikal de Gökhan Özgün inanılmaz yazılar yazıyor. Derin etki eden yazılar. Onu da bulmalı okumalı.. Özellikle linklerini verdiğim şu iki yazıdan çok etkilendim. Bilgilerinize.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=253141

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=252533

Israrlı tavsiyemi de sürdürüyorum. Gündemdeki hay-huy ile, yok ergenekon, yok asena, yok demir dağlar ilginizi kesin. Dünya şekilleniyor. Önce petrol fiyatlarını arttırarak haraca bağladılar bizi, şimdi de açlık korkusu ile terbiye ediyorlar. Meşhur Şener Şen filminde olduğu gibi "bir sorun bakalım niye?" ..

Sıkı durun.

Doktor

23 Comments:

At 2:44 AM, Anonymous Anonymous said...

Notlarım :
• 30 milyon civarında ki kayıplarını anmak için, Anzaklar her yıl 25 Nisan'da Çanakkale'de, Şafak ayini düzenliyorlar . Bu sene ayini Avustralya Hava Kuvvetleri Komutanı yönetecekmiş. Bizim düşmanlarımıza bile ne kadar müşvik davrandığımızı gösteriyor biliyorum, Ama kafama takıldı acaba bizim memleket hudutları dışında ki şehitlerimiz için yaptığımız böyle bir anma töreni var mı. Hadi diyelim ki var o zaman niye benim haberim yok.
• 23 Nisan … Bir hoş oluyor insan. Taraf’ta Yıldıray Oğur’un Devlet bu şiirleri kilo ile mi yazdırıyor yaklaşımı günün anlam ve önemine cuk diye oturdu. Neden çocukla meclis gibi iki alakasız kavram yan yana geliyor sorusunu ve çocukça bir şey esprisini ben senelerdir düşünüyordum.
• Büyük Doğu Dergisini gazete bayiinde görünce tereddüt etmeden 4 lira verip aldım. Okudukça da o 4 lira için hayıflandım. Malatya merkezli bir yapılanmanın çıkardığı bu derginin adının Rahmetli Necip Fazıl’ın hatırasına hürmeten acilen değiştirilmesi gerekiyor.
• Üsküdar rıhtımda ben bitaraf kalmamak için gazetemi almak üzereydim ki ayakta zor duran birbirine yaslanarak yürüyebilen iki cumhuriyet yaşlı kadınına önceliğimi verdim Cumhuriyet’lerini aldılar yine birbirlerine destek bayiden çıktılar. Hem bayi hem ben arkalarından bakarken. Önlerini göremiyorlar, gasteyi nasıl okuyacaklar dedi bayii. Torunlarına falan okuturlar dedim. Ya bunların torunu olmaz, olsada bunların yanında durmaz, dursa da gazete okumaz, gazete okusa da Cumhuriyet okumaz . dedi . Bu şiirsel konuşma üzerine gazetemi alıp sıvıştım. Eve gelip maillere bakınca öğrendim ki meğer bugün eylem günleriymiş sadece Cumhuriyet alınacak başka gazete alınmayacak böylelikle satılık medya ikaz edilecekmiş. Selamlar Mazhar

 
At 5:40 AM, Anonymous Anonymous said...

“Artistlerin konuşmalarını kim dinlemek isterki?”

1927’de Warner Film Şirketinin (bugün Warner Bros.) yöneticisi Henry Warner’ın ağzından çıkan sözler bunlar. Konu ise bir mühendisin o güne kadar sessiz çekilen filmlerin yerine, seslerin kaydedip filme montaj yapılabileceğini söylemesidir.
Amerika’nın o yıllarda en çok bilgisayar satan şirketi Digital Equipments Co. Şirketinin sahibi Kenneth Olsen’in 1977 yılında yapılan bir röpörtajında söylediği cümle:
“İnsanların evlerinde bilgisayar kullanmaları için bir neden göremiyorum” E tabi adam batıl olup gitti..

Gelecek hakkında bazı insanların öngörüleri tek hücreli bir canlılarınki ile aynı irtifada olabiliyor. Hatta beyinleri bir atmosfer basıncın altında çalışamayabiliyor… Öngörü; risklerin dağılımını normalin çok altına çekebilen bir değişkendir. Bu yönüyle manda derisi gibi koruyucu bir kılıf olur. Basiretsizlik yüksek mevkide bulunan insanlar için yeterli bir düşüklüktür. Çünkü o insanın idaresinde bulunan kimseler için istemedikleri risklere katlanma durumu ortaya çıkacaktır. İsterlerse katlanır, istemezlerse katlanmazlar. Ama eğer alttakiler “sosyal atalet sahibi” iseler gördükleri riske ve nihayetinde meydana gelecek faciaya hem mecbur hem razı olmuş olacaklardır.

Pek çok insan hayal gücüyle saçmaladığı için ileri görüşlü diye anılmıştır tarih sayfalarında.
(Truva kralı Priam, İkinci Ramses, Aslan yürekli Rişar, Üçüncü Edward, Başkan Johnson benim aklıma hemen geliverenler…)

Tabii ki hep eloğlundan çıkmıyor basiretsizler… Bizden de çıkan pek “cürümü meşru” siyasal karakter mevcut. En kâmil örneği İttihatçılardır ve onların Turan İmparatorluğu çabalamaları…

Memleketimizden bir çok yönetici geldi geçti. Hani ekonomistiz ya,baktık ettik. 80 yıllık trend -ülkenin hak ettiği derecede bile değil- az bir şey istikrarlı olsa yani –“ keyfe ma yeşa” olmamış olsa- gayri safi en az 1.8 trilyon USD olurdu. (İnanmayan gitsin Hesapçıya hesaplattırsın görsün)

Ülkemiz 80 senedir sümmettedarik tedbirler ile ayakta kalabilmiştir. İnönü, Harbi Umumi Sani’de harbe girmedi ancak Almanya’nın ne kadar krom ihtiyacı var ise Türkiye’den yok pahasına temin etmiştir. Krom, savaş sanayinin en çok kullandığı madendir. Bu harb’te olası tüm kazanım fırsatları bir daha ele geçmemek üzere kaçmıştır.İnönü Lozanla başlayıp darbe ertesindeki başvekillik’ine kadar geçen sürede tarihte eşine az rastlanır basiretsizlik örneği olarak göze çarpar.
Süleyman Demirel daha düne kadar çiftçinin elindeki traktör istatistiklerinden bahsederdi.
Ve daha niceleri var…

Bugün Chp’nin Türkiye için öngörüsü ne durumda sizce?


Önümüzdeki seçimlerden birinde tek parti iktidara gelecekleri mi?
Ve iktidara geldikleri vakit bu sefer geri dönülemez ve değiştirilemez bir anayasa oluşturmak mı?
Tbmm’ye ek olarak yalnızca Chplilerden oluşan bir kurucular konseyi kurmak ve hükümetin bu konsey tarafından onaylanmasını şart koşmak mı ?
Laiklik yerine daha başka bir tabir bulup din dejenerasyonunu daha kökleştirmek mi?
Tüm özelleştirmeleri iptal edip sahiplerinden geri alıp başlarına bir chpli koymak mı?
Vergileri artırmak mı?
İthalatı yasaklamak mı?
Her büyük özel şirkete bir chpli yönetim kurulu üyesi zorunluluğu koymak mı?
Daha çok para basmak mı?
Enflasyon mu?
Faiz mi?
Kriz mi?
Yoksa bunların hepsi mi?


Beş milyon insan bu aksiyon paketi için oy veriyor chp’ye… evet,gerçekten bu saydıklarımın hepsinin olması için ve inim inim inlemek için chpye oy veren beş milyon insan var bu ülkede… İşte size tarihi bir basiretsizlik numunesi…

Düşünün,adam profesör… Bilim adamı ama chp seçmeni… Paradoks mu? Hayır değil… Bizim aydın diye adlandırdığımız tulumbacı takımı, medeniyeti karı baldırında, çağdaşlığı ataya dedeye sövmekte bulduğundan bu basiretsizlik haliyle “es passt gut!” durumunda..
Oscar Wilde’ın dediği gibi, “bazen bir düşmanımızın mağlubiyeti için bir başka düşmanımızla dost oluruz…”

Chp'nin Türkiye için kurduğu düş aşikar görünüyor,Kimisi hakikatı yok sayıp hala dünya tepsi gibidir demekte ısralı..ancak ben gene de bildiğimi bildiğim gibi söylerim..

Epur, Si Muove!

 
At 6:49 AM, Anonymous Anonymous said...

ULUSALCILAR BU FİLMİ KAÇIRMAYIN
*Türk tarih tezine göre Türkler brakisefal ve beyaz ırktandır (yani Moğol, Sarı filan değil) Beyaz ırk’ın anayurdu Orta Asya’dır. Medeniyetin beşiği ve Türklerin Anayurdu da. Göçler sonucu Türkler dünyanın her tarafına yayılmış ve herkesi uygarlaştırmıştır. Sümer uygarlığını Türkler kurmuştur. Mısır Medeniyetinin ilk kurucuları Türklerdir. İnka Aztek ve Maya uygarlıklarını da. Kısacası Avrupa’dan Çin’e kadar uzanan bölgede yaşayan tüm halklar (sarı, siyah ve kötü olanlar hariç) aslen Türktür. (Roni MARGULIES)
*Moğolistan, Kazakistan, Rusya, Almanya ortak yapımı orijinal adı Mongol (Moğol), bizdeki adı Cengiz Han olan bu film. Tarihin kaydettiği en büyük kan dökücü Temuçinin hayatını nasıl bir senaryoyla işliyordu çok merak ettim. Elin eteklisinin bile (Bravehart) kahraman yapıldığı bu alemde bir zalimin kahraman yapılmasının hiç de zor olmayacağını kestirebiliyordum fakat işin farklı bir yanı vardı. Bu filmin yapımcıları Hollywood’da yabancı sayılan kimselerdi. Yani Amerikan hokkabazlığından farklı bir numara ortaya koymuş olmaları icap ederdi. Nitekim yine Alman Rus ortak yapımı Downfal (Çöküş) Hitler’i insani yönleriyle vurgulamış hatta titreyen elleriyle, izleyici de merhamet hisleri bile uyandırabilmişti. Acaba Temuçin içinde duygularımız kabaracak gözlerimiz sulanacakmıy dı?
*Film başlayınca bu düşüncelerden tamamen koptum. Abi noluyoruz demeğe kalmadan Lise yıllarından beri kafamıza çakılmış orta Asya Türkleri ile yüzleşmiş buldum kendimi. Esugei Kağan, Temuçin, Merkit boyu, Targutei Kağan, basbayağı kağan diyorlar liderlerine. Temuçin’in (Cengiz ) Ulu Tengri diye dua etmesi yok mu. Bizimkilerin işgüzarlığı değil orijinal seslendirme. Sonra sislerin arasından bir Bozkurt’un zuhur edip Temuçin’i her muradına kavuşturması. Ey Allah’ım bu ilkel Moğollarla aynı motiflerimi paylaşacaktık. Tevekkeli Sezer’in yedi yıl boyunca ağırladığı en hürmetkar misafirin Moğolistan devlet başkanı olması boşa değilmiş.
* Moğol sosyal hayatından kesitleri dikkatlice izlediğiniz zaman kadının tamamen hayatın içinde olduğunu görüyorsunuz, açıkta ve erkeklerin arasında yatabilecek kadar da cesur. Motifler müzikler tam bir orta Asya şöleni. Ergenekon yurdun adı Börte Çine kurdun adı deyişinde geçen Börte burada Temuçin’in eşinin adı. Eş de eş hani kocasına sadık. Her iş de yardımcı vatan için namusunu bile feda ediyor. Düşmanlarından peydahladığı bir çocuğu ve başka birinden birkaç çocuğu daha olsa da, her şey vatan için.
*Ne İslamiyet var, ne başörtüsü, Ne de din davası Keşişler cirit atıyor ortalıkta şamanlar büyücüler. Velhasıl bizim ulusalcıların huzur içinde izleyebilecekleri bir film. Düşlerinde ki hayattan esintiler var bu filmde. Bence kaçırmasınlar. Film üçlemenin ilk bölümü yani devamı gelecek. Ulusalcılar da bu kıyağımı unutmasınlar. Selamlar MAZHAR.

 
At 11:29 PM, Anonymous Anonymous said...

Bazı günler vardır, o gün gelip çattığında tüm medya mikrofonlarını temsil gücü yüksek “o” kişiye doğrultur. O gün O’nun günüdür. Mesela medya tulumbacılarının her on iki eylül’de Kenan Evren’e koşması, her Eurovision şarkı yarışmasında Bülent Özveren’e bağlanılması, her dünya kadınlar gününde endoplazmik retikulum Türkan Saylan’dan bilgiler alınması gibi…

1 Mayıs’ın adamı kim? Bugün “Ufuk Uras”…
Radyosu,Televizyonu,Gazetesi.. Kimi ararsan Ufuk Uras’la konuşuyor…
Ufuk Uras meclisin “tek sosyalist milletvekili” diye anlatılıyor… Özgürlük ve demokrasi Partisi Genel Başkanı… Gün O’nun günü ya! Haspam sünnet çocukları gibi…

Öncelikle Türkiye’de ki sosyalistler kimlerdir ona bakalım. Bu ülkede sosyalistler (birkaç istisna hariç) :
“bize chp’de ekmek çıkmaz, orada kapan kapmış parsayı, biz en iyisi başka ayaklara yatalım”
şeklinde sosyalist olarak gündeme gelmiş insanlardır. Yani arkeolojik olarak anlatırsak “tozu kaldır; altından chp çıkar”

Bu ülkede sosyalistlik olmaz. bu ülkede yıllardan beri iki kutup vardır. Ufuk Uras’ta bu ayaklarda… diyor ki:
“bu ülkede demokrasinin temelini atmak için en büyük fırsat bugün kaçmıştır, hükümet dayatma ve yasak ile bir mayısın bayram gibi kutlanmasının engellemiştir, hükümet demokrasi karşısında sınıfta kalmıştır”

Şimdi ben iki yabancı dil biliyorum ama bir üçüncüsü olsaydı o da “ayak dili” olur. Şimdi bu ayakça cümleyi Lisanı Türki’ye tercüme edeyim.

“ben ufuk uras, günün birinde gayem chp’de sivrilmekti,ancak kendime bir türlü yer bulamadım,bakın size rüşdümü ispat ediyorum.Hükümete nasıl’da giydiriyorum… Ey seçmen bak ben hükümete karşıyım…bende sizdenim,bakmayın demokrasi,sosyalizm diye konuştuğuma”

1 mayıs için benim ne düşündüğüme gelelim. Tek cümle özetle:

“siz bana bir mayıs’ı şenliklerle kutlayacak bir halk kitlesi verin, bende size tatili 30 Nisandan başlatayım,tüm davul zurna ekibi de benden”

Öyle bir kitle yok ki..Değil mi ama?… boşuna laf zırvasına gerek yok… Nerde pkklı puşt varsa, nerede bir baltaya sap olamamış serseri it varsa, nerede hokkacı, tinerci, yan kesici, kapkaççı, hapçı, tulumbacı, mütereddi varsa 30 Nisan dediğinde şarap şişelerini balkona dizmeye ve evde çaput kesmeye başlıyor. 1 Mayıs sabahı benzini şişelere doldurup çaputu ağzına bağlıyor… Sonra çık molotofla sokağa…

Acaba bu vatandaşlar etrafında polis olmasa ne yapar? Esnafın dükkanının altını üstüne getirir, Arabaları yakar, sokaktaki türbanlı kadınlara taş atar… Şimdi hükümet yada valilik miting yapan grubu mu yasaklıyor yoksa onların olası şerrinden etraftaki vatandaşı mı koruyor? Bu adamların hangi tavrından bayram yapma isteği görülüyor anlamıyorum?

Siz hangi emekçi’den bahsediyorsunuz kuzum? Benim gördüğüm bütün emekçiler “bugün trafik açık, hanımla çocukları bi göl kenarına götüreyim fırsat bu fırsat” halinde piknikteydi.

Ya bırakın bu işleri,devlet su işleri…
(bak 1 mayısın hatırına içinde devlet geçen cümle ile bitirdim… değerimi bilin)

 
At 1:44 AM, Anonymous Anonymous said...

“Bir ketenpere var bu işte” diyerek girdi ofisin kapısından Dr. Watson… Holmes’ün bunca kısa bir zamanda böyle karışık bir cinayeti çözmüş olabilmesine imkân vermiyordu. Odada eli belinde bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu. Sancılı bir iç sorgulamadan sonra hakikatin önünde diz çökmesi gerektiğine karar verdi. Evet, kabul etmeliydi, Holmes bir dahiydi.

Gerçekleri görebilmek ve hakikate boyun eğebilmek her babayiğidin harcı değildir. Hele zamane dünyasında hadise olabildiğince zorlaşmıştır. Ve hele ülkemizde improbable “olasılıksız” bir durumu vardır. Hakikati kabul edebilmek erdeminin ilk basamağı kendi hatanın farkında olmaktır. Self-psikolojik bir paradokstur bu. Kolay kolay kimse içinden çıkamaz.

Şimdi ülkemizde herkes ekonomisttir. Herkes doktordur. Herkes din âlimidir.

Şu halimle gitsem bir kahveye, millete Türkiye’nin ekonomik yapısını sorunlarını sıkıntılarını aktarsam. Kahvedekilerin yarısı “Abi bizim Adnan abi var, her gün dört beş gazete okur, ekonomiyi takip eder… Bana o söyledi ekonominin gidişatı fenaymış… Sen iyi diyorsun da,O öyle demiyor” şeklinde cümleler kurar...

Yada bir tabip mahalle’de millete bronşit ile ilgili bilgi verse, illa bir grup “benim amca var, o pekmezle karabiberi karıştırmış iyi olmuş, ben denemedim ama deneyenler iyi diyor” gibi konuşur.

Bir din âlimi düşünün, geldi farzdan sünnetten bahsediyor bir mecliste. Gene fikir militanı bir kümül “sünnet yokmuş, öyle okudum gazetede… Zaman değişmiş dedi hoca” şeklinde söyler…

Herkes her şeyi bilir. Herkes bilgi arsızıdır. İlla kendi bildiği âleme hüküm olsun. İlla kendi bildiği her mekân ve şartta cari mutlak kalsın. Bu insanlar kimsenin aklını beğenmez, kendi aklıyla tuvalete gidilmez.

Bu ülke, yeterince “fikir arsızı” dolu. Öyle ki bu arsızlar-mesela chp,mhp-, bu ülkenin hak ettiği gelecek hususunda arsızlık yapmaktan geri durmamakta. Bakın bu insanlar için “bu ülke krize girmiş, enflasyon patlamış,faiz fırlamış,işsizlik kol geziyor” hiç mühim değildir. Bütün bunlar olunca onlara hiçbir şey olmayacak… Tulumbacılığa devam edecekler. Halk çalışacak,verecek ve bunlar cukkalayıp yiyecek… İşte bunlara göre kendileri halkın neyi hakkettiğini çok iyi biliyorlar. Hayır öyle değil demeye de gelemiyorlar. Halkı cehaletle suçluyorlar.

Dünyanın en zor savaşını Akp veriyor. Gerçeğin savaşını… Ahlaksız bir sürü fikir arsızı yalı çapkını, her buldukları delikten fikirlerini kusmakta ve aleme bunun hakikat olduğunu anlatmakta. Akp ise bu fikirlerin yanlış olduğunu söylese mahkemeye gidiyor,söylemese halk bağırıyor.


Vi Veri Veniversum Vivus Vici….

“Yaşarken ben, hakikatin gücüyle, hükmettim kâinata…”
Faust’tan…

 
At 12:48 AM, Anonymous Anonymous said...

AKP'NİN SONU / NURAY MERT / RADİKAL / 06.05.08

Hakkında kapatma davası açılmış bir siyasi partiyi kıyasıya eleştirmek tatsız bir şey. Ele güne, eşe dosta karşı demokratlığımıza halel gelir kaygısını hiç taşımadım, benim hesabım kendi vicdanımla, doğru, haklı bildiğimle. Tam da bu nedenle, Cumhurbaşkanlığı krizinden bu yana, toplumsal normalleşme ve demokratikleşme sürecini kurban etme bahasına, rövanşist, fetihçi, iktidar mutlakçısı bir yol izlemeyi tercih eden AKP’yi eleştirmekten geri durmadım.
Yine de, kapatma davası, AKP’yi eleştirme konusunda derin bir vicdan krizi yaratıyor. Üstelik, mevcut AKP liderliğinin, zamanında aynı vicdan muhasebesinde pek de titizlenmemiş, kendi partileri olan Fazilet Partisi kapatılırken fazla ses çıkarmamış, bugünkü iktidarlarına giden yolda fırsatı ganimet bilmiş olmalarına rağmen. Ama, demokrasi, vicdan diye tutturup, olanı biteni görmezden gelmek mümkün değil. Sonuçta, filler dövüşüyor, çimen eziliyor.
AKP’den, ülkenin demokrasi meşalesi olmasını bir gün bile beklemedim. AKP, sağcı, ağır muhafazakâr, popülist bir kitle partisi. Toplumun muhafazakârlarının desteğine dayalı bir parti olarak, onların katı laik resmi ideolojiyi zorlayan taleplerini temsil ediyor, bu nedenle resmi ideolojiyi zorluyor, yine bu nedenle ister istemez demokratik bir dinamik oluşturuyor, hepsi bu. Aslında bu da az bir şey değil, zira demokrasi farklı taleplerin sistemleri esnetmesinin macerasıdır, ama başka hayallere kapılanları hiç anlamadım.
Belli ki, herkes gönlünde yatan aslanlara bu parti, daha doğrusu bu iktidar üzerinden ulaşacağını umdu. Liberal ve demokratların AKP ile denk düştüğü nokta Kemalizmle hesaplaşma meselesiydi, hâlâ öyle. Ancak, muhafazakârların Kemalizmle meselesi ile liberal demokratlarınki ancak bir yere kadar denk düşüyor, sonra konu geliyor, Konya’da poşette şarap ikramına varıyor. AKP’nin sistemle boğuşmak adına çıktığı AB yolculuğu AB’cilerin işine geliyor ama bu yol arkadaşlığının sınırları da hep zorlanıyor, işler normal rayında gitse aslında daha da zorlanacak.
AKP’yi neredeyse solda tanımlamak gafletinde bulunanların soldan ne anladıkları zaten belliydi. AKP’nin sonuna kadar neo-liberal olmanın ötesinde emek ve sosyal politikalar konularında ne kadar sağcı hoyratlık içine olduğunu görmezden gelmenin bahanesi hep CHP oldu. Sanki, CHP sol değilse, onun karşısındakini ondan solda tarif etmek gibi bir zaruret varmış gibi bir hava esti. Sosyal politikalar, son sosyal güvenlik yasaları yetmediyse, ‘ayaklar baş olursa kıyamet kopar’ lafı ve ardından 1 Mayıs sahneleri artık herhalde herkesin yüzünü kızartmıştır.
AKP, baştan verilmiş anlamsız krediler ötesinde, kapatma davasının kazandırdığı ‘demokratik’ desteği bozuk para gibi harcamış vaziyette. Her şeye rağmen iktidar, sonuna kadar iktidar çılgınlığını son perdesinde iş, yandaş basın tekelini genişletmek adına kamu bankalarını ve yabancı sermayeyi kullanmaya kadar vardı. İşin başında sadece popülist sağ bir parti olarak, kendimi siyasal anlamda uzak hissettiğim ve itirazlarımın sınırını burada çizdiğim AKP beni artık ürkütüyor. 70’li yıllardan bu yana ilk kez ağır sağ söylemi bu kadar sahneye çıkardığı, işçiye amekçiye ‘ayaklar’ demekte tereddüt etmediği, sendikları fesat yuvası olmanın ötesinde konumlandıramadığı için ürkütüyor. Baykal söylediği için kenara atılmayı hak etmeyen bir iddia olan, ‘kendi derin devletini yaratma’ hevesinde olduğunun işaretlerini verdiği için ürkütüyor. Ve en çok yandaş basını bir nevi Pravda mantığı ile gazetecilik yaptığı için ürkütüyor. Zira, muteber gördüğü basın anlayışı bu olan, dahası yandaşı dışında kalan tüm basını, açıkça düşman olarak gören bir siyasi iktidar ve genelde bir siyasi çevrenin vaat ettiği (daha fazla güç kazandığında) mutlak susturmadır.
AKP karşısındaki anamuhalefet olan CHP ve MHP’nin demokrasi gibi bir derdi olmadığı açık, bunu ciklet gibi çiğnemenin faydası yok. Asıl kâbus, memlekette demokrasi dinamiği diye herkesin bir ucundan tuttuğu gölge oyununda perdenin yırtılması, sahnenin tüm çıplaklığı ile ortaya çıkması oldu. Bir yanda bu, diğer yanda hiçbir şeye çare olmamak bir yana, hiçbir şekilde yanında durulması söz konusu olmayan kapatma davası var. Bu tablo karşısında, değil siyasal duruşumuz, ruhumuz ve vicdanımız yaralanıp berelenmeden çıkma ihtimalimiz hiç yok gibi görünüyor.

 
At 3:47 AM, Anonymous Anonymous said...

Dinsel ve cinsel istismar

İtalyan solunun en önemli düşünürü sayılan Antonio Gramsci’nin şu sözü 1970’li yıllarda Türkiye’de çok popülerdi:
“Olguların kendileri devrimcidir.”
O dönemde, gazeteciliğin devrimci toplumsal işlevine büyük önem veren rahmetli İsmail Cem yaptığımız mesleki konuşmalarda bu sözü sık sık tekrarlar, aydınlar olarak asıl işlevimizin gerçekleri kitlelere aktarmak olduğunu hatırlatırdı.
Olguları öğrenen kitlelerin gerekeni yapacığına inanacak kadar toy ve iyi niyetliydik!
Gerçekten, yaşam en büyük öğretmen; hiçbir kuramsal söz bizzat olgular kadar öğretici olamıyor. Siz, istediğiniz kadar, dinlerin geçmişte olduğu gibi bugün de bazılarınca cinsel ayrımcılığı ve istismarı meşrulaştırma aracı olarak kullanıldığını anlatmaya çalışın, sözleriniz havada kalıyor.
Ta ki bir olay ya da olgu kafalara dank ederek gözlerin açılmasını sağlayana kadar...
Amerika’dan yazdığım yazılarda, Teksas’ta bir çiftlikte, küçük kızları yetişkin ve yaşlı erkeklere peşkeş çekme üzerine kurulu tarikata yapılan baskını ve ardından patlak veren tartışmaları anlatmıştım. Henüz ergenlik çağına varmamış çocukların tarikat önderlerine ikram edilmesi gibi bir sapkınlık kutsal kitaplardan binbir gerekçe üretilerek haklı gösteriliyor, bu iğrenç istismarın kurbanlarının ve annelerinin bile bu çarpıklığı savunması sağlanıyordu.
Dinsel farklılıklar ve özel yaşam konusunda hoşgörü sınırları çok geniş olan dindar Amerikan toplumu bile, bu tarikat mensuplarına ait 405 çocuğun onlardan alınıp koruyucu ailelere verilmesine karşı çıkmadı. Hiç kimse ‘Alan razı, veren razı’ ya da ‘İnancıdır’ diyemedi. ‘Şok edici’ olgular o kadar öğreticiydi.
Döndüğümde Türkiye’yi de benzer bir olguyu tartışırken buldum. Dinci bir gazetede ona buna ahlak dersleri veren 80’lik bir ihtiyarın, bir kız çocuğu ve anasıyla çarpık ilişkileri her yerde konuşuluyordu. Ölçek küçük olsa da, sonuç aynıydı: Cinsel istismar, kimilerince, dinsel bahanelerle örtbas edilmeye, hatta haklı gösterilmeye çalışılmaktaydı.
‘Olgu’ların devrimciliği, onların göz açıcı olmaları, ya da ustaca örülmüş yalan perdelerini yırtabilmeleriyle ilgili. Yeter ki, açılan yırtıktan içeriye cesurca bakılabilsin.
Sürekli olarak Batı’nın ve laiklerin ahlaksızlığından söz ederek kendilerini bu gibi konularda sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye çalışan din istismarcısı kesimin ‘özel’ yaşamına bir göz atılsa neler çıkar acaba karşımıza?
Siyasal ve ekonomik istismarın ötesinde, muazzam bir cinsel istismar bölgesi çıkacağına eminim.

HALUK ŞAHİN 09.05.08


NOT: bir okuyucu demiş ki:
"Dayanak?
Henüz ergenlik çağına varmamış çocukların tarikat önderlerine ikram edilmesi gibi bir sapkınlık kutsal kitaplardan binbir gerekçe üretilerek haklı gösteriliyor, bu iğrenç istismarın kurbanlarının ve annelerinin bile bu çarpıklığı savunması sağlanıyordu." Bunu neye dayanarak söylemektesiniz? Bu ayetler, dayanaklar nelerdir? Ben Kutsal Kitapta böyle bir dayanak görmedim."

Sonra da ardından verilen beş yazıyla islamdaki yahudilikteki ve hıristiyanlıktaki dayanaklar gösterilmiş.merak edenler Haluk Şahin'in yazı ve yorumlar sayfasına bakabilirler.

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=YazarYazisi&ArticleID=876779&Yazar=HALUK%20ŞAHİN&Date=09.05.2008&CategoryID=98#

Benim anlayamadığım mağaralara ve tepelere çıkıp da histerik haller geçiren ve bu derecelerde saçmalayan bir kaç kişinin nasıl oluyor da insanlık tarihini bunca etkileyebildiğidir. Bu olguya hep de şaşıracağım. Din ve dinler benim hayatımda tanıdığım ve tanıyabileceğim en aşağılık düşünceler bütünü.

CANAN

 
At 6:52 AM, Anonymous Anonymous said...

Vajinal enfeksiyon ve Canan….

Hayatın tüm “olgu”larına vajinal perspektiften bakmak hallice bir “irreversibl” durumudur.
Canan’a her dilden saysamda,kendisi yinede
“minareden at beni,in aşağı tut beni” modundan dışarı çıkamadı.
Çap yetersizliği, eziklik ve üstüne bir enfektif durumlar… Sidikli Zuhal vardı benim ilkokul arkadaşı,çingeneydi,merhaba desen bir güzel küfür yerdin,hakaret etsen gene küfür ederdi.Ne şeye gelirdi ne öbürküne…

Yani dine sövüp saymakla ne tür bir fantastik tatmin sağladığını merak ediyorum. Din aklına geldiğinde her bulduğu deliğe parmağını sokması cananın “hayat kültürü” almadığına işaret etmekte.

İnsanın inanmaması, inançsız yada dinsiz olması kadar normal bir durum yoktur. İnanan inanır, inanmayan inanmaz. Burada temel sorun bunun üzerinden fayda elde etmektir. Din hakkında dağarcığındaki her aşağılayıcı sözü kus, sonra derinden bir “oh çek” ve arkana yaslan rahatla, tatmin ol…
E sen sayacaksın da eloğlu armut toplayacak değil?
Git nerede kusuyorsan kus… banyoya kus,lavaboya kus,üstüne kus… Ne işin var bloglarda…

Yazına Haluk Şahin’den alıntı yaptın diye yazın hakikati mi anlatıyor oldu?
Şimdi haluk şahin idrak vaktini geçti,ancak kıçına toprak dolunca anlar.Peki sen ne zaman anlayacaksın kızım?

İki sapık, sübyana elledi diye suçlu din mi oldu? İki deyyus iki şürekasına karı peşkeş çekti diye kabahat dinin mi oldu?

Moskova da Bolşevik devriminde tecavüz edilen kadın sayısı kaç sen biliyor musun? Ve bu tecavüze uğrayanların büyük kısmının çocuk olduğunu biliyor musun? Hatta aralarında 9 yaşındaki Maria Petrova’nın hikâyesini okudun mu hem de bir Türkden! Şimdi kabahat komünizmin mi? Yoksa eli penisinde ortam kovalayan sapkınların mı?

Neden bir elin klavyedeyken diğeri başka yerinde dolanıyor? Sorunun nedir ki bu kadar ezik cümleler kurabiliyorsun ve bu kadar kendine saygın yok…

Dinsiz isen dinsizsin kardeşim. İnanan var inanmayan var. Saygı göster biraz yahu…

 
At 8:25 AM, Anonymous Anonymous said...

efe bey;
haluk şahin'in yazısından alıntı yaptım diye yazım doğru olacak değil, iyi bir tespit yaptığı için yazıyı buraya aldım.
"sorun fayda sağlamaktır" diyorsunuz yazdıklarımla nasıl fayda alabilirim ki(rahatlamaktan başka), bunu anlayamadım?
EZİKLİK HİSSEDİYOR olabilirim. bana sorarsanız bu eziklik Osman Ünlü hocayı dinlediğimden beridir:-) adam sürekli bilmiyorlar, bidattır...vs deyip duruyordu. en önemlisi de bir gün demişti ki: "kardeşin kardeşle evlenmesi caiz değildir, ilk zamanda adem ve havvanın çocuklarının birbiriyle evlenilmesine izin verilmiştir. o da çoğalmak içindir" sorulara böylesine cevap veren bir dinin kimliğimde yazılı olması elbette eziklik hissettiriyor.
NESİNE SAYGI DUYAYIM?
benden inanmayanlar gibi davranmamı bekleyemezsiniz çünkü ben sadece inanmıyor değilim aynı zamanda tiksiniyorum.
" şimdi bazıları bunu dine saldırmak için bunu kullanıyor, oysa kimi yerde (ekvatorda falan) kız çocuklarının 13 yaşı burdakilerin 17-18 yaşına denktir. caizdir"
bu cümlelerin manasını anlayabiliyor musunuz? kimse sizin göğüslerinize bakıp "bu olmuş" demedi ise anlayamazsınız. bu eril ideoloji bana zerre kadar saygı duymuyorken neye, neden saygı duyayım.
armut toplayan eloğlu olarak geçin şu vajinal enfeksiyon laflarını. sizler kendi içinizdeki ilkelden bahsederken enfektif durum olmuyorsa benim nefretimi ifade etmem neden enfektif olsun?

 
At 5:18 AM, Anonymous Anonymous said...

Kurban olduğum güzel Allahıma ki; bir canana karşılık birde efe yaratmış :)
takip etmek güzel oluyor:)
teşekkürler ikinize de ancak böylesi durumlarda anlayabiliyoruz biz gerçeği,
ikinizd esomut örneksiniz...
devam einiz lütfen:)

 
At 7:07 AM, Anonymous Anonymous said...

Birkaç not
* Bu ülkede yaşayanlar kadar misafirleri de laik öfkeden nasibini alıyor. Avrupa Birliği sözcülerinden sonra şimdi de kraliçe bu öfkeyle yüzleşti.
*Kraliçenin eşi doğal olarak kral değil midir. Hiçbir yerde o kara kuru adama kral dendiğini duymadım. Edinburg dükü, Yunan prensi bilmem ne… kral denilmediği belli olmasın diye bir sürü unvan takmışlar adama. Kraliçeye içgüveysi olarak gittiği belli de yanın da illada aksesuar gibi durmasına gerek yok. Enteresan bir monarşileri var bu İngilizlerin
* Tuncay Özkan Ulusalcılık davasını tam vaktinde sattı az daha gecikseydi dava beş para etmezdi.
*Başyazarın aklı çok karışık, yıllarını verdiği tarihte yerini alma vakti gelmedi mi? Abonesi olduğum gazetenin yetkilileri size diyorum.
Selamlar Mazhar

 
At 1:14 AM, Anonymous Anonymous said...

Terminal etkisi.

27 Mayıs darbesinin yıl dönümü. Eh herkes çorbaya kaşık sallıyor gazete köşelerinde. Yazarlar “fikri şahsa münhasır” densin diye olmadık komplo teorileri üretip, -darbenin asıl nedeni- başlıklı yazılar sıralıyor. İlla farklı olacaklar ya… Biri Allah Bir dese haşa öbür ki özgün bir fikir olsun diye “yok değil” diye cevap verecek… Yazar milleti böyle…

Buna “Terminal Effect” deniyor.Özgünlük uğruna farklı bir merkeze yaslanma sendromu. Hani tavuklar pisler sonra döner dolaşır gene pislediği yere gelir orayı karıştırır, sonra tekrar döner dolaşır gene aynı yere… Pislediği yeri merkez almış bir yaşam serencamı vardır… Gazeteciler gibi…

Darbe hususunda yazılanların belki de tümü bir aynadan akseden görüntüler. Cismin kendisi değil.
Nedir yanlışlar?

Bir defa Menderesi Amerika ile bir algılamak veya Amerika hizmetçisi algılamak en temel hata. Çünkü Amerika’yı bu memlekete yerleştiren İnönü’dür. 1940 senesinde başta Ankara’da ve diğer illerde hatırı sayılır Amerikalı asker ve bürokrat YAŞIYORDU (sayıları onbine çıktığını yazanlar olmuş,Refik Halit2in yalancısıyım).Maaşlarını TÜRK HÜKÜMETİ veriyordu. Ev kiraları, yiyecekleri hep Hükümet tarafından karşılanırdı. Hatta bunların içlerinde Ülkeden kovulan Osmanoğullarından Sultan Abdülaziz Han’ın Torunu’da vardır ki o vakit ABD askeridir. Amerikalı besliyorduk İnönü zamanında.Hey gidi günler hey...

ABD bizim bütçemizden tutunda her bir kamu kurumumuz ve özel teşebbüsümüze kadar hemen hepsi hakkında yönetim ve denetime giderdi. Sonra “mecburen demokrasi”. Ve Menderes hükümet oldu. Menderes İnönü gibi yapmadı. ABD’nin sadece sömürmesine izin vermedi.İş yaptı.Amerikalılara en kötü mallarını da olsa satış için zemin hazırladı.Çıkma makineler sanayiyi uçurdu.Elin eskisi idi ama iş gördü.İşte sonra adı Amerikalı oldu. Ama hiç değilse sömürülen bir sırada ABD’den de bir şeyler kopartabiliyordu. Bakmayın artislik yaptıklarına; CHP ağzını açıp hiçbir şey söyleyemedi.

Ülke kalkındı. Iskartaya çıkmış Amerikan artıklarıydı belki her şey ama yine de İnönü zulmü görmüş memlekette Chevrolet taksi bulunuyordu artık. Hiç değilse bir gariban; ekmek arası helva yiyebiliyordu. Ota çöpe vergi ödemiyordu esnaf. chp’nin haraç toplama adeti neredeyse kalkmıştı. Hani chp’nin sanatperver durduğuna bakmayın, sanat dahi menderes döneminde girmiştir memlekete.
Menderes Ruslarla görüştü ve Amerika darbeyi yaptı demek ve bunun gibi teorileri sunanlar hadisenin malkarasında dolanıyorlar.

Birileri çıkıp neden en başından en sonuna bu cürümü Chp’nin işlediğini ve bunu işlerken Amerika’nın desteğini değil “yapmayın etmeyin” çağrılarına kulak asmadığını. Asıl Ruslarla fingirdeyenlerin chp liler olduğunu, darbe yapmak için gerekli parasal kaynak arayışını…İtalyanlardan alınan milyonlarca lira borcu, İngiltere temaslarını… Organize bir kıyım için ne tür planlar yapıldığını bunca entel köşe yazarı bilmez.

Yahu her lafımızda Amerika demeyelim. Diyeceksek İnönü’nün Amerikalılara memleketi peşkeş çektiğini söyleyelim..

İlk petrolü raman’da kim ne zaman buldu?

Şimdi ben Amerika mı dedim? Darbe mi dedim?

Yok daha neler…

 
At 6:13 AM, Anonymous Anonymous said...

Doktorum müsadenle bugün kitabın ortasından sonundan gideceğim!!
Şu laiklik nemenem şey imiş..ne kadar kutsal imiş hiçbir kutsal önüne geçemiyor. Utanılmasa senin senin laik ülkede yaşama hakkın var senin senin yok diye sınıflamaya gidecekler (sayın ki şimdi yok )
-Senin ne haddine hak talebi?
-Senin neyine vesayet?
-Bu ne cüret!
Şu an ki adetleri sayıları dokuz olan sıfatları konusunda bir şey diyemediğim diyemeyeceğim lerin ağababaları olan ve bunların millet üzerindeki sonsuz iktidarlarını hazırlayan İnönü,1960’da Darbeyi yapanlara:
-Beni altı ay başbakan yapın bu milletin bir daha iktidar(muktedir) olamayacağı sistemi getireyim demiş ve C. Başkanı iken Başbakan olmuş( Millet aşkına bakar mısınız) ve dediği gibi de yapmış kazığı çakmış sonrada gitmiştir.)Hukuk hukuk diyenlere hukukun nasıl başladığını belirtmek isterim.
Milletin ensesinde boza pişiren milli şef döneminde Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK, Laikliğin tanımını talep eder bir telgraf çeker Meclise. Hemen hapse atılır. Bu ne cüret.. Üstad da;
Yol O’nun, Varlık O’nun gerisi hep inhıraf
Gücünüze mi gitti çektiğim o telgraf ?
Dizeleriyle başlayan mısra mısra hatırlayamadığım mana olarak; ne zararı var bendeki imanın size Müslüman Türk yurdunda Müslümanlığı yaşamak yasak mı bize? şeklinde ifadelerle devam eden bir şiir yazar.Mevzu gündem hiç değişmemiştir. Ortada onun muhafazası bunun tehlikesi yoktur, mesele dine olan soğukluk falan da değildir mesele direk din düşmanlığıdır.Benim annemde, ninem de ile başlayan cümlelerin hepsi ayardır,felsefedir. Gerisi laf-ı güzafdır. Burada önemli olanın bunların ne olduğu ne yaptıkları değil bunların yaptıklarına karşı neler yapıldığıdır.Anında görüntü reste rest var mı yok mu? Ona bakmak lazım . 367 oldu garabet dendi ne yapıldı? Hiçbir şey! Yukarıda sırladığımız saiklerle iddianame hazırlandı ne yapıldı? Hiçbir şey. Ecevit –Şuna haddini bildirin! Dedi. Ne yapıldı hiçbir şey.
Diyorum ki, haddini bildirin dediği anda bir babayiğit çıkıp haddini bildirin diyenin kazara dişlerini kırsa şu an bu durumlarla karşılaşırmıydık.Sonrasında dün yetkisi olmadığı halde esastan karar veren AY mahkemesine senin böyle bir yetkin yok, olmadığı halde böyle bir karar veriyorsun bende verdiğin kararı tanımıyorum ve uygulatmıyorum dense sonuç ne olurdu acaba?
Yoksa herkes olduğu gibi haddini bilmeli, Bahçelinin dediği gibi anayasa üye sayıları ile ilgili asla bir değişiklik yapmamalı, yapmayı sakın haa! Aklından bile geçirmemeli, 9/2 hukuk sürecine ceketini mümkünse ilikleyerek saygı mı göstermeli miyiz? Memleketimdeki uygulamalar maalesef tam bir karamizah..yazık çok yazık.
Selamlar,hürmetler.Hasan.

 
At 1:25 AM, Anonymous Anonymous said...

Yıllar önce idi… Tepebaşında…

İri ve kalın mercekli gözlüklerinin arkasından baktı dağınık sarı saçları arasına serpeli beyazlıklarla çevrilmiş başını bana yönelterek tombul, orta yaşlı, mağrur İngiliz.

Bu kadın benim sinir sistemimi alt üst edecek derecede iyi eğitilmişti. İngiliz idi ama İngilizceyi bu derece iyi konuşanına rast gelmemiştim. Bir cümlede değme sözlükte bulamayacağınız en az iki kelime kullanıyordu aksanı mükemmeldi ve çok iyi Türkçe biliyordu ama nedendir! sebep Türkçe konuşmamayı tercih etti. Merceklerden sebep, iki tane kocaman mavi gözle size dik bir bakış atıyor ve siz konuşurken sizi dinlemek bir yana önündeki kâğıda karalama yapıyordu.

Diyalog nasıl başladı:

Neden İngiltere’ye gitmek istiyorsunuz?
Ticari ilişkilerim var.
Ne tür ticari ilişkiler?
Uluslar arası ticaret ilişkileri
Uluslar arası bir Ticaret unvanınız mı var?
Hayır, yok, olmasına da gerek yok.
Neden gerek yok?
Firma olmak yeterlidir. Diğer kısmı tercihtir.
Tercih etmek diyerek neyi kast ettiniz?

Diye devam eden bu sinir krizi diyaloglarını hiç unutmayacağım… Kadın bir İngiliz olmanın güveni,gururu,kibiri ve kültürüne sahipti.Biz Türktük.
Büyük devlet olmak, kişilerin şahsında oluşturduğu itibari güven duygusuyla beraber yaşayan bir kavram. Bir Türk bunu yaşayamaz. Belki yaşar ama nerde? Mozambik’te, Honolulu’da. Veya insan eti ve kedi köpek kesilip yenen herhangi bir ülkede bir Türk’te medeni olarak dolanır. Biz kişilere bu manevi duyguyu veremedik veremiyoruz ve veremeyeceğiz.

Esip gürlemeye de gerek yok…

“Çıııktıııııı Kaaaçııııııı Kaaaalııınlaaaa Oooooonnnn” diye devam etmemizin de bir anlamı yok artık. Millet aya çıktı abi, termodinamik var, transistor var, renkli film var, reaktör var, internet var… Uçak alıyor 500 kişi, araba saatte 300 kilometre yapıyor. Bir makine bir saatte yüz elli bin kapak yapabiliyor, 300 hektar araziyi artık üç günde sürebiliyorlar. Bypass sıradan bir ameliyat oldu. Üç yüz bin kitap çeyrek metrekareye sığıyor.

Askeri yatırımlarımız çok az, insan odaklı gidiyoruz. Savunma Sanayi kalkınmadı. İhracat tedricen ilerlemekte ama devede kulak… İthalat ise ticaretimizin mayasılı. Çifti üç kağıtçı hormon tankeri. Hayvancılık muhabbetten ibaret. Medya yamyam, bürokrasi devlet düşmanı. İş adamları tamtamcı. Okullar orostopol işler mekanı.
Yani övünelim abi de neyimizle? Somali de bir deri bir kemik adamın bana imrenerek bakması mı Türklüğün gururu? Yoksa İngiltere’nin senden vize isteyemediği zaman mı?

Hadi her kadını soydunuz diyelim, kim size saygı duyacak bu yüzden? Bunun dünya için bir katma değeri var mı? Hangi ülke sırf bu yüzden portföy yatırımlarını beş misli arttırır?

Hadi laikliği de geçtim,hakikaten anayasal dinsizlik olsa bu ülkede, ihracatınıza tesiri nedir? Ya da savunma sanayinize?

Bütün illerle Üniversite açılacakmış… Peki çöpleri kim toplayacak? Çöpleri bile Üniversite okumuş adam toplasınmış! Yani adam çevre mühendisi… düşünün…
Eğitim orospu dolamasına dönmüş ve hala dönmekte, döndürmektesiniz… Peki, bundan Global Akademik Gelişim adına ne tür bir katkınız var veya olacak bu sistemle?

Biz dünyanın küçük ve gelişemeyen,statik gayri medeni bir ülkesiyiz. Büyük Türkler toprak altında…

Daha herşeyin "mangır" olduğunu anlayamadınız mı!

Ahmet Çakar’ın dediği gibi…

Kendinize gelin beyler…

 
At 5:22 AM, Anonymous Anonymous said...

bu gunün cumhuriyet gazetesi karikatürü bakınız. http://img259.imageshack.us/img259/2531/karikaturistmerkepfk1.jpg

 
At 1:21 AM, Anonymous Anonymous said...

Blog Halkı,

Nicedir yazmaktayız blog duvarına. Her ne kadar program dışında kalsada ve bir iki abi ve hanım abla haricinde uğrayanı olmasada blog blogdur dedik yazdık.

Elimizden gelen her konuda blog tahtasına karalama yaptık. İsteyene kaynak veya dileyene eleştiri. Yazdıklarımızdan rahatsızlık duyan her ademoğluna blogda yer vardır. Buyursun yazsın.

Bir yerlerde bekliyor oalcağım.

Sezonu kapatıyorum.

Görüşürüz.

efe

 
At 2:19 PM, Anonymous Anonymous said...

Efe bey, biz de yazılarınızı bekliyor olacağız.

Elif

 
At 3:07 AM, Anonymous Anonymous said...

Selamlar,

Yine "adı yok" blogumuzda yazmaya başlayacağız nasipse. Dinliyorum ki, köşe yazarları ve gazetelere müptela programımıza olurda bi katkımız olur diye...

...merhaba...

 
At 1:36 AM, Anonymous Anonymous said...

İtalyan General Piettro söylemiş, “ hitler kaybediyor, keşke kaybetmese ama kaybedecek ”

Geçen sene Amerika ile ilgili mala davara faidesi olmasa da Amerika’nın durumun sinyallerini tanımlamıştım. Atla deve değil, belirgin kaideler vardır ekonomi politikte. Yemezse, alayı değil kralı olsan çökersin.

Almanya harbi kaybetti, çok ciddi sermaye kaybına uğradı. Onu batıran esas bu oldu. Tekrar canlanması ise fırına verdikleri Yahudilerin sayesinde oldu ki dünyanın 2. büyük ekonomisi oldular bu da ayrı. Bütün büyük bankaların geçmişi 1940-45 yıllarına dayanır, çoğu o zaman kurulmuştur ya da biti o zaman kanlanmaya başlamıştır. Hemen hepsi Yahudi semayesidir kalan kısmı ise Yahudilerle iş yapan sadece sahib-el binası gayriyehuddur. Görülüyor ki para teorisini yazan iktisatçı ağabeylerimizin bahsetmedikleri, kimsenin bilmediği amcoğlusu bu gizli piyasadır. Şövenist tavırlara falan gerek yok. Yok efendim kirli Yahudi parası, kanlı Yahudi parası, kafirler kanımızı emiyor yapınmalarının anlamı yok. Çünkü paranın dini yoktur. Sende çalıştır saksıyı seninde olsun. Meselemiz piyasa…. Surdurmalık yapmak değil…

“Para” için el ne der bilmem ağalar, amma derseniz ki bu “para” özü nedir? Bende iki şey söylerim,
1- Üretim
2- Tüketim
Parayı üretenler bunun hesabını hendesesini yapmazsa kalpazanlıktan başka bir şey yapmış olmaz. Bu kanundur… bütün ekonomik hastalıkların anası budur. Akla ne gelirse… Amerika gibi.
Parayı tüketenlerde usturubu bozarsa şişkinlik yapar, reflü yapar, gastrit yapar. Japonya gibi.

Her zaman budur. Bıdı bıdı yapmaya gerek yok. Amerika hasta bir ekonomiye sahiptir. Ama iyileşecek bir durumu yoktur. 3. dünya savaşından galip çıkması ve ardından alt sınıfı tekrar kalkındırması falan lazım. Uzun iş. Çocuk bundan sonraki başkanın kucağında kalacak.

Amerikan halkına tasarruf yaptırın bende göreyim. Kuzey güney,zenci beyaz,liberal sosyalist, tırcılar motorcular, gitarcılar amişler diye ayrımları televizyondan izlersiniz banada mail atarsınız. Parasız olmaz bu işler…

Rusya, Çin, Hindistan, İsrail, Türkiye, İran
Dünyanın geleceği bu ülkelerin ellerinde. 3. dünya harbi de Çin ve Rusya arasında başlar. Tabi Rus zenginler (elbette Yahudi canım artık biliyosunuz diye söylemiyorum) planlarını yaptılar bile. Çinde Afrikada 19. yüzyıl İngilteresini canlandırıyor. Çok büyük pasta. Kazan-kazan politikası.

Geleceğin finans merkezi neresi mi?

“İmkb-1000 endeksi günü 1 trilyonluk işlem hacmi ile kapattı.”

Alın alın merkez bankasını İstanbul’a Tayyip Bey… Ben anlamadım zannetmeyin sakın…

Para kaçıyor, kendine mekan arıyor fıldır fıldır. Güvenebileceği gelişmekte olan bir yer… Yeni bir yer…Veya iki yer…

Şimdi Amerikan şirketleri doğu Anadolu da birden petrol metrol bulmasın sakın? Savunma sanayi birden canlanmasın! Madenler kendini heyecandan dışarı atmasın…

Ne biliyim… Bu karmaşa insana olmadık şeyler düşündürüyor…
Birde Türkiye ye gelen zenginler şu Chpliler kırmızı çizgilerden bahsedince onları Amişler gibi yapmasın sakın!

Olur olur… Paradır bu… Hala üretenler aynı kişiler… Lehman Bros. değil. Meri linç de değil. Onlar batarlar. Sonra çıkarlar.Heyecana gerek yok.Kimse pat diye batmaz,yavaşça süzülür. Bu yüzden ekonomide kanun kitap sökmez kardeşim… Keynes de sökmez..
Enteller prag hatıralarını yazsın,ekonomi hakkında konuşmasın.
efe

 
At 1:52 PM, Anonymous Anonymous said...

hu huu
doktor uyanın artık!
yeni döneme geçtik
Efe Bey ikinci dönem yazılarını da aynı başlığa yazıyor..:):)

serender

 
At 12:04 PM, Anonymous Anonymous said...

Thomas Stern Elliot’ın dediği gibi “what is this place, this province, this curtained earth?” diyerek atıldım Şişhane’den yukarı… Sadece cümlenin sonuna bir “ulan” getirdim hamasi Türkçe oldu, yakıştı. Güldüm halime. Etrafa bakayım dedim, malum turistliğim tuttu… Yok kuzum yok, Güliver devler ülkesinde gibi hissettim. (ulan bu Galivır’dı benim bildiğim ama neyse) Bigâneyim, münfail hallerim, içimde kürt zılgıtı atan yaşlı kadınlar, hava da kötü… Dur dedim içimdeki allien’a, bir mola ver. Yeşilçam’da okkalı bir kahve içeyim, kendime geleyim, hem de biraz sosyal olayım dedim.

İstiklal… Keskin bıçak. Kulaklarımda Dvorak’ın Humoreske’si bir Chaplin filminde gibiyim ya da 1945’te Berlin’de yıkıntıları geziyorum.
Yürüyorum…Parke taşlarına bakıyorum, eğri dizmişler ve tramway yolunda drenaj yok..Bir kaç otistik gözlemden sonra saçmalamayı kestim. Beynimi kapattım. Sonuna kadar Chopin Fantasie Impromptu’yu açtım. Kalabalıkta yok. Çaylak dolu etraf. Banane dünyadan.

Derken Selahattin’le karşılaştım. Allah cezanı versin Selahattin. Nerden çıktın karşıma hem de ben atmosferin dışındayken. Kirişi kıramadım. Gel Selo gel. Bir kahve de sen iç. Ah Selo seni mağrur bürokrat.

Bitkisel hayattayım. Okulda da böyleydi bu deyyus. Kantinde üç beş serseri iki tatlı laf edicez, gelir içine turp sıkar, kösele surata “de get” desen de eyvalla derdi. Bulaştım bi kere.
Ekonomi, politika, devlet meseleleri… Akp karşıtı söylemler. Çok yüksek kademelerde çalışıyor. Oralara nasıl yükseldi bilmem. Kafası çalışmaz, anzolotun tekidir. Ama nasip tabi.
Yakınıyor kendisi gibi düşünen kimsenin kalmayışına. Kendi bildiği doğru âlemin bildiği yanlış. Bürokrat olmuş hem de kıvama gelmiş. Ama yalnız kalmış. Tabi fosil bürokrasi öldü. Muhabbet yorgun devam etti. Uzatmalarda koçaryan refleksimle nagihane haykırdım : Seloya mektup yaz google arattır. Sana edilmiş birkaç kelam bulacaksın, ar damarım çatlamadığından yüzüne diyemiyorum. Pejmurde ettin günümü.

Akşamı ettim, Lord Gürzon yorgunluğu ile masadan kalktım. Ayıp olmasın dedim ama kendime yazık ettim. Bu cins mahlukata selam dahi vermemek lazım geldiği pek geç anladım çünkü en aheste anımı çalıp gidebilir imiş. Oysa ben biraz oryantalist biraz piyer loti havalarındaydım.

Oğlum Selo, bir daha selamlaşmayalım. Gözünü seveyim uzak dur. Beni görürsen tırıs geç. Sen ve senin gibi psikososyalleri artık taşıyacak kasada yer yok koçum. Söz böyle geliyor çünkü kazdığın çukurun duygu derinliği fazla. Kapışmayalım bitsin. Kapışırsakta otobüs durağında Hande’nin sana söylediklerini dünya aleme yayarım bilmiş ol. Bürokrat arkadaşlarına derdini zor anlatırsın.

Hadi Pazar ola. Blogu da böylece bugün hiç ettik o da ayrı. Neyse Serender anlar. Gerisi yalan.

efe

 
At 3:08 PM, Anonymous Anonymous said...

hı hı Efe Bey hı hı
hesapcıyı da dinledikten sonra (kediye köpeğe özenme faslı)
iyiki de anlamıyormuşum dedim
hala mutluyum ve hayattan zevk alıyorum şükür :)
serender

 
At 12:26 AM, Anonymous Anonymous said...

yok efendim ben bu hafta dinleyemedim. o yüzden dediğinizi anlayamadım.
neyse bu hafta toplarız.

 

Post a Comment

<< Home

Mesothelioma Asbestos, Mesothelioma Cancer, Malignant Mesothelioma, Mesothelioma Attorney.
Mesothelioma