doktor&hesapci

TGRT-FM de Cuma günleri saat 20.00 civarlarında yayına giren programın paralelinde fikir alışverişi için yapılmış bir blog dur. Yorumlarınızı bırakmakta nazlanmayın.

Friday, February 08, 2008

Gündemle ilgilenmemek suç değil

Çözümsüzlükler içinde davşangulaa çözümünü bularak hediye etmeye çalışanlar aniden çark ederek sıkmabaş, yandansallama, iğneli eşarp çözümlerine de ışık yakarak hepimizi mutlandırdılar. Ve ben çok sıkıldım. Yazılanlardan, dert anlatanlardan, ama öyle ama böyle diyenlerden. Kardeşim laiklik derdimize deva olmuyor işte. Hele de bu memlekette bütün özgürlük sorunları türbana, bütün tehlikeler başörtüsüne indirgenince bende bulantı ve başdönmesi oluyor. Ben 3. sayfadan sonraki sayfalara takılıyorum, savunma sanayii ile alakalı haberleri okuyorum, yurtdışı heyet ziyaretlerini takip ediyorum. Başörtüsü falan dendiğinde sıvışıyorum. Ha bir de Amerikalılar yine bir cumhuriyetçi seçecekler diye de garip bir heyecan duyuyorum.

Son yazılan yazılardan dolayı sahiplerine gönülden teşekkür ederim. Burada yakalanan bilgi ve fikir düzeyi amiyane tabir ile kralında yok. Böyle devam edelim. Başta Mazhar, Efe, Belgin ve Canan olmak üzere yazanlara gönülden sevgiler.

Siz yine de aklınıza mukayyet olun, borsada malınız varsa iyi düşünün. Okeyde iyi taş takibi yapın. Her zaman altınızdakini taşlayın. Üç çift bir per varsa çifte gitmeyin. Pişti oynarken güzel ikiliyi son kağıt yapmayın. Fiksin tuzağına düşmeyin. Bu öğütleri de bir nevi babalık olarak kabul edin.

Doktor

21 Comments:

At 2:09 AM, Anonymous Anonymous said...

Türk Silahlı Kuvvetlerindeki değişimi gördükçe geleceğe daha bir umutla bakamaya başlıyorum. Silahlı Kuvvetler artık eskisinden çok daha farklı ve çok daha “futurist” bir yapıda. Belki daha hayata geçmiş olan kısımları çok değil ama tarz olarak genel kanı konusunda bunun yeterli “örneklem” olduğunu düşünüyorum.

Ancak benim Silahlı Kuvvetler konusunda bazı “kesinlikle olması gerek” fikirlerim var.

Türkiye Cumhuriyeti olarak “Bizim” bu yıl (2007) toplam ihracatımız 100 milyar dolar. Bu rakam belki göze büyük gözükebilir. Ancak hangi açıdan bakarsak bakalım bu rakam aslında devede kulak küçük bir rakam. Bu ülkenin ihracatının şimdiye kadar en az 800 milyar dolar civarında olması gerekiyordu…
Peki neden olmuyor?
Olan da nasıl oluyor?

Bu iş terlik çorap satarak başlar ancak böyle gelişemez. Çin “amele işi ihracat” alanında bir numara ve toplam ihracat rakamı buna rağmen oransal olarak düşük.
Ama İsrail’in hayatta bu taraklarda bezi olmamasına rağmen ihracat rakamlarında dünyada hep ilk onda yer alır. Ne satıyor ki? Altın mı?

Hayır.. Altından daha değerli,yükte hafif pahada ağır bir şey. “Savunma sanayi know how”ı .

Yani ileri teknoloji bilgisini yada ürünün ta kendisini satıyor. Helikopter,tank ne ararsan…

Bizde daha yeni yeni filizlenen ancak daha istenilen randımana gelememiş bir sektördür Savunma Sanayi.
Ve aslında
gelişmenin,ilerlemenin,paranın anahtarıdır. Bir anda “sıçrama” olarak isimlendirilen ekonomik çıkış trendini yakalayabilir ve dünyanın sayılı güçlerinden biri haline gelebiliriz.Çünkü masada her zaman parası olan konuşacaktır.

Silahlı Kuvvetler şuan Okullarında Mühendis yetiştirmektedir. Subaylar aynı zamanda mühendislik diploması sahibi kişilerdir. Ancak bu yetmez!

Silahlı Kuvvetler “fabrikatör” subaylar ve “iş adamı” subaylar ve "bilim adamı" subaylar yetiştirmeli. Aselsan’dan yada diğer yurt dışından teknolojileri satın alan ve personeline eğitimini vererek bu cihazları kullandıran bir vaziyetten; kendisi üreten, geliştiren ve satan bir vaziyete dönüşmelidir.

Peki bunun için ne kadarlık bir yatırım gerekmektedir? diye düşündüğümüzde,bu kaynağın Silah Kuvvetlerde Mevcut olduğunu görmekteyiz. Bütçeden ayrılan “savunma harcamaları” kaleminin büyük kısmını Ordumuz askerlik hizmeti yapan Türk Evlatlarına ayırmış ve onların eğitim harcamalarına kullanmaktadır.

Aslında niteliksiz er yerine "nitelikli asker" sistemi belirli bir oranda TSK’nın sayıca küçülmesi anlamına gelir, ve böylece harcamalar kaleminde "Teknolojik yatırımlar"a daha fazla pay ayırabilir. Fabrika ve Enstitüler açılır burada bilim adamı subaylar ve teknik astsubaylar proje tasarımı ve üretimleri gerçekleştirir.

Kısaca askerimiz kendisine yatırım yapmalı ve alt yapı yatırımlarını tamamlamalıdır.

Silahlı Kuvvetler, statik düşünen dogmacı askerleri kendi içerisinden ayıklamalı. Şaşalı törenler düzenlemek bu ülkeyi ileriye götürmez ya da fikrini söyleyen bir insana askerin sus demesi de bu ülkeye bir şey kazandırmaz.TSK aslına rücü etmeli yani içerdekilerle değil dışarıdakilerle meşgul olmalı çünkü içerdeki ürkülen hiçbir güç TSK’dan daha büyük değildir ve olabilemez ve olamayacaktır. Yani TSK içerideki hassasiyetlerden arınmalı ve ülkenin siyasi dalgalanmalarına daimi bir müdahil değil de ülkenin ihracatını 400-500milyar dolarlara taşıyan, ekonomimizin lokomotifi,dünya savunma sanayinde kuralları belirleyen,bilim ve teknoloji yuvası bir yer olmasını arzu etmekteyim. Ve olacağına da inancım sonsuzdur.

 
At 11:59 PM, Anonymous Anonymous said...

Doktorum, dün dolarla ilgili bir pozisyonun olduğunu hissettim. Bir dostunuzdan da duyuduğunuz bazı rakamsal değerler telaffuz ettiniz. Ben de birkaç şey söyleyeyim bir de bu açıdan değerlendir.

Para analizi kolay iş değil. Hele Türkiye de. Şimdi Dolar diyince analizler standartlaşır. Ne biliyim Abd yi tahlil edip,arkasından merkez bankası ırak savaşı falan…

Doktorum,aslı ve esasında dolar Abd para birimi değildir. Amerikanın bir merkez bankası da yoktur. Parayı da amerikan hükümeti basmaz. Yani dolarla ilgili tüm analizler genelde şu abuklamaya uğrar et tecrübe bissabit.

-Analist konuşur: dolar şurdan aşağı desteği kırarsa şuraya kadar gelir.
Sonra dolar o desteği kırar..ve sonra yukarı hızla çıkar:)
-Analist konuşur: Desteği kırdıkdan sonra düşmemesinin nedeni global petrol fiyatlarındaki… falan filan….

Hep bu şekilde… analistleri ekmeğinden eder… Kolay kolay dolar hakkında konuşmaz kimse..Tabi aklı olan.

Peki neden böyle? Çünkü Rockefeller, Rotschild gibi adamların kurduğu bir bankadır. Kendi nam ve hesaplarına çalışırlar. Parayı basarlar ve normalde karşılıklar hesabını tutmaları gerekirken,ne yazık ki para karşılıksızdır. Abd nin prestijini yeterli bir karşılık olarak görürler.Altın,gümüş yok yani…Hani kriz için ihtiyari akçeler olması kabilinden.tutmamaları normal ama işte buda analiz etmeyi sıfırlar! Ve bu para basma işini ihale de edebilirler. Gidip İsrail de para basarlar. Bildiğimiz merkez bankası değildir.
Global parayı yönetmelerinde ki tek sebep kar etmektir. Para Politikası değildir. Mesela en iyi adamları Soros’tur. Finanse ederler.Adamlar gerçekten profesyonel… Ben hayranım doğrusu…

Türkiye de dolar yatırımı kriz yada yapay kriz olmadığı sürece global sürece paralel gider ve kazandırmaz. Çünkü global seyirde dolardan kar etmek kumar masasından kazanarak kalmak kadar zordur.(orta vadede) Kazansan da çıkamazsın.

Şuan en iyi yatırım aracı nedir? Tabiî ki Altındır. (orta vade)
İmkb de ise (yazının bu kısmında bahsi geçen hisse o zamandan bu zamana tavanın kralını yaptığı için artık kaldırılmıştır).
Dolar değildir.

Adamın biri doların sistemini değiştirmeye kalktı da vurdular herifi.. Kimi mi?
JFK’yi yahu…

Neyse..baş ağrıtmayalım...:)

 
At 11:35 AM, Blogger doktor yagci said...

Efe;
Savunma sanayii konusunda fikirlerimiz tamama yakın örtüşüyor. Son zamanlarda özel sektörün çok amaçlı araçlar üretme çabaları da övgüye değer. Senin bahsettiğin askeri özellikteki kuruluslar da bir holding çatısı altında toplanır ve özerk bir yapıya kavuşurlarsa bölgenin hakim gücü olmak işten değil.

Samimi teşekkürler. Bu konulara yakın olmayanlar ise lütfen Efe yi dikkatle okuya...

doktor

 
At 1:39 AM, Anonymous Anonymous said...

Hesapçı blogda neden yazmıyor sorusunun cevabı aşağıdakilerden hangisidir?

a- Hesapçı aslında yazıyor ama sanki Doktor yazmış gibi gösteriyor
b- Doktor Hesapçıyı, yazması durumunda başına gelecekler konusunda tehdit ediyor
c- Hesapçının yazılarını, yalnızca blogun çok gizli bir yerinde bulunan şifreleme bölümlerinden geçerek görebilirsiniz
d- Hesapçı yazıyor Doktor siliyor
e- Aslında hesapçı diye birisi yok biz hayalimizde canlandırıyoruz
f- Vakit yok birader
g- Yazarım ama sonra blog karışır hemşerim baştan söyleyeyim
h- Abi daha tirajınız kaç ki bana yaz diyosunuz
i- Yazmıyorum kardeşim,keyif benim değil mi?


Şaka bir yana ecel gelmeden Hesapçıyı blogda görür isek gözümüz açık gitmez herhal!

 
At 1:15 AM, Anonymous Anonymous said...

Laiklik nelere kadir?(veya değil?)
Doktor kardeşlerine laiklik derde deva değil derken hangisini kastetti bilemiyorum ama antisekülerizmin kime hangi çözümü getirdiğini de ondan öğrenmek isterdim. Evet şunda haklı mevcut 'sanal' laiklik bi şeye çözüm değil.
Zira en basitinden bir Diyanet işleri Başkanlığımız var bu da sadece bir dine hizmet götürüyor üstelik ve bu başkanlığın bütçesinin 22 üniversite bütçesine denk düştüğünü Evrensel'de okudum. Ve sadece 13 ilimizde DT var, 81 ilimizde kayıtlı kuran kursu; kayıtsızlar da hesapsız yine bu veriyi Evrensel'de okudum.(edebiyat insanın önüne şeçim koyar, dini de işler felsefeyi de bir de kendisi var ki yeter zaten. Ama din insanın önüne tek bir seçim koyar, o da yine din-bu bakımdan 81 ilde edebi kitaplar dolaşsa bile bir canlı edebiyat önemli)
NESİNİ MUHAFAZA EDEYİM?
Ben Türkiye'nin giderek muhafazakarlaşmasını istemiyorum, nasıl ki bazıları bu ülke için şeriat bile isteyebiliyorlarsa benim de bunu istemeye hakkım olduğunu düşünüyorum. Başörtüsünden hazzetmem ama yanımdaki arkadaşımın takmasına karşı olmadığımı da söylemiştim. bu durumu çoğaltacak baskın yapacak her şeye de karşıyım, söyledim muhafazakarlığa karşıyım; çünkü mevcut durum benim içimi açıp yaşamımı kolaylaştıran şeyler değil uymadı işte gelenekler, inançlar vs. Uymayabilir yeni doğanlara, sevmeyebilirler, benimsemezler sizler bunlara hazırlıklı olmalısınız yani hazmetmelisiniz bayrağa ya da kurana ve diğerlerine sizin kadar bağlı olmamalarını. Aslında yeni kuşağa verilecek özgürlük budur, seçim hakkıdır; dünya vatandaşları yetiştirmelisiniz anlatabiliyor muyum ? 'dünya' vatandaşları; yani tam da bir sivilizasyon! dinden ve devlet sınırlarından arınma. Yani karşılığı zihinsel ve fikirsel özgürlük.
Peki ben muhafazakar toplumlardan neden korkuyorum?
Lisedeyim, hocamız anlatmakta." başörtülüleri hor görüyorlar halbuki bir savaş olsa ülke için savaşacak olanlar yine bunlar diğerleri yurdışına kaçar, o hor görenler" diyor.(hocam bir anlamda haklı ama muhafakar işte kusuru bu ) Tabii ben kalkıp da "hocam ben başörtüleri hiç hor görmedim ama ülkem için de savaşmazdım" diyemedim. Benim için önemli olan hakkım ve özgürlüğüm bunlar sağlanırsa bir ingilizle, bir fransızla, bir kürtle ve hatta bir suudili ile birlikteye yaşamaya hazırım aslında.(muhafazakarlar bunu sevmezler) Tabii ben sadece bir insan olduğuma göre yani diğerlerinden bir farkım olmadığına göre bana sağlanmasını istediğim bu anlam diğerlerini de kapsıyor. Bilirsiniz. suudili kadınların öldürülmesi ve Hilary'e yapılan eleştiri ötesi belden aşağı saldırılar bana acı veriyor. Her ikisi de aynı acıyı ayırım yok.
Ve yine geldik Büyük Kadın Sorunu'na
Demokrasinin bir ayağı ve gerçek bir tamlaması bizden.
- Oksfort mats+girls=misery? makalesini kitabına koyalı yıllar oldu lisenin başlarında idim ama geçen yaz Cosmopolitian dergisine bir aptal çıkmış kadınlar sözel bilimler erkekler ise sayısal bilimlere daha yatkındır, bunun zekayla alakası yoktur-ama kendi yazdıklarının zekasıyla alakası var belli ki gerizekalı biri- bu böyledir şeklinde bir genelleme yapıp kadın ve erkeğin beyin yapısının farklılığından dem vuruyordu bir beyinsiz olarak. Oksfort ise beyin farklılıkları olmadığını yalnız beynin kullanımını sosyal ve kültürel çevrenin etkilediğini belirterek söz konusu eğilimin bundan kaynaklandığını belirtiyordu. Örneğin bir erkek çocuk babasının arabasını tamir etmesine yardım eder-yani bir matematik uygulamasını tanır- bir kız çocuğu ise çay yapardı...gibi
- Bir kadının Okfort'tan bağımsız ve onu yalanlayan-belki de makaleden haberi bile yoktur-bir yaklaşım yapması kadın adına umut kırıcı.
- Bir de Cosmopolitian'ın Bir Oksfort makalesinden daha da daha çok okunduğunu düşünürsek umut kırıcı
- Ama umutsuzluk yok bir gazete haberi diyor ki;
Buket Uzuner Madrid'te maçoluğa çattı haberin ayrıntılarında Uzuner'in incelediği bir çok dilde kadını aşağılayan deyimler küçükgören argolar -sağolsun doktor onlardan birini kullandı geçenlerde, şeytan başımızdan eksik etmesin doktorumuzu- ve atasözleri bulunduğunu ve dilin bu muhafazakar kadın rolüne karşı çıktığı var.(o ayrıca geçen cumartesi İzmir'de göbeğini kaşıyan adamın aile kültürüne çattı, ben oradaydım)
DESTEKLİYORUM Uzuner'i
- Aşırı muhafazakarlıkta kadın taşlanır, orta muhafazakarlıkta kadın örtünür, düşük muhafazarlıkta kadının yeri bellidir, isterse Amerika başbakanı olsun! Ve her bir muhafazakarlık türü kendinden derece olarak daha düşük muhafazakarlık türünü zaten içerir.
Ürkütücü değil mi? Yani ben korkuyorum yalan yok.

Ve laiklik nelere kadir? Bir bakalım:
Tatil için evdeyim ve sıkılıyordum evde bir dergi gördüm. Karıştırdım, sonra da hazine bulmuş gibi sevindim. Gaziantep Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden Yrd. Doç.Dr. Eyyüp Ay 'anaerkil aileye arkeolojik bir yaklaşım' adında bir makale vermişti, Gaziantep'in EĞİTİM-SEN dergisine. Onun öncelikle mezopotamya gibi arkeolojik açıdan çok zengin bir çevrede bulunduğunu hatırlatmalıyım. Ve bir sürü şey sıralamıştı; evet bazen tarihte kadın tanrıça olarak tasvir edilse de hiç bir zaman anaerkil bir toplum olmadığımızı verilerime bakıp şimdilik kesin olarak söyleyebilirim.
Sayfalar sonra yazının en sonunda şunu yazmıştı "Bu saptama ile kadın hareketlerinin toplumsal hak arayışında ve toplımsal yapıyı dönüştürme çabalarında temel referans olarak almaları gereken Ana -Tanrıça kültü, Ana-erkil aile gibi geçmişin romantik kurguları değil yaratıcı seküler devrimler olacağına işaret etmektedir."
Evet demokrasinin tamamlayıcı ayağı bizden bir eşitlik sağlamak zorundayız kendimiz için ve bu tavsiye benim için çok değerli, çok özel bir tavsiye.
Ben de sezinliyor hocama tamamen katılıyorum gerçek eşitlik ancak seküler bir toplumda sağlanabilir. Şimdiki laikliğimiz derdimize pek çözüm değil çünkü tanımlamada inananlara özğürlük değil de inanmayanlara yaşam hakkının öne çıkması gerekiyor. Doktorun ne demek istediğini anlayamadım; eğer diyaneti kapatılmamış laiklik için derde deva değil diyorsa haklı, yok eğer laiklik derde deva değil diyorsa o yaşamsal bölgenin bulunduğu alanı bir bezle örtsün..türban mürban ne bulursa artık. Üşütmesin orayı.

Canım Doktorum...
Hadi işi daha duygusal bir boyuta çekelim. Siz birinin anasını satarken Serender, Zehra, Belgin gibi kadınlar sizi uyardı mı? (Uyardı ise neden -ikinci defasında yani- ertesi haftasında şöyle şöyle demiştim diye tekrar ettiniz olayı?)
Muhafazakar kadınlar ve toplum benim için bir tehlike ve bundan korkarım tabii. Ve muhafazakarlık sadece örtünmekle olmuyor görüyorsunuz işte Cosmopolitian'a yazanın başı açıktır ama zihni...
Ve bu duygusal boyutta size soruyorum rahatsız olduklarımı söyledim, eşitsizliğimden dem vurdum ve dedim ki İslam Suudili kadınlara çözüm oldu mu, Hristıyanlık Hilary'ye saygı duyuyor mu? Din neye çözüm?
Bu iki örneği sadece bir simge olarak alın evirin çevirin ve isterseniz siz bana bir tavsiye verin. Arkeoloğun tavsiyesi her derda deva değil ha? O zaman siz lütfedin ben cinsiyetimden dolayı elimden alınan insanlığımın yarısını bir yarım insan olarak, saçı kısa aklı da kısa biri olarak nasıl geri alabilirim?
Siz deneyimli, görmüş biri olarak ve çok bilgili Efeciğiniz benim gibi bir gence ne tür bir tavsiye verebilir laik toplumdan gayri?

Canan Nil Özdemir

 
At 6:39 AM, Anonymous Anonymous said...

Yazılarını okudukça Paganini’nin Capris’lerini dilermiş gibi oluyorum. Seveni çoktur hatta iyidir hoştur ama beni öldürür. Anlatamayız da derdimizi Paganini holiganlarına, müzikten anlamamakla suçlarlar beni. Oysa Brahms’dan, Handel’den dinleseler birkaç konçerto veya Khachaturian dinleseler… Yok…dinlemekte yok! Bunların bir huyu da Kafka okumalarıdır ve hep Pesimistlerdir. Yani başka dünyaların adamlarıdır bana göre Paganini müptelaları. Saygı duyar Vivaldi’ye devam derim.

Kaç arkadaşınla oturup yazdıysan bu yazıyı hepsine selamımı söyle, bu yazdıklarımı da fotokopi yap anfide dağıt.Tamam mı Çocum!

Bir defa özgürlükler konusunda söylediklerine katılıyorum. Ancak özgürlük tanımını algılama tarzın çok Kitsch! Bunların modası geçti. Eskiden bu tür özgürlüklerin Küba’da olabileceğini düşünürdüm, gördük ki orada da yok. Yalnız şuan Venezuella’da olabileceği konusunda şüphelerim var.Bir seyahat planım var.Orayı da gidip,göreyim eğer ÇAVEZ senin istediğin gibi “sınırsız bi şeyler” yapmışsa seni oraya naklederiz. Bendensin!

“Gelecek nesil” ile ilgili bazı tanımların var… Kimse kimseyi bir değere bağlanmaya zorlayamaz. Ancak herkes dünya üzerinde bulunan “bir değere inanmış insana” saygılı olmak zorundadır. Sevmek,beğenmek ayrı; sevmemek ayrı,hakaret etmek ayrı şeylerdir. İlkokulda öğrendik bunları Canan… Hayat Bilgisi’ne bedenci mi giriyordu? Yani zamanın önemi yok… Yarın Türkiye dinsiz’de olabilir, başka bir şeyde olabilir. Who cares? Ne olduğu önemli değil. Bir inancı olana o inancı yaşama zemini ve rahatlığını vermek gerekir. Das ist die Moral das Geschichte!

Senin 'Özgürlük’ün zararlıdır. Çünkü başkalarının alanında söz sahibi olmayı arzu ediyorsun. Senin alanına biri girdiğinde karnına ağrılar girip kabız olduğun gibi,başkaları da seni kendi alanlarında istemez."principale naturale"

Taksim-İstiklal de biraz yürdüğünüzde Yapı Kredi’nin önün gelip sola bakarsanız, orada oturan,mor saçlı,rengarenk suratlı,kirli bir kot,üzerine örme atkı ve kalın tabanlı siyah deri bir bot giyen,elinde gitar “knockin on heavens door” yada “unforgiven” söyleyen kızları görürsünüz. Gece gece bir bira parası cebinde yokken önünüze çıkıp “patron abi at bi onluk” derler.Yada “ bi sigara versene abi” Aynı Kadıköy sahilindeki çingeneler gibi. Bunu sen özgürlük mü sanıyorsun? O angutlar öyle olduklarını zannediyorlar da ondan!

“Yanımdakinin takmasına karşı olmadığını söylemiştim” diyorsun, geçen yazılarından bu mu anlaşılıyordu Canan? Birde hor görmediğini… Ben o kelimeleri aradım da bulamadım.. Çok kız yazınca tabi tutmuyor yazılar birbirini…Olur böyle şeyler… Ömer Seyfettin oku geçer.. Daha yolun başındasın..Daha anasına satıyım nedir onu bilmiyorsun..Öğren kuzum! Ana ne demektir? Sen tabi küçük aklınla kadına vurdun işi! Yok yahu.. Bak daha çocuksun,bilmeyip yazıyorsun rezil oluyorsun. Ana; bir malı aldığın bedele denir.Üzerine ya kar koyup satarsın aldığın fiyata yani anasına satarsın… İşte biri seni gaza getirdiğinde o kadar coşmussundur ki “tamam ANASINA SATIYIM” dersin.Yani bu işi yapmamdan benim karim yok demektir.. Tabi laf çeşitli şekillerde söylenmiş. Olayın kadınla alakası yoktur.

Kadın ve Erkek’in beyinleriyle ilgili olarak da söylediklerine kesinlikle katılıyorum. Sayısal, sözel gibi saçmalıkları bende çok duydum ama ÖSS’de bak sayısalda ilk yüzün çoğu Kız. Ama burada seni ayrı tutmak lazım. Sende ne sayısal ne de sözel zeka var.Bu ne oluyor şimdi? Sen hangi sınıfa giriyorsun? Oxford’a sorsak söylerler mi? Koala gibi bir şey mi oluyorsun yani..

Kadının değerinin bilinmediği konusunda da hak veriyorum sana. Demokrasi ile ilgili kurduğun bağlantıları da destekliyorum. Kadın tarih boyunca hep Annelik yaptığı için ön plana çıkamadı. Ama Kraliçe’de oldu Sultan da oldu… Yani daha nolcak abi? Sen kadından anneliği al. Bak o zaman neler oluyor.Bulgaristan’da bir kadının pansiyonunda kalmıştım.Ormanlık harika Vidin diye bir yerde. Kadın komunist dönemde taş ocaklarında çalışmış 25 yıl.Yarım dünya gibi bir şeydi.İnsan irisi.Kadından başka her şeye benziyordu.Hani eşitlik var ya..Ondan göndermişler onu da Taş ocağına.Birde Bosna’da konuştuğum insanlar vardı.Komünist dönemde “din yasak” olduğu için başını örten kadınlar hapse atılmış, hapiste işkence ve tecavüze uğramışlar.Kuzey Irakta da veriyorlar ellerine AK47 leri gönderiyorlar dağlara özgür kızları.Sonra ne oluyor? Hem orada savaşıyor hemde erkekleri tatmin ediyor.. Daha özgürce ve partizanca bir yaşam..Sen Evrensel oku..Kendi evreninde yaşa…He sen ne olmak istiyorsun abla? Reisi Cumhur mu? Senden muhtar bile olmaz benden söylemesi.


Gelelim Laiklik Mevzusuna;
Ben senin Laiklik’ine örnek vereyim.
Şimdi gittiniz arkadaşlarınızla GrossMarket’e… Ped reyonunu buldunuz. Baktınız bir sürü marka.. Ama birinin üzerinde “Bu ped Laiktir” yazıyor. Siz gidip onu alırsınız.Budur yani. İsim olsun.Kantinde çantadan evrenseli çıkarırken gördükleri gibi o pedi de gösterirsin arkadaşlarına onlarda ne laik kız derler…

Aslında ise Fransız Burjuvasi’nin Aristokratlara karşı,ticaretlerini geliştirmek amacıyla çıkardığı bir akımdır.

Şimdi bana bıraksalar,bütün İmam Hatipleri kapatırım.İlahiyat Fakültelerini kaldırırım. Diyanet İşlerini de kapatırım.Kuran Kursları vesaire tümünün devletle ilişkisini keserim. Din kültürü dersinide kaldırırım. Bak işte devletle en ufak bir ilişkimiz kalmadı!

E şimdi ne olcak?
Bu imamlar nerede yetişecek, görev yaptıkları yerlerde ne yiyip ne içecekler? Kuran öğrenmek isteyenler için nerede eğitim verilecek?

Bunların da çözümü kolay.

Özel Vakıf Enstitüleri kurulur. İmam yada hatip olmak isteyenler oraya başvurur.Kabul edilirlerse eğitime alınır sekiz yıl okurlar. Vakıflar kurulur.Nasıl olsa bağışlarla ayakta duruyordu diyanet işleri.Bu vakfların görevlendirdiği kişiler camilere veya nerede görev alacaksa orada maaşıyla hizmet eder.Kuran Kursları’da vakıflara bağlı hizmet verir.. İsteyen dinini buralarda öğrenir. Kimse kimseye karışmaz.
E tabi o zamanda çıkıp “yok efendim devlet bunlara el atsın, dinlerini devletin izin verdiği kadarıyla öğrensinler” diye tellallık yaparsınız.Biliyorum sizi..

Laiklik şarttır ama senin algınla değil. Dinin devlet yöneten bir rejim olmaması gerekir diyor Secularizm. Muhafazakarları kapı dışarı at, sonra canan sek sek oynasın demiyor.
Muhafazakarlık kadın açısından en kısa tanımıyla “bir kadının sokağa çıktığında kapkaç yada taciz tehlikesi olmadan,inanç ve kıyafetine hakaret görmeksizin rahat rahat yürümesidir” Sen ne anladın Canan? Şimdi çık bakalım gece saat iki de alsancak’a… Orda seni “özgür çocuklar” bekliyor…

Kusura bakma Doktor, uzun oldu yazı.. Ama ne yapayım yazınca da akıyor klavye be anasına satıyım!

 
At 1:14 AM, Anonymous Anonymous said...

abi süpersin yaa.bu ne yazı olmuş böyle.su gibi valla.bu ne akıcılık ve bu ne donanım böyle.okudukça okuyası geliyor insanın.yazılarının devamını sabırsızlıkla bekliyorum. tebrikler...FADİMEGÜL

 
At 11:34 AM, Anonymous Anonymous said...

Az önceAhmet Kekeç’in yazısını okudum yine abalısı Özdemir’e vuruyordu. Gayrete geldim iki satırda ben yazayım dedim. Açtım blogu Efe’nin son yazısını gördüm. Müthiş keyiflendim. Bizim Efe ne cevhermiş meğer, tam bir Üstad Kekeç’e ders verecek kadar da konusuna ve kalemine hakim. Doğrusu bu blog Efe gibi bir kalemi kazanmakla kıymetlendi.
Geçen haftaya dair birkaç değerlendirme yapmayı düşünüyordum. Fakat Cumartesi günü başımızdan geçen bir hadisev konuyu değiştirdi. Malum Cumartesi İstanbul’a kar yağıyordu. Bizde bütün İstanbul’lular gibi, gücendirmemek gayretiyle titreyerekten aman yeter ki yağsın biz üşümeye razıyız diyerek, Sirkeci’de Ticaret Odasının arkasında ki sokağa girdik, deniz tarafından esen tipiden daha az etkilenmek niyetiyle. Ama ne çare ki tipi ara sokak falan dinlemiyor insanın üstüne üstüne yağıyordu. Nicedir de çay içmemiştik. Şu kahveye girelim mi deseydi biri durup düşünürdükde o gün dalıverdik içeriye. Cam dibinde ki masaya oturduk hemen. Orada tek başına oturan vatandaşdan müsaade isteyerek. Ayıp ettik. Kahvede sorulmaz boş bulunan yere oturuluverilirdi. Garsonlar başkalarına hemen çayı yetiştirirler ama bizim talihimizden midir nedir Mehmed’in epey bir gayretinden sonra garson bizi gördü de çaylarımızı getirdi.
Doktordan bahsedecektik, ikimizin de söyleyecek şeyleri vardı. Ve tipi altında konuşulmuyordu. Necip Fazıl dedik. Böyle geçmemeliydi bu programda. Doktorun asla öyle dememiş olduğuna ikimiz de inanmıştık ama. Bunların devri geçti kokusu rahatsız etmişti bizi. Zamana karşı duran eserler vardı. Sanatın her dalında Hesapçının terennüm ettiği beyitler gibi. Bir de işin öbür yanı vardı. Necip Fazıl’ın dile getirdiği hangi ızdırap dinmişdi ki... Kırk sene önce bu şiirlerle kendini ifade eden muhafazakar gençliğin durumuyla, bugünün muhafazakar gençliği arasında haklar ve özgürlükler bakımından ne değişmişti ki. Ve daha iyisi yapılmışmıydıki. İdeolojisi duvara toslamış Nazım şiirleri, gibi olamazdı Necip Fazıl’ın şiirleri, çünkü o sonsuzluğun efsanesini üflemişti şiirine. Şu artık hükümsüzdür denilebilecek bir tek mısrası olmayan bir şiir üstadı o, ve onun şiirlerini okuyan başbakanından daha farklı bahsetmeliydik. Mehmed’in dediği gibi , seçim ertesi New York Tımes’ın ‘’ Necip Fazıl’ın Kara Türkleri ,, yorumunda ki keskin görüşü konuşmalıydık.
Kahvede bu konuşmalar sürerken, içeriye giren üç kişi Asayiş Şubesinden gelen polisler olduklarını sesli sesli söyleyerek. Kimliklerini şöyle bir uzattılar.Ehliyet mi kimlik mi görene aşk olsun. Ben lise yıllarında okuldan kaçıp kahveye okey oynamağa gitmiş bir Türk evladı olarak Jandarma baskınlarının heyecanlı günlerini hatırladım. Kahvenin camından atlayıp kaçtığım, pancar tarlasında saklanıp süründüğüm. Kahvede unuttuğum ceketi nasıl kurtaracağımı düşündüğüm günler geldi aklıma. Gençlik işte. Sonra üniversiteye gidince kahvede kimseden korkmadan okey oynamış ve hayat bu diye düşünmüştüm. Kormadan okey oynamak ve saklamadan sigara içmek özgürlük buydu işte. Fazla sürmedi başkaca bi numarası olmadığını anladık. İşte özgürlük talebi bu kaygılardan ibaret olanlar için ideal bir ortam üniversite. Ama biz işi abarttık. Hep daha fazlasını istedik. Neyse Asayişçi arkadaşlar Kimlik kontrolü yapacaklarını ve kimliklerimizi çıkartmamızı istediler. Çıkarttık. Biri kapıda durup giriş çıkışı kontrol altına alırken diğeri masa masa gezerek kimlikleri topladı. Kahvede bulunan yaklaşık 50 kişinin kimliğini toplayan asayişçi bir masaya oturup cep telefonuyla merkezi aradı ve tek tek kimlik bilgilerini sorgulamaya başladı. Hoppala… derken bizim çaylar iki oldu üç oldu bitmedi bu sorgu. Kendi güvenliğimiz için diye teselli verdik birbirimize. Yaklaşık bir saat kadar sonra nasıl oldu anlamadan asayişçilerin gittiğini fark ettik. Telaşa düştük. Eyvah gitti bizim kimlikler. Nasıl da yutmuştuk bu zokayı. İlerde ki masalardan birinde itiş kakış olunca koştuk kimse almadan aldık kimliklerimizi. Başka bir sorguya takılmadan çay paralarını ödeyip sıvıştık oradan. Kahve halkı asayişçilerin ardından fena küfürler savuruyordu.
Selamlar Mazhar

 
At 3:39 AM, Anonymous Anonymous said...

Bilim Yuvaları...

2004 öğretmenlik yaptığım sene. İstanbul’da bir ilçede İlköğretim 5.sınıflardan B şubesinin sınıf öğretmeniyim. Sınıfı beşe kadar okutan öğretmen başka bir ile tayin olduğundan sınıf bana verilmiş durumda.
Eğitim-öğretim, başladık yoğun bir tempoda devam ediyoruz, Hasta olduğum bir günün ertesinde çocuklara sordum dün ne yaptınız bir vukuat oldu mu? Diye.
Çocuklar; derse beşinci sınıflardan bir başka şubeyi okutan öğlenci öğretmenin geldiğini söylediler.
Derse gelen Öğretmenin namaz kılanın olup olmadığını derslerde gösterecekleri başarının namazın yerine geçeceğini, kimlerin oruç tuttuğunu orucun derslerini olumsuz etkileyeceğini kendisinin dahi o yaşta oruç tutmadığını ve bu arada su içtiğini, Allahın affedici olduğunu, dinin eski zamanlara ait bir değer olduğunu bilimsel gelişmelerden sonra dinin yerini aklın ve bilimin aldığını, bilim ve fennin dışında hiçbir şeye inanmamaları gerektiğini öğütlemiş, biraz da köpeğinden bahsetmiş.
Bunları duyunca öyle bir moralim bozuldu öyle bir moralim bozuldu Vay be! Dedim, ben üç dört aydır bu sınıfın öğretmeniyim bir gün olsun böyle bir soru sormadım sormak aklıma bile gelmedi, dersimi öğrettim çıktım. Demek ki arkadaşın farklı bir vazifesi var dedim kendi kendime.
Döndüm sınıfa Çocuklar dedim bu gibi arkadaşlar bilim-fen deyip dururlar ama bilim ve fen sadece kavram olarak ağızlarında sakızdır. Bilim ve fenle ilgili beyaz bir çarşaftaki siyah nokta kadar bildikleri ve öğrettikleri bir şey yoktur dedim kapadım konuyu.
Gel zaman git zaman bir gün derste kapı çaldı iki öğrenci geldi duyuru yapacaklarını söylediler, buyurun yapın dedim duyuruyu yaptılar. Çocuklara baktım konuşmaları tavırları bir garip açıkçası sersem gibi olmuşlar. Çocuklara hangi sınıftan olduklarını sorunca bizim bilim-fenci arkadaşın öğrencileri olduklarını öğrendim.
Bunun üzerine gelen çocuklara dedim size bir sorum var, bu yıl en çok duyduğunuz iki kelimeyi söyler misiniz? Kısa bir şaşkınlıktan sonra bilim, fenn dedi birisi, diğerine sordum o da kelimelerin yerini değiştirerek fen, bilimm dedi. Bu arada sınıfta hafiften gülüşmeler başladı. Gelen çocuklara siz çıkabilirsiniz dedim. Çocuklar çıktıktan sonra benim öğrenciler; Öğretmenim tam istediğiniz gibi cevap verdiler dediklerinde ben hayır dedim çocuklar istediğim gibi değil ama tahmin ettiğim gibi cevap verdiler maalesef dedim.
.......
Cehalet mi dersiniz iflah olmaz din düşmanlığı mı dersiniz bilemiyorum, bildiğim böyle bir ayrımın dünyanın hiçbir yerin de olmadığı. Sanki din olursa bilim ve fen olmayacak ya da bilim ve fen diyorsanız dini reddetmeniz gerekiyor.
Doğrusu dinin hayatın her alanının da güzeli doğruyu insanlara gösterdiğidir. Sorunun kaynağı Dinin tarifinin ve yerinin din düşmanları tarafından yapılıyor olmasındandır. Herhangi bir mesele çözüme kavuşturulurken getirilecek hükmün ille de dine zıt olmasına değil makul pratik olmasına aklıselime uygun olmasına bakılır. Selim olan akıl da herkeste bulunan bir şey değildir. Bilimsellik demek din bir şeye beyaz demişse, bilimsel olması için bizim siyah dememiz değildir.
Söz konusu din olduğunda dogmatik olduğundan değişime kapalı olduğundan dem vurarak istediği gibi ahkâm kesip doğruluğunu tartışmalı bulanlar, insanların koyduğu yasalara sıra gelince doğmanın doğması olarak değiştirmeyi aklından bile geçirme diyebiliyorlar. Hem de öyle bir diyorlar ki! Sehpa hazır.
Selamlar hürmetler..

 
At 5:50 AM, Anonymous Anonymous said...

Efe Bey yazınızı okudum ve hocamızın bir gün vizeden sonra bize dediği şey geldi aklıma: "o yazdığınız reaksiyonları okuyunca çok güldüm, teşekkür ederim "
Sizde de o hesap:
Birincisi beni kantinde hayal etmekten vazgeçin.
İkincisi elimde bir Evrensel gazetesiyle ortalıklarda dolaşmıyorum, görürsem karıştırdığım gazetedir ama her gün aldığım gazete o değil. Bilgime kaynak olsun diye yazdım ismini oraya çünkü aynı bilgiyi başka yerde bulamadım ben.Sadece bu.
Dağlardaki kadınlara gelince onların özgür olduğunu düşünmedim. Öyle bişi demedim de.
Saat iki değil de bire kadar Alsancak'ta kalmışlığım vardır. Gayet iyi, gayet sakindi rüzgarı dışında..İkiye kadar da Bornova sokaklarında kalmıştım bir gün, çoğu kez de Konak Dt önünden Gümrük'e kadar tek başıma 12 ye yakın saatlerde yürüyorum. İzmir'de pek endişe edilebilecek bişi yok, merak etmeyin. Umarım bu güzel şehir de bana hayl kırıklığı yaşatmaz. Ama konumuz bu değil.
Anasına satayım dediniz, eh anlamını da atlattınız ki eksik olmayın; ama...hadi farzedelim ki Doktor "anasını satayım" demiş olmasın da "anasına satayım" demiş olsun -ben yanlış anlamış olayım- ne fark eder? Bu özellikle cinsiyetçi yaklaşımların dillerde, kültürlerde, dinlerde var olduğu gerçeğini değiştirir mi?
Yazılarımı tek başına yazıyorum zira kütüphanemizde hem grup çalışmaları yok(buraya kitap karıştırma sayfaları, kalvye tuşlarının tıkırtıları ve sessizlik hakim), hem de her bilgisayarın başına sadece birer 'oturgaç'(bunu seviyorum) koymuşlar. Ayrıca arkadaşlarımın hiçbiri henüz gelmedi bile. Ama siz bana inanmazsanız benim bu yazıyı elli kişiyle yazdığımı düşünün. Ne gam! Sonuçta yazıyorum ya ona bakın.
"Eşit" olan ama kadınlığı belli olmayan birinden bahsetmişsiniz, o kadının o hali kadın-erkek eşitliği değil de kapitalazm meselesidir, adalet meselesidir bir anlamda da(yanlışsam söyleyin). Ve ben de bu konuya girmemiştim.
'yiyorsa mailime yaz da sana orada ağzının payını vereyim' diyerek beni daha kolay hakaret edebileceğiniz bir ortama davet etmiştiniz, zamanında. O günden bu yana artık sizinle muhatap olmayacağımı düşünmüştüm. Bana yazmanız beni şaşıttı desem yalan olmaz.

canan

 
At 7:01 AM, Anonymous Anonymous said...

Evet din tartışılmaz doğrular manzumesidir.Selim olan akla da bu doğrular doğru gelmektedir. Dinin koymuş olduğu hükümden daha doğru ve de daha güzel ve de daha insani ve de daha medeni bir hüküm yoktur olamaz, olduğunu zannettiklerimizin arkasında mutlaka bizim anlayamadığımız bilmediğimiz bir illet bir muzır mevcuttur.
Dinin emirleri esasları vardır. Ancak kimseye zorla bu şekilde inanacaksın yoksa sana hayat hakkı yok diye bir uygulama yoktur olmamıştır. Böyle olsaydı en azından dünyanın üçte ikilik bir kısmında islamiyetin haricinde bir dinin kalmaması gerekirdi.
Yanlış örnekler insanda olabileceği gibi devletlerin uygulamalarında da olabilir. Bunlar da dine halel getirmez. Adamın adının mülayim olması ve bu adamın yapısının sert olması mülayimin anlamının sert olduğu anlamına gelmez.
Din deyince,dindar insan deyince neler hatırlanıyor yada neler hatırlanmak-hatırlatılmak isteniyor. 28 Şubat sürecinde ekranlarda gösterilen kurgusal marjinal tipler mi? Suudiler mi, İran mı? Bunların ve uygulamalarının hepsinin dinle Müslümanlıkla uzaktan yakından ilgisinin olmadığı hakkı teslim eden insaf sahibi herkesin bildiği şeylerdir. Eğer gaye doğruyu öğrenmekse Osmanlıya bakılması kafi gelir. Doğrusuda doğru da yaşatılmış ve hamiliği bizzat devlet tarafından yapılmış. Yanlışa da sen de inandığın gibi yaşayabilirsin denilmiş ama bir şartla bu yanlışın adına İslamiyet dememek şartıyla.
Şöyle bir arıza ile karşı karşıyayız adam hem dine yani ezelden ebede tek din olan islamiyete inanmıyor hem gelip dinimde esaslar koymaya çalışıyor. Yok efendim aslında dinde kadınların saçlarını kapaması diye bir şey yok, namaz aslında üç vakit alkolün fazlası haram, kurban şöyle, hac böyle. Birde bunları sözüm ona dinde ehliyet sahibi kişiler söylüyor. Ehliyet sahibi de şöyle olunuyor; Üniversiteyi bitir diplomayı al sağlık raporunu al (tam teşekküllü hastaneden) tamam öğretmensin, profesörsün. Ehliyet de böyle bir şey. Öyle öğretmen tanıyorum çocuğunu ona teslim edeceğine yüksek bir yardan at gitsin ondan daha iyi. Öyle de insan tanıyorum bu ehliyet verilen hiçbir yerin kapısından içeri adımını atmamış ama insan ama mükemmel insan. Herkes öyle olsa kurtla kuzu yan yana dolaşır öyle insan .İnsan diyoruz da katil de insan insanlara faydası olan da insan. Köpek de hayvan koyun da hayvan onun gibi bir şey.
Sıfatları verenler kim her şeyden önce ona bakmak lazım. Sıfatları verenlerin hiçbir insani sıfatı taşımadığı bir ortamda insani sıfatın öne çıkması mümkün değildir. Hayvani sıfatlara dahil ederken de koyunları ayırmanın gerekliliğini önemle belirtmek isterim.
Selamlar hürmetler. hasan

 
At 1:07 AM, Anonymous Anonymous said...

canan,senin reaksiyonlara sadece senin hocalar gülmüyor be kızım

 
At 3:51 AM, Anonymous Anonymous said...

Tüsiad’ın yayınladığı “Global Rekabet Stratejileri” isimli kitapları her daim okurum.Son sayıyı da okudum.İki yüz elli sayfa ve bi dolu istatistik.. İnsanın anasını ağlatıyor..(bak ana kullandık yine,feministler hücum) Tüsiad’ın strateji tavsiyeleriyle kuyuya inecek değilim ancak bu kitaplarda; senin benim yırtınsak ulaşamayacağımız; yabancı kaynaklardan derlenmiş, dünyanın ileri gelen şirketlerinin sektörel ve özel verileri, istatistikleri var.
Bu verileri analiz ederek “ortaya karışık” yapayım diye bu hafta gönlümden geçmişti ama ne çare üniversiteli gençlerle beş taş oynadık, arkeolojik kazı yapıp Urugakina’nın donunu bulduk…

İstatistiğe boğacak değilim korkmayın. Meram izahatı kabilinden olsun…

Global pazarda şuan ciddi bir “satın alma ve birleşme” akımı var. Kim kimi satın alıyor, kim kimle birleşiyor… Hakikaten magazin gibi. Hatta bazen iki şirket birleşip “ayar oldukları” üçüncü şirketi rekabette tarihe gömmeyi planlıyorlar. Yüz senelik şirketler batıl olup gidiyorlar yavaş yavaş. Hep bildik şirketler bunlar. Hatta olayın vehameti şöyle ki “bizim Malboro’cu Philip Morris olmuş dünyanın önde gelen Gıda Şirketi, Plastikçi olmuş ilaç sanayi lideri, Gıda devi kimya sanayicisi olmuş…Anlayacağınız bu birleşme ve satın almalarla eski çamlar bardak, Taşlıtarla Gaziosmanpaşa, Tarlabaşı genelev olmuş haberimiz yok.

Şuan Abd şirketleri yoğun bir şekilde Batı Avrupada, Batı Avrupa şirketleri Doğu Avrupa büyümeye gidiyor. Ve HERKES Ortadoğu’da planlar yapıyor. İşe Mısır ve Suudi Arabistan firmalarını alarak başlamışlar bile. Çok önemli bir noktadayız.

Türkiye’de de yavaş yavaş yabancı şirketler varlığını göstermeye başladı, firmalarımız yavaş yavaş yabancılar tarafından satın alınıyor. Tabi ulusalcılar kuduruyor! Kudursun…
Özel Teşebbüslerin Milli bir Sermaye olmadığını anlayana dek bu nümayişleri devam edecektir. Artık belli büyüklüğü aşmış şirketler; sadece Menşe’ itibari ile bir ülkeye aittir,yoksa Global piyasaya aittir. Yerli sanayici elde ettiği gelirle yine yatırım yapacak ve sıkı bir büyüme ve istihdam otomasyonu yakalanacaktır. “Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı” diyip dünyayı kendimize güldürmememiz gerek.

Kurumsal Yönetişim (Corpirate Gavernance) her ne kadar bizim Türk- aile iş yapısına uygun değilse de, kesinlikle şirketlerin yönetiminde artık geçilmesi gereken bir kavram. Baba-Oğul Adi Komandit devrini kapatalım. Profesyonelleşme; dilde sakız değil hakikaten şirket bünyesinde adapte olmuş bir kavram olsun. Laiklikten bahsediyoruz ama şirket yönetimlerimiz Suud ve İranlı’lardan bile daha “family-based”. Hadi ulusalcılar bunada bir şey söyleyin.

Özelleştirmeler bizde kriz havasında geçer. Oysa Avrupa’da sembolik rakamlara satılır şirketler. 1 euro,1 mark gibi. Çünkü önemli olan şirketin, Hasıla’ya yapacağı katkıdır. Yoksa bu arsa satışı değil ki! Petkim’in ihalesinde bazı sitopilazmalar “arsası şu kadar para yapardı,çok az paraya satıldı” gibi ezberden yapınmalarda bulunmuştu, O zaman yıkalım Pektim’i verelim Toki’ye diksin apartmanları, yarısını da alt gelir grubuna ayıralım hem de hadise sosyal demokrasiye uysun…

Çok ulusluluk yetmiş iki buçuk milletin bir ülkede yaşamasıyla olmuyor, artık ülkelerin çok ulusluluğu ne kadar çok “reel yabancı sermaye yatırımı” çekmiş ise bununla ölçülmekte. İşte sermaye anlamında ki çok ulusluluk ülkeye demokrasi ve refahı getiriyor. Global zeminde bir arayışınız varsa onun kurallarına uymanız gerekir,yani bürokrasiyi tez elden iş hayatından uzaklaştırmamız icab ediyor.Nedeni şu: Büyük şirketler ülkemizde yatırım yaptıkları zaman biz bir çok şeyden kurtulmuş ve bu gün işlemeyen diplomasimiz işlerlik kazanacak,bir çok olmaz işimiz olur olacak… Godfather part II filminde bir adam Michael Carleone'ye şöyle der:
“Eski babaların hepsi yok oldu,ya doğal yollardan ya da öldürüldüler.Bir tek Hyman Roth hayatta kaldı çünkü “O,ORTAKLARINA HER ZAMAN KAZANDIRDI” çaktın mı köfteyi şimdi? Anladın sen onu!

Tüm katılımcıların Türk olduğu ve her nedense İngilizce konuşulan bir toplantıda Türk Ticaret Kanun’undaki değişmeleri ve Global Standartlara doğru değişimleri; yerli şirketlerin ifritlenmelerini izleye izleye, merakla dinlemiştim. Mükemmel adımlar atılıyor, Yabancı Şirketler Dolaylı Yatırım (yani direkt paradan para kazanmak) yerine Reel adımlar atmaya başladı ülkemizde.

Bakın global piyasanın güçlü aktörlerinin 46’sının 2012 yılına kadar portföyünde Türkiye “takipteki yatırım ülkeleri listesinde”. Bir Çek Cumhuriyeti, bir Bulgaristan, bir Polonya kadar olamadık. Bulgaristan en büyük gıda tesisini 3000 USD ye özelleştirdi. Polonya’ya 1 milyar dolar reel yatırım yapmış Batı Avrupalı şirketler daha 2007’de.

Ülke elden gitmez merak etmeyin. Bu “Satın Alma” akımından faydalanalım. Belki bizde bir gün profesyonelleşir, yeteri miktarda büyür ve gider yurt dışındaki firmalara teklif götürürüz.

İçimizdeki statüko canavarını durduralım. Durduramıyorsak o zaman “Ameliyat-ı Kayseriyye” …

Olsun bitsin…

 
At 12:14 AM, Anonymous Anonymous said...

Yök başkanı kimdir?
Yök başkanı terbiyesizin biridir, namı diğer rektörlerin sicil amiri! Nasıl oluyor da böyle mesleği "rektörlerin sicil amiri olmak" olan biri olabiliyor anlayamıyorum. Ben bunu anlamıyorum. bu ülke gerçekten tuhaf bir ülke. Hasan Celal Güzel, terbiyesizi Galileo'ya benzetmişti de yuh demiştim zamanında. Yani İsmet Berkan'ın demokratlığına da hayranım. Yani ben olsam "ıhı buyraya yazıyorum(!)" Güzel i odama çağırır o yazıdan sonra hiç bir açıklama yapmadan kovardım. Berkan feci demokrat.
Ortamdan memnun değilim hiç mi hiç. Bu dönem Güzel Sanatlardan ders alıyor olmasam yaşanmaz bu dünyada. Bir de her gün her gün gazeteler, simitler çıkmasa yaşanmaz.
Başörtülü bir oda arkadaşım var benim. Geçen pazar geldi ve sabah bağlama şeklini değiştirmiş gördüm. Diyordu ki diğer oda arkadaşım o hazırlanırken "fiyonk'unu da yap" O da "yapacağım zaten" dedi "belki alırlar diye" de ekledi. Ben ozaman ki anladım: şöyle bağlayacaksın diyerek içeri almak.. yok özgürlük falan değil, olamaz. Ama "belki" olamadı tabii ilk gün gitmedim okula ve arkadaşımı almamışlardı. Şimdilik eski durumun da devam etmesini mantıklı buluyorum zaten. Zira görünüm sakin evet ama hava gergin biraz.

Eskiden kartımı unuturdum ben, ama güvenlik görevlileriyle şakalaşır onlar da bana sürekli kartımı unuttuğum için takılır kızmadan kendi kartlarını kullanarak içeri alırlardı beni. Bazısıyla öyle samimiyetim vardı ki bir gün birisi bana yemem için portakal vermişti. Ama şimdi kartımı unutup da kampüse girme gibi bir lüksüm yok, bunu biliyorum. Zaten değişmiş eskileri ve sen ordan geçerken yine gülümseyerek iyi günler desen bile pek mesafeliler.
Ama zaten öğrenciler bilyordu. Emin Alıcı öyle kolay kolay almaz, diretir .ben arkadaşımı umutlanmaması ve fazla üzülmemesi konunsunda uyarmıştım. Yök başkanı ve başbakan dayatmak yerine çözümü verselerdi Alıcı ve diğerlerine eminim zamana yayılan daha oturaklı bir çözüm çıkardı.
AKP'nin samimiyetine güvenmiyorum ve şu gündemden tiksiniyorum. Bir yaşlı kadın çarşaflı bir başka kadının yanından geçerken şöyle dedi dün benim de bulunduğum bir ESHOT'ta : "Giymiş kara çarşafı sanki senden başka müslüman yok Türkiye'de." bunu öyle yüksek ve sinirli bir şekilde dedi ki uzun otobüsün en arkasında oturan ben dahil herkes duydu. Şöyle dönüp bir baktık. Eskiden bunlar yoktu. İkiyıl olacak ki İzmir deyidim ve daha önce yazları da gelirdim buraya ve buna benzer bişi duymamıştım duymadım. İkiye ayrılan bu insanlarla kendimi piyon gibi hissediyorum artık. Tiksinti verici. Yok oda arkadaşım değil ya da otobüsteki çarşaflı yolcu değil. (onlar kurban zaten, artık anladım)Erdoğan, Yök başkanı, ve gösterirsen saçının tekini seni bilmem kaç kez zina işlemiş sayan o ideoloji tiksinç. Bunlar iğretiler, mantıksızlar, kabalar ve en en önemlisi samimiyetsizler. Böyleler bunlar, hiç insancıl değiller.


Canan Nil

 
At 11:09 PM, Anonymous Anonymous said...

Varsayım…

Çakma Türkçe’de böyle… Esas Türkçede “tutmak”, Osmanlıcada Faraziye, Mambo Camboca’da Hipotez dedikleri şey…

“insan evladının başına gelen her “bed” şey, bir varsayımının deliğidir”

Bilim dediğimiz hadise de, kamyon kamyon izlenebilecek varsayımlar zinciridir. Makrome gibi bir şey yani.. NŞA mesela.. Normal koşullar altında. İktisatta da “ceteris paribus” vardır. “diğer koşullar sabitken”
Hani bir analiz yapacaksınız, ”enflasyon, faiz, şuyun buyun sabit olduğunu varsayarsınız” sonra analiz yapıp bir sonuca varırsınız ve bu sonuca “doğru” dersiniz. Hani jurassic zamanının doğrularını bulmuş ve “ahanda milenyumun analizi” dersiniz…

Üniversite diye adlandırdığımız “evrensel şehir”lerde çoluk çocuğa öğretilenler hep varsayımlar. Tabi “çocuk büyüğün döküğünü toplar” sözüne layık hareket eden sabiler, “deydan”ı hakikat kabul eder hemen. Hayatta örneği çoktur.
Sosyalizm de “varsayan” bir akımdır. Tabi çoluk çocuk entel ya, hasbalarım gerçeği bulmuş kabul ederler kendilerini … Sonrada elde üç sayfalık neşriyatla iskele önlerinde “sosyalizm gelecek dertler bitecek” diye bağırırlar.

Kadın zengin adamla evlenince dertlerinin biteceğini varsayar, sonra zengin bir adam bulur,evlenir, sonra adam işi batırır iflas eder. Kadın evlenirken adamın iş bilgisinin tam olduğunu varsayarak karar vermişti. Sonra da hoppala paşam,Malkara Keşan…

Şoförlüğünün her şartta iyi olduğunu varsayarsın, iki makas üç aragaz dört duble derken bigün; karayolları ekibi spatulayla bariyerden dağılmış beynini kazırlar…

Hitler Blitzkrieg diye tutturdu,Polonyada Fransada plan zıpkın gibi işledi, Moskova’da da işler diye varsaydı.. yemedi…

Mesela olumlu varsayımlarda vardır.. en kral örnek; Yunus Emre’nin dediği gibi, “sen bu cihan mülkünü kaftan kafa tuttun tut”

İşte bende bu hafta okuduğum bir yazıda tekrar bu varsayım ağına tutuldum.

Vaktiyle öğrenciyken bugün Radikal gazetesinde yazan ekonomi yazarı zat; bize derse girerdi.. Hey gidi günler hey…Zaten benim hocaların alayı ya köşe yazarı, ya kitap yazarı, ya bakan, ya magazin profösörü.. Neyse, bu hocanın yazılarını okurum hep, bu hafta da yapınmış baya bi… amma hala şu verilere varsayım yükleme saplantısından vazgeçmedi.. Hoca diyor ki işsizlik ile ilgili hipotezler çürüdü! İşsizlik çözülemiyor, aksine artıyor; ayrıca bir konteyner istatistikle de bunu kanıtlamaya çalışmış… Tüik istatistiklerinin nasıl toplandığını biliyorum, temsil yeteneği “fifty fifty” rakamlar,o yüzden acemi oğlanlar ocağından toplanan verilere “kesinlik” gözüyle bakmayalım… Olasıklı diyelim…

Hoca, tamam iyi hoş da… hayattan eser yok… Tarımda gizli işsizleri falan konu etmişiz olmamış… Sanki sektörel tarım ülkesiymişiz gibi. Şu Ekonomimize; Abd ekonomistlerinin vizyonuyla bakmaktan ne zaman vazgeçeceğiz. Yani basit jargonla “Burası Türkiye abi”

Şimdi, ben daha sağlam istatistikler sunayım… Hiçbir varsayımı yok…
A ytl maaş ve X mesai ile çalıştıracağım insanlar arıyorum. Özetle işi kabul edenler % 1…
Kalan % 99’un işi kabul etmeme sebepleri şöyle:
- uzak,servis yorar beni…
- mesai saati biraz uzun
- ben daha rahat bir iş arıyorum

Şimdi burada analiz sonucu şunu veriyor:
“artık insanlar kararlarını zevk parametresi ile veriyorlar”
Eskiden karar parametresi “geçim,iş,muhtaçlık” gibi reel idi… şimdi daha soyut kavramlar…
Bu çok güzel bir şey.. İstenen şey bu.. İnsanların hayatın baskısında karara zorlanmamaları ve rahat bir şekilde karar vermeleri…
Ama bu da bu ülkede işsizlik var diyene kapak olsun!
Gelelim şu tarımdaki gizli işsizlik zamazingosuna;
Tarım mevsimsel bir sektördür… Ayrıca Türkiye’de organize değildir.Altı ay çalışır altı ay yer yatarsın… Bu toprak dostlarına işsiz diyemeyiz…
Doğu eşrafından halklar ise sağa sola tarım ırgatlığına gidiyorlar… Gidecekler tabi… Bunun işsizlikle alakası ne.. Bedeviye de işsiz dersen senle kapışırız baba!
İşsiz’in tanımı şöyle: güç kuvvet yerinde iken, en aşşa belediyelik gibi bir yerde oksijen soluyan,çalışmaya ve asgari ücrete yada haline itidalen geçime elverişli mangıra rızası mevcut er ve hatun kişilerin,hal buyken ki iş bulamaması durumudur.

İki çözümü var, ilki yerli sanayiciye yatırım imkanı vereceksin. Arsayı müteahhite verdiğinin onbeş katı fiyata sanayiciye vermeyeceksin.İşini kolay edeceksin.

Diğeri; Yabancı sanayiciyi ülkene çekeceksin ve Yeşil sermaye,Yahudi sermayesi,Ermeni sermayesi gibi şeyler söylemeyeceksin.Gelecekler,basacaklar parayı.. Paranın dini olmaz.

E şimdi, gel de bu ülkede işsizlik var de!
Tabi Nişantaşında anket yaparsan chp % 85 ile iktidara gelir. İnönü gibi Nişantaşını ülkeyi temsil ediyor varsayarsın olur biter.
Çalışmayan keyfe keder çalışmıyor arkadaş! İş var. En çok da vasıfsız işçi aranıyor. Diyeceksin ki “abi asgari ücrete büyükşehirde geçinilir mi?”
Derim ki “baba maça yemiyosa büyükşehirde ne işin var?”

Her zaman derim, “Cari Açık”ı bir tenis turnuvası zannedenler var…
Neden bu kadar konuşuyoruz? Cari açık olmadan kim büyümüş dayı? Şimdi senin cepte 100 ytl olsun. Gittin mal aldın borca 1000 ytl’lik… Açık 900 ytl… Şimdi malları götürdün dükkana, sonra biri geldi ve dedi ki “abi açığın çok,batacaksın”… Bu adama ne dersin?
Burada mevzu senin borç miktarın değil zira içerde malın var.. Hadise tamamen tüketim ile ilgili, yani sen bu malı eritir misin yoksa elde mi patlar.. İşte buradan açığının riskini ölçersin.. Yani dışarıdaki hayatla, kağıt üzerinde ki rakam açığı ile değil…
Türkiye’de Cari Açık kağıt üzerinde negatif ancak hayatın içinde negatif olmayan bir hal arz eder. Suudlar paralarını çantalara doldurup gelirlerken onlara dur diyen bürokrasi için cari açık en güzel koz… Bir açık yakaladılar ya mesele yapacaklar… Oysa alakası yok.. Cari açık büyüme demektir. Yeter ki tüketim olsun…
Pavarotti crenscendo’su için Bon Jovi’ye katlandık bu arada yazarken, ambale oldu beyin…Neyse…
He, dersen ki sana verseler bu ekonomiyi cari açık nolur?

Abi bana bıraksalar Cari Açık anında sıfır…Benden söylemesi..
Ürdün Kralı Uzaktan Akrabamız olur…

Bitti..

 
At 11:44 AM, Anonymous Anonymous said...

Merhabalar

Dün akşam Hasan amcayı dinlerken herzamankinden biraz fazlaca gerildim açıkcası.
malum toplumumuzda henuz olgunlaşamamış(zihnen), tipik ergen kaprisleri ile kutuplaşmaya doğru hızlı kürek çekmelere karşı; aklı selim kişilerin bu tarz tepkiselliklere kapılmaması gerektiğini düşünüyor ve bekliyorum.

bu birinci pasajdı.

ikincisi gündemle alakalı
şunu hatırlatayım ki gündemi paket haberlerden takip etmiyorum kendi paketimi kendim oluşturmaya çalışıyorum.
bizim köyde bi cevat amca var (bu olayı doğru yanlış değerlendirmesine tabi tutmanız için anlatmıyorum. oda bir bakış açısıdır. paylaşıyorum sadece)
dede korkut gibi çok hakikatli ama sadece kendine ait özgün teorileri vardır. onlara gittiğimiz her seferinde bize farklı bambaşka hikayeler anlatır. bu hikayeler yaşanmış anlatılmış filan değil kendi hikayeleri. bu şekilde üst bir özgünlüğü ona kitle iletişim araçlarından uzak durmasını ve sadece haber alıp yorumunu uzun düşünce seanslarında kendisi oluşturmuş, olmasına bağlıyorum.
toplumsal kabuller onu bağlamıyor yani.. ve ben ona hayranım..

bazen msn ile programa da katılan benim kardeşim kürşat'ın okul arkadaşı bir kızdan bahsetmek istiyorum müsadenizle;

gamze anadolu lisesinden mezun, gazide ingilizce okurken ikinci sınıftan başörtüsü nedeniyle ayrıldı. birinci sınıfın yazında karşılaştığımızda benimde katıldığım bir vakıfta ingilizce dersleri vermesini teklif etmiştim. oda kabul etti.dile müthiş hakim ve çok zeki.
babası bir lisenin müdürü, annesi anaokulu öğretmeni. üniv.e gittiğinde ara ara namaz kılarmış. sonra sürekli kılmaya başlamış, ve tabi bu arada yoğunlaşan inancının etkisiyle normal her günkü kıyafetlerinin üstüne bide başörtüsü eklemiş. bu dönem içerisinde malum islami ortamların türlü vakıf cemaat ve dernekleri vardır hiç birini kabul etmiyormuş ben normal müslümanım diye düşünüyormuş.
neyse okuldan ayrıldı geldi rizeye ben o ara biraz uzak kaldım gamzeye bide geçen ay bi toplantıda karşılaştım(!)
birisi nasılsın abla diyor arkamdan, dönüp baktım elleri ve yüzü kapalı çarşaflı ama aynı zamanda da peçeli bir hanım. pardon dedim benim abla gamze demez mi?
neyse oturduk konuştuk biraz.
bi medreseye gitmiş osmanlıca dersi veriyormuş çarşafa gireli daha bi hafta olmuş. ve mutluymuş. yanında ki hanım bi ara tekrar dünyayı idare etmenin yolu osmanlıyı geri getirmekle olur. bu geri getirme her şeyiyle olmalıymış kültür kıyafet vs..
neyse ben gamzeye güveniyorum. o gerçekten akıllı bir kız. ama giden şu bir kaç yılını da sayın büyüklerimize armağan ediyorum.

gamze akıllıda peki neden kaydı?
çünkü yanında ki bayan ve daha sonra gittiğim o medresede ki bayanlar öyle sıradan kişiler değil. bildiğimiz muhafazakar -müslüman, belli düşünce kalıpları içerisinde olan tipler değiller.
onların olaylara yaklaşımları, yorumları gerçekten ilgi çekici.

isterdim ki üniversite kapılarını onlara da açsa. ve herkesi eteğindeki taşları dökse, neyin doğru neyin yanlış olduğu neyin en ideal olduğu hür platformlarda tartışılsa. ve bu gerçekten kapalı çevre bilinse. herşeyiyle ama.
onları biz anlamlandırmasak kendileri tanıtsalar kendilerini
keşke

not: cahil cesurdur ya hesapcının bile cesaret edip yazamadığı bir blokda cesaretimi mazur görünüz lütfen...takip ettiğimi bir şekilde bildirmek istedim işte

ayrıca not: ben inançlı bir kişiyim, benim kutsal saydıklarıma karşı alaylı ifadelerin insani olmadığını düşünüyorum. hasssasiyetlerim(iz)e saygılı olacağınızı umut ediyorum...

teşekkürler..hürmetler...

 
At 12:27 PM, Blogger doktor yagci said...

Serender;
Öncelikle yazmana çok sevindim. Dikkat edersen burayı dravdan değil cidden demokratik bir platform adına getirmek derdindeyim. Yazdıklarında itirazım tek bir konuya: "Hesapçının bile cesaret edemediği" şeklinde yazman. Hesapçı hepimizden öte yazmaktadır. Bilen de haftanın belli günleri okumaktadır.

Sevgiler
Doktor

 
At 12:32 PM, Anonymous Anonymous said...

anladım aslında şakaydı . Emre Beyin yorumuna atfen düşünmüştüm..
afedersiniz .. düzeltiyorum

teşekkür ederim

 
At 12:32 PM, Anonymous Anonymous said...

anladım aslında şakaydı . Emre Beyin yorumuna atfen düşünmüştüm..
afedersiniz .. düzeltiyorum

teşekkür ederim

 
At 11:16 PM, Anonymous Anonymous said...

serender,emre değil kuzum! efe yahu:)
ben anladım latife yaptığını ama demek ki doktorun "ters" anına geldi. Hesapçıyı takip ediyoruz zaten.

ayrıca zaman ayırıp okuduğun için de saol...
fadimegül sen de saol :)

 
At 1:06 AM, Anonymous Anonymous said...

tekrar özür diliyorum bu seferlik kendime yüzkere "EFE" yazma cezasını vermiyorum :)

afedersiniz..

şunu söylemeliyim ki bi kerede anlayamıyorum. bi kaç kerede anlıyorum :)
sizin alanınız benim biraz fazlaca uzağımda bi yerlerde ..

sizi takip edebileceğimiz bir yerlerde olduğunuz için de teşekkürler ederim.umarım bir gün anlayabilirim

 

Post a Comment

<< Home

Mesothelioma Asbestos, Mesothelioma Cancer, Malignant Mesothelioma, Mesothelioma Attorney.
Mesothelioma