doktor&hesapci

TGRT-FM de Cuma günleri saat 20.00 civarlarında yayına giren programın paralelinde fikir alışverişi için yapılmış bir blog dur. Yorumlarınızı bırakmakta nazlanmayın.

Wednesday, October 31, 2007

Bu günlerde iyi gider

Vatan millet çığlıklanmaları ile bir ulusu kanlı bir hesaplasmaya dogru itmek medyanın işi değildir. Siyasi ve askeri kesim bu denli dengeli bir siyaset güderken kendileri askere gitmeyecek, güzel ve bakımlı çocuklarını askere yollamayacak (bedelli yollarlar 3 sene yurt dışında çalışıyor gösterip) medya elemanları habire savaş baltası çıkarma teraneleri okuyorlar. Allah gönüllerine göre versin. Aşağıdaki yazı tehlikelere işaret eden ilginç bir tesbit. Katılırız katılmayız ayrı ama ulusal delilikten ille de uzak durulması gerektiği kesin.

doktor

Bazı aşağılamalara maruz kalmış bir kişi kendisinin İngiltere Kralı olduğuyolunda bir kuram benimser ve kendisine bu yüce konumunun gerektirdiği saygıile davranılmamasını mazur göstermek için de zekice işlenmiş birsürü açıklama icadeder. Bu örnekte, komşuları onun bu hayallerine sıcak bakmazlarve kendisini bir tımarhaneye kapatırlar. Fakat o kendi büyüklüğünü değilde ulusunun veya sınıfının veya mezhebinin büyüklüğünü ileri sürerse, görüşleri, dışarıdan bakan tarafsız bir kişiye tımarhanede karşılaşılanlarkadar abes gelse bile, birçok yandaş kazanır; bir siyasal veya dinsel önderolur. Bu yolla, kişisel delilikle benzer kuralları izleyen bir toplumsal delilik gelişir. Kendini İngiltere Kralı sanan bir deli ile tartışmanıntehlikeli olduğunu herkes bilir; fakat tek başına olduğu için onun hakkındangelinebilir. Bütün bir ulus bir kuruntuya kapıldığı zaman, savlarına karşı gelindiğinde kapıldıkları öfke tek bir delininkiyle aynıdır; fakat o ulusun aklını başına getirecek tek şey savaştır.

Sorgulayan Denemeler - Bertrand Russell

16 Comments:

At 1:15 AM, Anonymous Anonymous said...

Siyaset tartişan insanların yanında fizik problemi çözerken kameralara yakalanan sevimli biriydi. Bir saat kadar bilim tarihiyle ilgili konuştuktan sonra kendisine yöneltilen bir soruyu geçiştirmek için 'bilmiyorum, ben o zamanlar daha yedi yaşındaydım' deyip de daha az önce bahsettiği Osmanlı'dan bu güne bilim tarihimiz boyunca sanki reşitmiş varsayardı kendisini.
Daha geçen seneydi, takatten düşmüş; zor yürüyen, sesi zor duyulan, konuştukları zor anlaşılan ama tıka basa dolu konferans salonuna girdiğinde 'gençleri seviyorum' derken gayet samimi, 'araştırın, araştırın, araştırın' derken gayet ciddi ve anlatırken bildiklerini zihni gayet gençti.
Ölümüne çok üzüldüm.Onun için rahmet diliyorum....CANAN

 
At 8:52 AM, Anonymous Anonymous said...

Erdal İnönü demişki: " her seçim ertesinde kadere inanan bir grup görüyorum,ben işimi kadere bırakmak istemiyorum,oysa ben neden kaybettiğimi bilimsel olarak öğrenmek istiyorum"
hay hay anlatalım efendim,

Newton'un üçüncü hareket prensibi
(Etki tepki kanunu)

1- iktidara geldiğinde halkın yarıdan fazlasını adam yerine koymaz,her mütedeyyinin üzerine yarasa gibi çöker,her muhafazakar kalıbı çağ dışı olarak nitelersen sonra seçimlerde avucunu yalar neden halkın seni seçmediğini düşünürsün.

2- Her iktidara geldiğinde millet sana yağ kuyruğuna giriyorsa sana çankaya ilköğretim okulundan başka yerde oy çıkmaz inönü.

3- muhalefetteyken iktidarın her ak dediğine muhakkak kara dersen sonra bir gün muhalefete gelmekte hayal olur evinde fizik problemi çözersin.

kısacası sayın inönü etki tepki kanunu yada "ne ka köfte o ka ekmek"
yahu şunuda anlamam,her susan adam efendi midir? Efendi duran adamlar hep milletin iyiliğini mi ister? Yahu bu ecevitte efendi adamdı! yoksa onun zamanında refah içinde miydik? yoksa bir siyasetçide efendilikten önce bir şeylere mi bakmalıyız? Acaba koyunun alacası dışında insanın alacası içinde midir? bir de bu canan hanım gerçekten osmanlı tarihini inönüden mi dinlemiş? yok yahu yanlış okudum herhal!

 
At 1:43 AM, Anonymous Anonymous said...

POLİTİKA
Ak parti iktidar olma yoluna girdiğinden beri ülkenin gündemi hep yoğun oldu. Hop oturtup hop kaldıran, türden tehlikeli konularla uğraştık durduk. Lübnan'a gönderip askerlerimizi tehlikeye atmayalım diye yırtınan taife sonrasında tehlike benim göbek adımdır dercesine savaş tamtamları çaldı durdu. Tezkere geçmesin diye yırtınanlar şimdi acı acı savaşalım, Irak’a girelim diye bağırır oldu. Bereket iktidar bu tamtamcıları pek ciddiye almadı, onların tamtamlarından daha baskın bir iki çıkışla gazlarını aldı ve işine baktı. Mevzu vatan ise gerisi teferruattır. Bu türden bir gaz alma operasyonuydu kanaatimce.
Ak Parti hükümetleri iyi ya da kötü denilebilecek bir çok icraata imza attı. Hepsi eleştirilebilir, fakat memlekete dönük şu realiteyi ifşa etmelerine kim ne diyebilir. Ak parti iktidarı müddetince bütün çıplaklığı ile gördük ki bu ülkede bir zümre var ve bu zümre memleketin hayrına hiçbir işe evet demez, evet dediği şeyde muhakkak memleket için felakettir. Bu faş etme operasyonunu görenler Türkiye’nin istikbalini onlara kaptırmamak için dört elle ak partiye sarıldı. Bundan sonra da kaptırmaya niyeti olmadığını belli etti.
BENİM MEVZULARIM
Türk hava kurumu’nun dağıttığı fıtra ve zekat zarflarından bahsetmiştim. Daha sonra Kurumun, valilik kanalıyla dağıttığı bir metinde bu işi özelleştireceklerini fıtra-zekat toplama elemanları tutacaklarını ve onlara yardımcı olunmasını istiyor. Bu elemanlarda topladıkları para üzerinden pirim alacaklarmış. Aklınızın bir köşesinde bulunsun dedim.
KAMERALAR
Hayatı çekilmez yapan yeni bir aktör var. Zırt pırt karşınıza çıkı veren, ötenizi berinizi çekiveren kameralar. 29 ekim günü Topkapı Sarayından Etnografya müzesinin olduğu tarafa doğru yürürken( çoluk çocukla birlikte )eski lahitlerin arasında çekim yapan bir ekip orada kedileri seven bizim velede fena bozuldu. Bende yumdum gözümü açtım ağzımı. Kamuya açık bir alanda böyle kafasına göre çekip yapıp milleti azarlamak ne kadar yasal bir durum bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa Bu işle uğraşanların, vatandaşın kamerayı görünce esas duruşa geçmesini beklediğidir.
ORTAK MAZİ
Gripin hala yegane ağrı kesicimdir. İçini açarım tozunu ağzıma dökerim bir bardak su tamam. En zahmetsizi bu. Bu değerimize sahip çıkılmalı!
Selamlar Mazhar

 
At 2:24 PM, Anonymous Anonymous said...

Efe Tunaboylu ve Mazhar bey, hürmetler efem..

Zihninize, fikrinize sağlık..

Elif

 
At 8:44 AM, Anonymous Anonymous said...

biraz bağımsız yazalım;

Türkiye’nin en önemli sorunu nedir? diye sorulduğunda;anketlerde dağılım üç şey üzerinde birleşirdi. İşsizlik,enflasyon,gelir yetersizliği (ücretler vs.)

Aslında sorun bu üçü değil,bu cevaplar daha değişikte olsa hakikkatı birdir. Devletin gelir eksikliği.

Bir devletin borcunun çok olması,o devleti eleştirmek ve yerden yere vurmak için tek başına yeter koşul teşkil etmez. Aksine yüksek çevrilebilir borç (rolatif account) büyümünenin bu yüzyılda en büyük para politikaları içerisindedir.

Borcu gelirine denk yada aşan bir devlet ise ya küçülmeye gitmeli yada kaynak oluşturmalı ve yahut sosyal görevlerini ertelemeli. Tabiki üçüncü şık genelde halk isyanına neden olacağı için denenmez. Deneyenler olmuşmudur…evet…meksika,arjantin,brezilya,şili.Konu bu değil.

Esas sıkıntı kaynak oluşturmak. Bunun bir çok yolu var.Ama bu yollardan bazısı o kadar risk taşıyor ki kaş yaparken göz çıkabilir. Para basarsınız,tahvil basarsınız,vergileri artırırsınız gibi.Burada enflasyon ve faiz tırmanışı ve vergi kaçırmaya yol açmamanız için merkez bankası başkanının albert einstein,maliye bakanınızın ise benjamin franklin yada kemal unakıtan olması gerekir : )

Şimdi kaynak oluşturmada diğer bir yol özelleştirme. Herkesin bildiği bir şey.Ancak konu : özelleştirmeyi maliye üzerine uygulayabilmek. Yani daha özet bir anlatımla vergiyi özelleştirelim.

Mal müdürlüklerini ve vergi dairelerini ve defterdarlıların binalarını değil tabiki. Görevlerini.
Ne yapalım peki?
Satalım!
Neyi?
Vergiyi….

Bugün 150 milyar ytl vergi geliri var. Biz gelir ve kurumlar vergisinden bahsediyoruz.Bu vergilerin toplamı ise 64 milyar ytl. Aslında sadece gelir ve kurumlar vergisi toplamlarının 300 milyar ytl olduğunu savunan araştırmacılar var. Devlet bunu kendisi toplayamıyor. Çünkü sağlıklı bir denetimi olamıyor.Bunun nedeni denetimi kesdisinin sağlıklı yapamaması ve özel kişilere vermiş olduğu denetim ve uygulamanın sorunlu olması.Yeminli Mali müşavirler…vs…

Bölgelere ayrılmış kurum ve gelirler ihale yoluyla satılacak.Devlet ihale sonunda peşin olarak parasını alacak. Vergi toplama şirketleri ise kurdukları denetim,istihbarat ağı ile kurum ve şahısları inceleyecek ekspertiz ve soruşturmalarını yapacak,beyan doğru mu yanlış mı kontrol edecek.Uyuşmazlıkları ise Maliye bakanlığı çözecek.Maliye bakanlığı nihai kurum olacak.Yani vergi mahkemesi gibi bir organ görev yapmayacak. Maliye bakanlığındaki hukukçular bu görevi yerine getirecekler.Ve elbette gelir ve kurumlar vergisi % 10 gibi bir rakama çekilecek. Bir çok finans kurumu ve banka ihaleyi almak için yarışacaklardır.Ayrıca yeminli mali müşavirler ve muhasebeciler artık gerçekten işlev sahibi olacak. Onbinlerce taksi şöförü ve dürümcülük yapan işletme ve iktisat mezunu genç iş bulmuş olacak.Devlet tabloda peşin satanı oynayacak.ve bir yıl önceden gelirini kasasına koymuş olacak.

Gelelim al-ver esnasında anında kesilen vergilere (kdv..vs)

Yahu artık ganyan bayileri ve sayısal loto bayileri bile merkze bağlı çalışıyor. Artık şu yazar kasaları tek merkeze bağlayın.Boşu boşuna kağıt basıp durmayın.Alışverişi yapan şahıs yada kurum vergi kartını versin karşı taraf silip etsin,şahıs ise kartında hediye biriksin,kurum ise merkezdeki kendi muhasebe hesabındaki hesaplanan ve indirilen kdv hesabına işlensin.Böylece her ay beyan topla vesair şeylerden kurtulursun.Sene sonundada vatandaş kartta biriken parayı paşalar gibi harcasın.(kdv iade ediyorsunuz ya ondan söyledim,şu torununa kese kağıdını doldurtup bankada sıraya giren ihtiyar amcalar var ya işte) Zor mu diyorsun işe..o zaman bunuda özelleştir.Küçük bir komisyon karşılığı bütün tesisatı ve teknolojiyi kuracak kırk firmayı şimdi tek tek sayarım.Çünkü kdv ötv vs bunların meblağı 90 milyar ytl..hani adama % 1 versen kimbilir bu işi nasıl yapar?

Daha diyeceğim var ancak biraz gribim…

Saygılar

Efe Tunaboylu

 
At 1:25 AM, Anonymous Anonymous said...

Yazar Edgar Alan Poe kitabının girişinde şöyle der; “bu kitabı hayallerin tek gerçek olduğuna inanmış insanlara adıyorum”

Bay yüz dolar Benjamin Franklin’e ölmeden bir sene önce gazetecinin biri; yaptığı şeylerden bahsedip, bunları nasıl başardığını sorduğunda “bunlar hayatın getirdikleri şeylerdi hep, oysa benim ne hayallerim vardı” diye cevap vermiş.

İnsan evladı bir acayib. Hayal kurmadan olmuyor. Çocukluktan, ergenliğe ve sonra olgunluğa kadar ayrı ayrı hayalleri oluyor.

Kim yapmış ki hayalsiz? Napolyon Bonaparte Saint Helena adasına sürgüne gönderilir. Onun kaçmasını engellemek için atanan Albay ile aralarında geçen diyaloga bir bakalım:
Napolyon: Bunca başarısızlık ardından bu ödülün sebebi nedir?
Albay: Bunca zaferden sonra bu yenilginin sebebi nedir?
Napolyon: Önemli olan tek savaş vardır… Sonucusu..
Albay: Waterloo mu?
Napolyon: Sonucusu Albay… Sonuncusu…

Şehir hatları vapurunda fonda bir garib müzik çalmaya görsün… Herkes deniz tarafına doğru dalar… Yüzler değişik değişik… Ama hepsi hayalci…

Yahu aç tavuk bile kendini darı ambarında görürmüş….

 
At 11:55 PM, Anonymous Anonymous said...

BİRAZ PSEDÖEFEDRİN

Geçen haftaki programda doktor’un son dakika golü olan “sosyal güvenlik” mevzusunu bugün blog’a taşıyayım ve birazda sapla samanı ayırıp, ite köpeğe çatmadan açalım istiyorum.

Tarih “izm” peşine düşmeye başladıktan sonra, hele Fransız ayaklanması ertesinde sosyalizme ve yavrularına gelir çatar. Her ne kadar sosyalizm’e “tu kaka” edilmişse de varolan rejimler amele kesimi tarafından sosyal olmaya zorlanmışlardır. Demokrasiler bile Sosyal demokrasiye dönüşüverir.

Siyaset devlet istihkakına, hükümetler sandık başına bağlanır. Kırklı yıllar dünyada artık eski tas eski hamam’ın sonudur.

Halk diye bir şeyler var. Tanım geniş. Ne idüğü belirsiz gettolarada halk deniyor, eşrafa da.
Kısaca sandık başına her HALK gittiğinden Siyaset; fukaranın yanında tinerciyi,serseriyi,hırsızı,deynekçiyi,ayyaşı da adam olarak nitelendirip mekanizma içine alır.

Tabi Avrupa da Kilise bizde vakıfların yaptığı hadise devlet tekeline girer. Neyse deşelemiyelim.


Yirminci yüzyıldan sonra ülkeler hükümet vesair otoritesi altına girdikten sonra toplum bakıcılığı olarak nitelendirebileceğimiz bu büyük taşın altına elini sokmuştur. Başta tatlı tatlı vatandaş kanecilik oynarken sonradan evinde göbeğini kaşıyıp tv seyreden uyuşturucu bağımlısına her ay para ödemek zorunda kalan bir enayi durumuna düşecektir. Ya da grev ve sosyal haklar diye zıplayan bir sürü Stalin marka salatalıklarla uğraşacaktır. Sonrada biriken sosyal güvenlik açıkları…

Sosyal güvenlik nedir? dersek;

Senle benle aynı oksijeni yakan her insan evladının aslında her bir haltını koruyan kollayan sistemdir. Esasen hukuk, emniyet, sağlık, çalışma hayatı, evlilik gibi birçok unsuru vardır amma bugün bizi geren tarafını daha doğrusu bizim memlekette sosyal güvenlik ne işe yarar ona bakalım.

Bizde sosyal güvenlik, elde karne sağlık ocağı hastane dolaşmaya, erkenden emekli olmaya falan yarar. Yani aslında bir halt etmez karmakarışık bir sistemsizlik var bizde. Ne uygulayan bir şey biliyor ne vatandaş.

Sıraya giren yaşlı amcalar, ssk hastanesinden kovulan prim mağdurları vs… Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan. Sistemimizdeki karışıklık ve şişmenin dört ana mümessili.Neyse olan oldu biz çözüme gidelim.

Haydi biraz john nash kasalım ve sorunumuzu çözmeye çalışalım.

Sosyal güvenlik açığı = tüm prim gelirleri - tüm harcamalar

Şimdi bu eşitlik -24 milyar Ytl.

Yani bu açığı kapatmak teorik olarak mümkün. Bilinçli toplum bilinçli devlet falan fişmekan. Kısaca pratikte bu açık kapanmaz kardeşim.

Harcamalar kalemi çok ilginç. Toplam rakam 80 milyar Ytl. Bunlar Emekli maaşları 50 milyar ytl, sağlık giderleri 24 milyar ytl ve sosyal güvelik kuruluşlarının giderleri vs.. 6 milyar ytl .

Yani tabloyu çiğ köfteci gibi yorumlarsak “çok emeklimiz var”.


15 milyon çalışan var(emekli olup çalışanlar dışında). Bunların prim gelirleri ele geçen 55 milyar Ytl. Ciddi bir rakam.Ama toplanamayan,kaçakta % 20 oranında. Bu daha ciddi rakam. Devlet bu gelirden vazgeçtiği anda kar’ı 24 milyar Ytl. Yani % 43 kar. Bu da güzel kar.


Kıyım yapmaya başlayalım;

Ama bunu nasıl? Daha doğrusu:


1- Sağlık giderlerini kime yıkıcaz?
2- Emekli Maaşlarını kime ödeticez?
3- Çalışanların primlerini kime toplatıcaz?
4- Onca huysuz kılıksız ssk, bağkur, emekli sandığı personelini nereye yerleştireceğiz? (aslında bana kalsa umurumda değil de hani sosyal bir yazı ya bu; ondan söyledim)




Maddeler halinde çözümlere bakalım;

• Bölgesel olarak sigorta vs. primlerini ve sağlık giderlerini tek çatı altında ihale etmemiz gerek. Doğu Anadolu’yu bir bölge olarak görebilir ama İstanbul’u 4 bölge olarak düşünebiliriz. Kısaca “potansiyel prim toplamı - potansiyel sağlık giderleri = potansiyel ihale rakamı” işte buna göre bölgeler belirlenir.

• Özel sektör kolay kolay emekli vermek istemeyecektir. Yani emeklilik kolay olmayacaktır.Çünkü çalışırsa primini alıp sağlık harcamalarını yapacak,emekli olursa sadece sağlık harcamasını boşu boşuna üstlenmiş olacak.

• Herkesi kartlandıracak olan özel sektör; özel hastane ve polikliniklerle yapacağı özel anlaşmalar sayesinde artık şişirme reçete veya yüksek giderler yerine makul düzeyde bir sisteme oturacaktır.

• Özel hastane ve poliklinik sayısı artacaktır. Eczaneler makul sayılara inecektir. 24 milyar ytl olan tedavi ve ilaç giderleri söylendiği gibi 14 milyar ytl ye inecektir.

• Tabiî ki sağlık,muayene,tedavi gidi prosedürler özel sektör- özel sektör arasında ve devletin temellendirdiği şartlara göre yürüyecektir.

• Özel sektörün primleri ele alması işsizliğe özel sektör tarafından çözümler üretilmesinin başlangıcı olacak.

• İster istemez bilgili ve tecrübeli eski bağkur ssk e.s. personelini; ihaleyi alan özel sektör belli kısmını istihdam edecektir. Kalanlar yetersiz işe yaramazdır zaten.Devlet tüm bu kurumların milyarlarla giderinden kurtulacaktır.

• Devlet kendi sağlık kurumlarınıda özel sektöre devretmelidir.

• Tüm bölgeler ihale edildiğinde devlet eline geçen ile emekli maaşlarını kendisi ödeyecektir.Emekli sayısı uzun trendde sağlam bir inişe geçmiş olacaktır.

Daha da açılabilecek bir oyun teorisi…
Ve kesinlikle çözümü özel sektöre devrinde. Enerji ihalelerinden bile daha cazip rakamlar…

Saygılarımla

Efe

 
At 6:11 AM, Anonymous Anonymous said...

Bulaştığım yeni iş, beni o kadar meşgul ediyor ki oturup gönlümce iki satır yazı yazamıyorum. Doktor zaten malum pek nadir uğrar buraya, İyi ki Efe var, sağolsun; yazıyorda blog yetim kalmaktan kurtuluyor.
NOTLAR
Milliyetin şu meşhur anketinde başını (herhangibir) şekilde örten bayanlara sormuşlar Cuma Namazı kılıyormusunuz diye, katılanların yüzde yetmişinden fazlası düzenli olarak kılıyorum demiş. !
Salih Tuna yeni Şafak'taki yazısında ''Be-Kir Bunu nasıl yaptın'' adlı eski bir yazısına atıfta bulunarak. Özür dilemiş ve eleştirdiğiniz adama dikkat edin sizi alçaltmasın diyerek tarihi bir notla yazısını bitirmiş.

Selamlar Mazhar

 
At 3:32 AM, Anonymous Anonymous said...

HERKESİN İHTİYACI FARKLIDIR
Gitmek istediğini söyleyen Fazıl Say'a geçen cuma kaba davrandınız. Onun giderim deme hakkı var ama başkalarının gidersen git demeye hakkı olamaz. Çünkü bu ülke terk edebilecek kadar bizimdir, fakat birilerine gidersen git diyecek kadar bizim değildir. Asıl önemli olan şey ise farklılıklarımızla rahatça yaşayabilecek kadar bizim olabilmesi.
Fazıl Say ve diğerlerinin korkusunu küçük görenleri veya kedidir kedi gibisinden önemsemeyenleri bu yüzden onaylamıyorum. Yani Malezya korkusunun ancak Malezya kısmıyla dalga geçilebilir ama korkunun dikkate alınması gerekir, çünkü bazıları için asıl önemli olan şey gerçekleşmemiştir.
Yazılı yasalarda olmasa bile din gibi kiminin az, kiminin çok, kiminin ise hiç inanmadığı değerler sistemiyle toplumun bireyleri arasındaki ilişkiler düzenlenemez.Herkesin ihtiyacı farlıdır. Akp ise herkesi kucaklıyoruz demesine karşın kadrolaşmaya hızla devam ediyor.Bir bakıma kendi değerlerine dayanarak ilişkilerini düzenliyor. Bu yüzden hiç mi hiç güven vermiyor.
Misal YÖK'e kendine yakın bir başkan seçmektense YÖK'ü tamamen ortadan kaldırsa idi özgürlükçülüğünü bir nebze kanıtlamış olurdu.
O zaman anlardık ki bu ülke bizim olabilir. Terketmemiz gerekmiyor.
Oysa şimdi bir yandan örtümle okula girmek istiyorum diyenlere, bir yandan da gitmek istiyorum diyenlere baktığımda, e bir yandan da kendime baktığımda şunu anlıyorum: Maalesef bu ülke canım diyecek kadar bizim değil. Umudumuz olmasa terketmemiz haktır.
CANAN

 
At 6:43 AM, Anonymous Anonymous said...

KITIPİYOSLUK

Sosyal demokrasi kılıfı altından haşin kapitalist çalışanlara hayranım. Fazıl Say bunun iyi örneklerinden biri. Tabiî ki bu örnekler çok Can Dündar, Sunay Akın, Mehmet Ali Alabora vs…
Bu adamlar parayı cukkalarken, Fazıl Say gibi sağa sola senfoni ve konçerto “rent a car” cılığı yaparak okkalarken kapitali; sonradan sosyal mevzular hakkında halkın tümü adına tespit yapmazlar mı? İşte buna “hököstölük” denir.

Keser senden yana yontarsa sorun yok, karşı taraftan yana yontarsa edebiyatta sınır yok.(Değil mi Canan Hanım?) Yok giderim, yok bu ülke şöyle bu ülke böyle. Adam bir şey derler ama bu blogda yazılmaz…

Defalarca yazdım,sıfır geri zeka bile anlardı ama ne yapalım; tekrar yazıyorum;

DEĞERLİ İRİLİ UFAKLI ULUSALCILAR,

Bu ülke sadece size ait bir yer değildir!
Siz sadece % 20 civarında bir güruhsunuz!
Artık ülkeyi kendinizinmiş gibi davranmayı bırakın!
Seçim kazanamıyorsunuz! Ve güneş sistemi yok olana kadar da kazanamayacaksınız!
Bu ülkedeki insanlar sizin bilgi ve görgülerinizle yetişmeye ve davranmaya mecbur değildir!

Akp bir din partisi değildir!

Bu ülke asla bir din devleti olmaz, olamaz, olabilemez!

Özgürlüklerin önündeki engel sadece sizsiniz!

Başı açıkta, kıçı açık kadar özgürlüğü hak ediyor ve buna isim takıp engelleyemezsiniz!

YÖK sizin kurduğunuz bir kurumdur!

Toplumun bireyleri arasındaki ilişkiler dinle düzenlenmiyor! Bu ülkenin anayasası var!

Tayip Erdoğan bu ülkenin Başbakanıdır!

Sizin ulusalcı Başbakanlarınızın kadrolara doldurduğu tombalacı, kapkaççı, at hırsızları “Kadrolaşma” sayılmıyormuydu?

Yoksa siz hala anne annenizin Türkiyesinde mi yaşıyorsunuz?

Önce hazımlı olacaksın!

Sonra demokratik hakkını kullanacak ve seçim sandığında oyunu vereceksin!

Buna demokrasi denir!
Seçimden galip çıkan ülkeyi yönetir!

Seçilmiş hükümete karşı çıkmak özgürlükçü sosyal demokrasiye aykırıdır!

Yoksa siz “sizden olsun dikta olsun” mu istiyorsunuz?

Açık konuşacaksınız!
Giderseniz gideceksiniz! Kaygınızı seçim sandığında dile getireceksiniz!

Seninkiler hükümet olursa kal, Karşıdakiler olursa çocuk gibi mızmızlan giderim diye…


Fazıl Gitsin
Ahmet Dursun


Saygılarımla

EFE

 
At 2:04 AM, Anonymous Anonymous said...

Mübarek Kurban Bayramının tüm insanlığa hayırlar getirmesini dilerim.
DEHASI ŞEHİR EFSANESİ OLAN PİYANİST
Varlığını dahi piyanist iddası ile sürdüren bir kişinin düşünce dünyasında boy göstermeye kalkmadan önce dehasını kanıtlaması beklenir.Fazıl say ın kafasının bu denli karışık olmasının,hezeyanlarının nedeni yalnızca Klasik müzikle ilgisi ve bu alanda teknik bilgisi olmayanlar tarafından dahi piyanist olarak inandırılmış olmasıdır.
Bir piyanistin dahi olduğunu anlamanın tek bir göstergesi vardır oda vuruş değerleri itibariyle dünyanın çalınması en zor eseri olan ve yalnızca 3,4 kişinin eksiksiz ve başarıyla çalabildiği Sergei Rachmaninoff un re minör 3 nolu piyano konçertosunu çalmaktır.Bir piyanist ancak bu eseri çalabildiğinde dehasını kanıtlamış olur.Çalmak için ondan fazla parmağınız ve iki beyniniz olmalı denilen eseri bir dahi olarak çalsın sonra Engin Ardıç ın dediği gibi isterse rahvan gitsin, isterse kalsın ama önce ve illa dehasını kanıtlasın
Belgin

 
At 11:01 AM, Anonymous Anonymous said...

Toplumun bireyleri arasındaki ilişkiler dinle düzenlenmiyor zira bu ülkenin anayasası var demek yeterli ve inandırıcı değil. Mesela ateistlere önyargılı yaklaşıldığından yakınan yazar Michael Shermer "yasal olarak bir göreve gelmeniz için dinsel sınavdan geçmeniz gerekmez ama kültürel olarak bu var." saptamasını yapmış. Buna ne diyorsunuz? (Öyleyse seçim kazansınlar mı diyeceksiniz?)
Ayrıca seçimden çıkan ülkeyi elbette yönetir ama salt çoğunluğa göre değil. Çoğulcu demokrasinin azınlığa zülüm olduğu çoktan anlaşıldı. "Bu blogda yazılmaz, gitsin" gibi ifadeler kullanıp, üslubunuzla hala kaba davranıyorsunuz.
Fazıl Say'ın söylediklerini de önce dehasını kanıtlasın diyerek kapatmaya çalışmak hangi amaca hizmet bilemiyorum.Onun kişiliğinin konumuzla alakası yok. CANAN

 
At 12:28 AM, Anonymous Anonymous said...

Yahu ne istediğini biliyormusun? Yoksa öyle de yazıyım olsun,yok böylede yazayım olsun mu?
Toplumun bireyleri arasındaki ilişkiler dinle düzenlenemez diyorsun en başta, bizde zaten düzenlenmiyor diyoruz ; sonra bu da olmaz diyorsun!

Şimdi liseli histerik kız aforizmalarını evvela bırakacaksın. Türkiye de olmasan, diyelim ki ABD de olsan farklı olacak olan nedir? Yahut Zambia’da olsan ne olacak?
Tüm insanlık ne kültürel tabanından ne dinsel tabanından ne de otososyal yapısından beslenecek ve dönecek senin afili özgürlükçülüğünle mi yönetilecek?

Madem çoğulcu demokrasi zulümdür diyorsun ama bunun yerine ne olmalı konuşamayıyorsun? Madem anayasa yeterli değil o zaman ne olsun onu da konuşacaksın!
Sen % 90 ile seçim kazananı; eğer fikri seninle paralel değilse gene de hazmedemezsin!
Bırak bu işleri Canan Hanım, Sen dök bakalım eteğinde ki taşları!

Amedeus’un Alla Turca’sıyla deha olunmayacağınıda hele şükür birileri söyleyebildi.
Rach 3 diye tarihe geçen ve zorluk derecesi nitelendirilirken “inanılmaz şekilde zor” olarak bilinen konçertosunu Fazıl çalabileceğini hiç düşünmüyorum. Hatta Rach 3 ten önce şunları çalabilsin genede aferin diyeceğim;


Grieg’in A minör konçertosu
Schumann’ın A minör konçertosu
Beethoven’ın imparator konçertosu
Tschiakowsky’nin Birinci konçertosu
Rachmaninoff’un Pagannini varyasyonları
Lizst’in birinci konçertosu
Gershwin’in rapisode in blue’su
Rachmaninoff’un ikinci konçertosu

E Tabi onuncu yıl marşı çalmaya benzemez yada Ahmet Adnan Saygun’un İnci’nin Kitabı’nı….
Yani edebiyat bir yana, piyanonun gelmiş geçmiş en büyük dehası da olsa Fazıl’ın fikirleri tek kelimeyle “uyuşuk”. Bu Ulusalcılar kendi içinden bir adam çıkartmaya görsünler. Hemen Ya en büyük ya da en yüce, deha oluveriyor. Hani şu binyılın buluşu “genaral motor” vardı ya! Hatırlarsınız.. Birde Araba vardı Devrim… Neyse fazla gitmeyelim ileri.

Yahu bizim “İdil Biret” diye birisi var… Hani mümkün olduğunca zor eserler dener… Dünyada tanımayan yoktur hani… Hani piyanist yahu.. Türk evet…

Hadi ben söyleyince kızıyorsunuz…

Belgin Hanım anlatın şunlara fazıl say’dan başka ve hatta daha usta piyanistlerimiz olduğunu…

 
At 12:11 AM, Anonymous Anonymous said...

Efe bey fazılın Rach 3 ü çalamayacağını gayet iyi biliyorum,yani böyle boş bir beklenti içinde değilim,hatta büyük keman virtüözü Bekir coşkun ve büyük Türk düşünürü Tufan Türenç'i de alsın yanına destek kuvvet olarak yine çalamaz,çalamazlar:)
Çok haklısınız,elbette kerameti kendinden menkul Fazıl dan başka üstün yetenekli ve dünyaca tanınmış piyanistlerimiz var ilk aklıma gelen birkaç isim,
Gülsin Onay(Chopin icralarıyla ünlüdür)
Pekinel kardeşler
Zeynep Üçbaşaran(Lizst uzmanıdır)
Ferzan,Ferhan Önder
Emre Şen
Selin Şekeranber(henüz 23 yaşında ve müzik otoriteleri tarafından büyülü bir icrası olduğu söylenir)
ve İDİL BİRET GERÇEK BİR DAHİ;Olağanüstü bir hafıza,mükemmel bir teknik ve yorumlama gücü.Biret, dünyanın en geniş repertuarlı piyanisti ve yaşayan en büyük Chopin icracısı ünvanına sahip.Conçerto icraları günümüzün en iyileri sayılmakta(Bu saydıklarım yeteneği ve icrası için söylenebileceklerin yarısı bile değil)
Gelelim Rach 3 konusuna İdil Biret bu eseri 21 yaşında Amerika'da verdiği ilk konserde çalmıştı,yani gerçekten dahiysen çalarsın.Çalarsın ve artık etrafa hezeyan serpiştirmeye filan ihtiyacın olmaz!Çünkü bu öyle bir başarıdır ki kimse senden onu geri alamaz.
Canan hn. bir piyanistten piyano için yazılmış bir eseri çalmasını istemenin onun kişiliğine yapılmış bir saldırı olduğunu düşünmeniz için algınızın oldukça hasar görmüş olması lazım.
Şimdi ben Einstein'dan Max Planck'in Ouantum teorisini anlatmasını istesem bana yine neye hizmet ediyorsun,amacın nedir?bu Albert'in kişiliğine saldırıdır mı diyeceksiniz?kimbilir belki işi daha da ileri götürüp yahudi düşmanı olduğumu bile söyleyebilirsiniz.:)Acil şifalar dilerim (gerçi geçen yıl bu zamanlar size acil şifa dilemiştim ama görüyorm ki bir iyileşme sözkonusu olmamış)
Ve bir tavsiye hedef küçültün,Efe ve Mazhar beyler sizin için büyük hemde çok büyük hedefler.Değil siz ve hocanız Akademik kurul toplasanız yine başedemezsiniz.Vazgeçin
belgin

 
At 1:35 AM, Anonymous Anonymous said...

Belgin hanım,gönülden selam ve sevgiler.
Kabukta gezenlere,öze inemeyenlere neyi ne kadar da acıklayıp izah etseniz,sizin anlattığınız değil,karşı tarafın anladığı kadar da kalır olay,dolayısı ile boşverin takılmayın derim :)
muhabbetlerimle bacım...
Zehra

 
At 12:28 AM, Blogger belgin said...

Zehra hanım bilmukabele efendim,tavsiyeniz için teşekkür ederim,
Belgin

 

Post a Comment

<< Home

Mesothelioma Asbestos, Mesothelioma Cancer, Malignant Mesothelioma, Mesothelioma Attorney.
Mesothelioma