doktor&hesapci

TGRT-FM de Cuma günleri saat 20.00 civarlarında yayına giren programın paralelinde fikir alışverişi için yapılmış bir blog dur. Yorumlarınızı bırakmakta nazlanmayın.

Monday, March 05, 2007

2 Mart 2007.. Bu ne garabet?

Cumhuriyet Gazetesi:
Verdiği ilanlar ile gündemde olan bu gazetenin siyasi ağırlığı üzerinde konuşmak güzeldi. Yıllardan beri savunduğum şekli ile ismi geçen gazetenin "sağcı" olduğunu anlattım. Hitler dönemi Almanya'sına verdiği destekten tutun da günümüzdeki statüko yanlısı yayın politikasına kadar tamamı sağcılık kokan bir yapısı vardı. Ayrıca yönetim tarzı da diktatoryal bir özellik gösteriyordu. Bunları anlatmak da ayrı bir "mikrofonda olmak" hazzı verdi. Pazar sabah havuzda Nurettin "yıllardır solcu olarak bildiği gazeteye nasıl sağcı diyebildiğimi" sordu.. Eh profosyonel gevezeyiz..Anlattık..

Türk Kimliği:
Tabii ki yakından bilenler yadırgadılar (ortaya söylüyorum, Mazhar sen anla) konuşmamı. "Yahu doktor sen ne diyorsun?" diyeceksiniz ama hadiselerin gidiş yönü beni bu konuşmayı yapmaya itti. Ülkemizdeki ana kimliğin; ırki olmamak kaydı ile "Türk" kimliği olduğunu savunuyorum. Bunu yaparken de okul bahçelerinde sabi-sübyanı "Türküm, doğruyum, çalışkanım" diye bağırtmanın anlamsızlığını bilerek yapıyorum. Bizler kendimizi ne olarak tanımlarsak tanımlayalım bize başka ülkelerde verilen isim budur ve bunun gereklerini yapıp bölücü tavırlardan uzak duralım demelerdeyim. Bu topraklrda yaşayan bizler kendimizi ne olarak tanımlarsak tanımlayalım feci şekilde birbirimize benziyoruz.Bunları savunmamda iki önemli olay sebeptir: Birincisi 12 eylül ekibinin başı olan Kenan Evren'in üstü kapalı olarak federasyonu dile getirmesi, diğeri de DTP lilerin adeta "kör parmağım gözüne" tavrı ile açıklamalar yaparak ve PKK ya sahiplenerek kavga kaşımaları. Arkadaş bu memleketin bu tip karşılıklı çatışmalardan ve de bunun getireceği kötü şekillendirmelerden artık kurtulması gerekiyor. Önce hesapları bir ibra edelim. Sonra yapılanmayı düşünürüz.Şahsi fikrimi sorarsanız 90 yaşını idrak etmeye başlayacak olan cunta başımız son derece zeki ve zihni melekeleri de yerinde. Bu da biline..

Piyasalar:
Dalgalanmanın dünya genelinde bir finans krizine sebep olma ihtimali şahsen gözümü korkutuyor. Bunun er ya da geç olacağına kaniyim. Ama zaman bu zaman mıdır?.. Bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa dünyada ekonomik sistemin bıçak sırtında ve "devamlı büyüme" esasına göre gittiği. Sistemin havasının yavaş yavaş alınabileceğini söyleyenler olsa da ben bu konuda karamsar olanlardanım. Dünyada gerçek ve hızlı bir depresyon olma ihtimali önümüzdeki 5 yıllık dönem için çok büyüktür. Bölgesi ve özellikleri sebebiyle ülkemiz bu depresyonu diğerlerinden daha kolay atlatabilecek gibi görünmektedir. Çaresi de birarada mecburen yaşayacak olan bizlerin akıllıca davranmaya karar vermemiz ve evrensel değerleri artık uygulamaya koymamızdır.

Ötesi mi? Kiraz bahçesi tabii ki.. Nedir ki bir ömürlük süre... Her şekilde geçer gider. Çok doyan da , yarı aç gezen de bir şekilde girer o 1x2 boyutlarındaki nihai arsasına.

Yeter bu kadar. Aklınıza mukayyet olun. "Allah erzel ömür vermeye kimseciklere" diye de dua edin bol bol..

Doktor

5 Comments:

At 5:04 PM, Anonymous Anonymous said...

ÖZELİMDEN İKİ KONU
1- Uzun zamandır yaşadığım bağlantı sorunları beni “mühim adamım engelleniyorum” havalarına iyice sokmuştu ki, Telecom hayallerimi yıktı. Meğer sorun benim ikinci sınıf Çin malı modemimden kaynaklanıyormuş… Yıkıldım
2- Hiç şikayetçi olmadığım, kredi kartını kullandığım iki bankaya mail’le müracaat ederek ödemiş olduğum üyelik ücreti vesairenin iadesini rica ettim. Aslında daha usturuplu bir lisanla yapmayı düşünüyordum bu işi. Tüketici merkezi sitesindeki hukuki gerekçelerin sıralandığı metni doldurup gönderecektim, fakat hackerlar siteyi göçertmiş dolayısıyla bize de tatlı dilli olmaktan öte bir seçenek kalmadı. Bakalım ne olacak bu işin sonu.
PROGRAMDAN
Uzun laf hatasız olmaz derler ya ; bu hafta doktorun uzun nutkunda sarfettiği bir ifade bunu doğrular mahiyetteydi.(Aslında iki taneydi, doktorun anlayışa davetine, icabet göstererek birini eledim. Zira topluma hitap edilen bir ortamda gözetilmesi gereken bir çok incelik ve nezaket var, bunları hesaba kattığımız zaman bazı şeylerin olduğundan farklı söylenmesi anlaşılabilir bir durum oluyor. )
“ Türk adı Türkiye’den gelir.” İşte ötesinden berisinden tutup, doluya boşa koyup bir türlü makul hale getiremediğim cümle bu. Doktorun yazısı ise bu cümlenin tam tersi bir mahiyette. Şimdi ciddi bir tereddüte düştüm. Doktorum bu cümle programda bu şekilde çıktı. Bunu onaylıyor, evet bile bile öyle dedim diyorsanız eleştireceğim. Yok Mazhar, dil sürçmesi olmuş, “Türkiye adı Türk’den gelir “ olacaktı, diyorsanız amenna deyip muhabbete devam edeceğim. Üçüncü bir ihtimal de benim cümleyi yanlış duymamdır ki, (çok zayıf bir ihtimal) o zaman arşivleri açacak bir komisyon kurup durumu mütalaa edeceğiz demektir.
Her halükarda ben tekrardan bir şeyler yazmak durumundayım vesselam.( Mazhar)

 
At 11:31 AM, Blogger doktor yagci said...

Mazhar;
Hatırladığım kadarıyla o cümle senin dediğin şekilde çıktı. Ama maksadı blogda yazdığım şekildeydi. Senin söylediğin doğru olmakla birlikte şu anda "türk" denildiğinde "Türkiye kökenli" anlaşılmaktadır. İşte aksak ve hatalı kelimelerle anlatmak istediğim tam buydu.

Selam ile

 
At 2:17 PM, Anonymous Anonymous said...

Durum anlaşılmıştır. Dedelerimiz zamanında neredeyse bütün Müslümanlara Türk denilirdi, şimdilerde Türkiye’de yaşayanların sadece bir kısmına Türk deniliyor. Doğrusu Türk tabiri bir etnik köken ifadesinden ziyade daha kuşatıcı manalar yüklenmişti. Çanakkale savaşı sırasında basılan Harp mecmuasında siyahi bir Türk var düşmanın mitralyözünü kapıp kaçtığı için kahraman olmuş. (1915) Yemenli, Filistinli Türkler var resimlerde. Hem bizim cihetimizden hem de yabancılar cihetinden imparatorluk coğrafyasında yaşayan bütün Müslümanlar Türk idi. Tek ayrım vardı oda Müslim-gayrimüslim ayrımı. Ve geçen zaman bu ayrılık noktalarını çoğalttı. İttihatçılar Türk tabirini okadar daraltılar, okadar daralttılar ki alemde adeta Türk kalmadı. Safkan Türk olan Osmanlı Hanedanını bile Türk saymadılar. Adeta Türk tabirini kendi soysuzluklarına kılıf yapmak için kesip biçtiler ve ortaya ucube bir yapı çıkardılar.
Her milletin gizli bir imanı vardır ve bu imanı benimseyen o milletin mensubu olur. Bir Alman Japon tabiyetine geçmeyle Japon olmaz, olsa olsa Japon vatandaşı olur. Kendini Japon gibi hisseden de Japon olmaz, Japon evlerinde nesilden nesile intikal ettirilen ruhu ve gizli imanı benimseyen ve vicdanının bir köşesinde bu dürtülerle hayatını şekillendiren Japon olur.
Türk’ün de bir gizli imanı vardır, ancak evlerinde açılan ve nesilden nesile aktarılan. Bu imanı benimseyen Türk’dür. Burada ki ortak payda aynı imanı benimsemektir. Bu imanı bozmaya çalışana hain denir. İşte meselenin özeti bu. Sorunun kaynağı da burada, ortada ortak iman kalmamış. Herkes kendi küçük imanını oluşturmakla ve ortaklar aramakla meşgul.
Koca bir imparatorluğun ortak imanını yıkıp sonra da kıytırık uyduruk ifadelerle onun yerini doldurmağa çalışırsan olmaz. Türkiye aradan seksen küsür yıl geçmiş olmasına rağmen hala imparatorluğun mirası üzerinde oturmaktadır ve dedelerinin imanına dönmedikçe de kurtuluş yolu bulamayacaktır.
Kandırmacalara gelmeyin. Cennetmekan Abdülhamit Han Selanikte sürgün hayatı yaşarken; bir kürt subay tarafından suikaste uğrar, işin garip yanı bu subayı yetim bir çocuk iken alıp himaye eden harbiye de okutan Sultanın bizzat kendisidir. İttihatçılar bu hadiseyi bir argüman olarak çokca kullanmışlardır. Bu hadiseyi ilk duyan Kürtlere karşı kem bakıp, taa o zaman dan Türk aleyhtarlığına başlamışlar diye düşünebilir. Fakat bu küçük bir ihanettir. Bunun kat be kat fazlası zulmü sultana reva gören, asıl ihaneti yapanlar ittihatçılar, kendi soydaşlarıdır. Basit bir örnek ama manalı… küçük şeylere takılıpta gerçekleri görmekten geri kalmayın. Ortak imanımızı yıkanlar gerçek hainlerdir. Selamlar Mazhar. (aceleye geldi kusurlarımı mazur görün )

 
At 12:22 PM, Anonymous Anonymous said...

Selamlar Dr ve Hesapcı, 16 Mart Prohramı çok önemli bir konuyla gündeme geldi ve iyi gitti konu galiba aksaklıklarım tam teşhisi tabi tedavinin kolay olmıyacağıda belli ama uğraşmaya değer.

 
At 12:35 AM, Anonymous Anonymous said...

BU HAFTA
Cuma akşamları msn’yi komple bakıma alıyorlar anlaşılan. Doktor bağlanamıyoruz demeseydi. Çin malı modemimin canını okuyacaktım. Artık internet kaynaklı bütün sorunları ondan bilmedeyim.
Hasta çocuk ve ebeveyn tavırlarıyla dopdolu bir program dinledik . Sonunda iş geldi bizim ebeveynlerin reşit olup olmadığı noktasında tıkandı. Anne babaların ebeveyn kurslarına devamı geçici bir çözüm olarak geldi aklıma. Galiba yurttaşlık bilincimiz ve demokrasi kültürümüz arttıkça bu işler bir hal yoluna girecek. Yurttaşlık bilinci öyle devlet okullarında okutulan Yurttaşlık bilgisi derslerine devam etmekle edinilmiyor. Çevreye bakmak lazım herkes nasıl yapıyor bu işi, birkaç yüzyıldır yürüdüğümüz ve bir türlü varamadığımız Batıda bu işler nasıl oluyor. Daha da mühimi dedelerimiz bu işi nasıl hallediyordu ? Biz nerde yanlış yapıyoruz ?
Sıcak bir yaz günü sirkeci’den tramvaya bindim yolum kısa olduğu için oturmadım. benim gibi oturmayan tramvayın ortasında birbirine yumulmuş bir çift var. Genç bir çift oynaşıp koklaşıyorlar. Hoş bu, milletin içinde sevişenleri, bir odaya kapatsan bir saatte birbirlerini boğazlarlar ama dışarıda idare ediyorlar durumu. Yüzlerinde tuhaf bir mutluluk var, yaptıkları işten kaynaklandığını sanmayın bu mutluluğun. Başkalarını rahatsız etmenin, bastırılmış duyguları tahrik etmenin, siz yapamıyorsunuz ya demenin dayanılmaz mutluluğu. Toplum değerlerine açılmış savaşın zafer mutluluğu. Nereden anlıyorum; genç kızın eli işde ama gözü fıldır fıldır dönüyor, şöyle çaktırmadan kah buruşan, kah sulanan yüzlere bakıyor. daha bir aşkla yumuluyorlar. Derken Sultanahmet’ten ecnebi bir çift biniyor tramvaya onlarda bir köşeye çekilip yumuluyorlar birbirlerine arada bir fark gözlemliyorum ecnebilerin halinde bir doğallık var, yani hallerinden mutlular. Bir davaları yok, kimseyi terbiye etmeye çalışmıyorlar. Kimseyle de ilgilenmiyorlar. Bizim yerli yumuşuklar onları fark edince birden bire sarıldıkları buz kitlesiymişcesine el ayak çekiyorlar birbirlerinden, mutlulukları acı bir ezikliğe dönüşüyor. İşte bu sahne bana çok şey anlattı. Bu memlekette bir terbiye etme, mesaj verme ve biteviye mevcut değerlerle savaşma diğerleriyle uğraşma kültürü var. Yanlış anlaşılmasın çiftlerin ötede beride sevişmesi beni pek enterese etmiyor, fakat çok doğal bir etkinlik olan sevişmenin bile ötekine mesaj niyetiyle işleniyor olması düşündürücü geliyor. Bütün hayatını özenti kültürü ile şekillendiren bir toplum doğallık karşısında her zaman yıkılmaya ve ezilmeye mahkumdur.
Lafı getireceğim yer şurası: batılılar fert ve toplum hayatını kişiler için yurttaş için vatandaş için insan için en doğal ve en yaşanabilir, mutluluk verici hale getirmeye çalışırken biz de fert ve toplum hayatı hakim zümrenin ötekilere hayatı zından etmek aşkıyla kılı kırk yararcasına oluşturdukları tehlikeli labirentlere dönüşüyor. Sosyal hayat, doğallıktan uzak hep diğerlerini terbiye etmek üzerine sistemleşiyor. İnsanların mutluluğu sistemin hedefi olmadığı gibi fert bazında kimsenin de uğraş alanı değil.
Birbirini kamçılayan faşizan tavırlar sosyal yaşantımızda derin uçurumlar oluşturuyor. Hesapçının bahsettiği Kan uykusu belgeselini bende otobüste tanıştığım 18 yaşlarında ki bir gencin hararetli tavsiyeleri üzerine you tube’ den izledim. Tavsiye edebilirim. Fakat izlerken bakış açısını iyi ayarlamak lazım. Silahlı kuvvetlerin Hakkari iline atayacak bir general bulamadığını, belgesel boyunca konuşanların bir binbaşı ve asteğmen olduğunu gözden kaçırmamak lazım. İllada memleket çocuklarının pisi pisine nasıl kırılıp döküldüğünü acı acı seyretmek lazım.
Türk milliyetçiliğinin temel felsefesi, müreffeh bir ülke idealinden uzaklaşmış, içde ve dışda ki düşmanların sinsi planlarını! Bertaraf etme hedefine kilitlenmiş durumda. Olayları enine boyuna tartamayan ve derinlik sahibi olmayan gençler ise gayet idealsiz , düşmanlara karşı ne yapabilirim derdinde, oldukça öfkeliler . Yanlış bir hesap ve vahim bir durum. Koca koca adamların memleket satılıyor diye Bülent-i avazla feryad etmeleri ise politik muhalefete ulusal bir kılıf uydurmaktan başka bir şey değil. Bu feryadın demokratik bir hak olarak algılanması ise esef verici. Toplumda infial uyandırmak, şiddeti körüklemek meşru bir idareyi vatan satıcılığı ile itham etmek hukuken suçtur. Suç işlemek demokratik bir hak değildir. Tehlikeli bir durum. Tehlikenin farkında mısınız bilmiyorum ama Milliyet’te Hasan Cemal çok hoş yazmış Tehlikenin farkındayım! diye tavsiye ederim. Memleket satılmıyor kalkınıyor.
Madalyonun öteki tarafı, Kürt milliyetçiliği 7 den 70 e neredeyse bütün Kürt vatandaşların ciğerine girmiş, kötü değil, kötü olan bu milliyetçiliğin Kürtlerin kalkınmasına müreffeh olmasına değil de faşizan tavırlara hizmet ediyor olması. Şu bir gerçek Kürtlerin sistemle ilgili bazı sorunları var. Bu sorunların halledilmesi için gösterilecek çabaları sonuna kadar destekliyoruz. Fakat sistemle mücadele etmek yerine Türklere diş bilemek neyin nesi. Sistem en nihayetinde başını örten, farklı düşünen Türklerle de sorunlu. (Kürtlerle olduğundan daha fazla.) Elma ve armutları karıştırmadan sistemin sorununu sistemle halletmek lazım. Kürtlerin Şunu iyi bilmesi gerekir: fitne uyandı mı hak hukuk dinlemez önüne geleni alıp götürür. Onun için fitneye kapılmayın. Halkınızı insanınızı sevin fakat komşunuza kem gözlerle bakmayın.
Şair diyor ki “Bir elmanın iki yarısında çıldırtan benzerliği ikimiz arasında “ İşte Türk ve Kürt. Bu yakınlığın kıymetini bilelim. Selam eder mutluluklar dilerim. Mazhar.

 

Post a Comment

<< Home

Mesothelioma Asbestos, Mesothelioma Cancer, Malignant Mesothelioma, Mesothelioma Attorney.
Mesothelioma