doktor&hesapci

TGRT-FM de Cuma günleri saat 20.00 civarlarında yayına giren programın paralelinde fikir alışverişi için yapılmış bir blog dur. Yorumlarınızı bırakmakta nazlanmayın.

Saturday, March 01, 2008

İyi Okuyun

Blog umuzda yazılanlar öyle bir hal aldı ki bir şekilde sahibi olan bendeniz dahi okuyup anlamak ile iştigal etmekten yazmaya fırsat bulamıyorum. Bilginize.

Özetle:
1. Harita dürten emekli generallerin şaşkın kalmasına çok sevindim.
2. Efe nin yazdıkları ile bilgimi katlıyorum.
3. Murat Belge nin Nominalizm ve Sembolizm yazısını okumalı.. Okutmalı.
4. Canaaaan!!
5. Hasan Amca meraklıları bundan böyle onun sesinden ve derin yorumlarından mahrum kalacaklar üzgünüm.
Doktor

26 Comments:

At 1:48 PM, Anonymous Anonymous said...

Blog'daki son yazıları okumadan önce program müdavimi bir kaç arkadaşla birlikte bu Hasan Amca iğrençliğine bir son vermek gerektiğini konuştuk. Doktora bu vatandaşı canlı yayına almaması için çeşitli yollarla meramımızı anlatacak blogda imza kampanyası açıp,icap ederse "hasanamcayıcanlıyayındaistemiyoruz.blogspot.com"adresinde muhalif faaliyetler yürütecektik. Hikmeti Hüda bu avazımız doktora malum oldu ve karar metnini arzu ettiğimiz şekilde yayınladı. Sonuna kadar katılıyor ve yürekten destekliyoruz.
Bu durum, acaba içimizde doktorun bir adamı mı var şüphesini de kalbimize yerleştirdi. Bundan sonra daha dikkatli atıp tutmak gerekecek.
SERENDER, bu hür bloga dilediğin gibi yazarak katılman bizim için gurur verici birşey. Her ne olursa olsun kimsenin inanç ve değerleriyle uğraşmak dalga geçmek bizim işimiz değil. Böyle anlaşılmak bizi üzer. Yaptığımız iş sadece ehli hurafenin hurufatını göstermek. Her zaman bekleriz. Selamlar Mazhar

 
At 2:35 AM, Anonymous Anonymous said...

Teşekkür ederim Mazhar Bey;
uyarımı özelleştirmeyiniz lütfen..
onu neden yazdığımı anladınız siz;)
evet hurafe ile gel birlikte savaşalım. Allahı mahkemeye verenle; ağaca çaput bağlayan arasında ki farkı gösterirmisiniz?
makulün sınırlarını kestiremeyen ha o sebeple yapmış ha bu sebeple ne farkeder?

Murat Belge'nin yazısını okudum
nominalizm'i biz okuyalım sembolizmi siz diyommuşum (ulusalcılara, veya sembol takıntısı olanlara yada anti-bezlere :)

inançlı olmak gericilik midir?
düşünürken yazıyorum kendime söylediklerimi duyuyorsunuz şimdi

kadın
a)batıcı elit kadın:(elitle aydını karıştırmadan) bir miras yedi gibi düşünülmüş bir takım tablonlar üzerinde oturur. sadece savunuculuğunu yapar, ciddi iki üç soruda tökezlediğini anlarsın. statiko onun için uğrunda savaşılabilecek bir tabudur.kızması sinirlenmesi bağırması aslında onun ne kadarda zayıf olduğunu göstermeye yeterlidir.


b)nesnel kadın: makalede ki sembolizme takılıp kalan muhafazakarlar da bu katagoride değerlendirilebilir. ama asıl bu bölümü verecek hiç bişeyi kalmayan sadece kendini "ten"den ibaret sayan ve bütün sermayesi ten olan kadındır. bence kadına hiç bu kadar büyük bir aşağılama yapılmadı. evet bunu çoğunlukla bilmeden yapar-yaptırılar fakat bu durum kadını; düşünen insan olarak görmeyen zihniyetin ürünüdür. o reklam aracı bir metadır. bu konuya çokca örnek verebilrim .. geçiyorum..

c)tüketici kadın: toz avlayan komando gibidir.gün boyu bütün yaptığı o günlük mevzuata tamm uymaktır. bu arada çalışan çalışmayan ayırımı yapmıyorum. annelik bir üreticilikdir aslında. ne ki o anneliği de tüketir. topluma yeni bir insan kazandırmanın bilincinden yoksun ütülü kolalı giyindirmekle iyi anne(!) olduğunu düşünür.eşi/babası onun adına bir bakış açısı geliştireceklerdir zaten. o sadece gelecek ayki toplantıda giyeceği elbiseyi düşünsün yeterdir.

d)gelenekci kadın: dindar müslümna kadın ile karıştırmayalım onlar günün şartlarına göre hareket eder. örneğin: kızının düğününde kapalı gelinliği anlayamaz bi türlü. eşinin/babasının konumuna göre kıyafet ve yaşam tarzı değişebilir. bunlarda yine özgün bir düşünce sergileyemezler hangi şeyi düşünmemizi istiyorsa basın/yayın/hükümet çok rahat kabul edilebilirdir. geleneği sıkı sıkı savunmalarına ve sahiplenmelerine aldanılmamalıdır. onları zaman eritir.

e)aydın kadın:sempatiyle yaklaştığım tiplerdir. neyi savunduğunu bilir. hangi ideolojiden olursa olsun farketmez halkın dışında değildir elit kadın gibi. halkın içindedir bazen şairdir bazen yazar veya doktor her neyse hem özgündür hem farklı. oturup dinlenilmesi gereken sorumluluk ve duyarlılık sahibidir de. en önemlisi kendisine fıtri olarak verilenleri yozlaştırmamıştır.

d)Aydın Müslüman Kadın: statikoyu aşan mücadeleci bir yapısı vardır.ilklerden hz. haticeyi örnek verebiliriz. toplumsal beklentiler onu bağlamaz. örneğin kendisinden 15 yaş küçük birine evlenme teklif edebilir.hz. fatımanın peygamberin soyunun devamı gibi gösterilmesi de yine geleneğin reddettiği bir durumdur. islam kadına örnek olarak gösterilen bütün tarihi şahsiyetlerin böyle bir durumu var. zamanın kabullerine red!
eğer aklın dışındaysa tabi. genelde islamda kadından beklenen evinde suspus oturması gösterilir fakat tam tersidir.o minberde halifeye sen de ne diyorsun diye sert çıkan, firavun sarayında firavunun haksız yasağını çiğneyen gerçek bir hak savunucusudur.

hayır efendim inançlı olmak gerici olmak değildir!

teşekkür ederim..

hürmetler.. muhabbetler...

 
At 12:42 AM, Anonymous Anonymous said...

Doktor neden bağırıyorsunuz? Yök başkanına terbiyesiz dedim diye mi;-)
Iııı..şey... bana sorarsanız ben sizin de fazla yaşlandığınızı düşünüyorum. Diyorum ki şu ti-ci-ar-ti efem mikrofonuyla hastahanesiyle bıraksa sizi de artık emekli olup diğer yaşlı amcalar gibi yerleşse idiniz Karşıyaka'ya; kısık ezan sesinden rahat eder, dinlenirdiniz ve kedinizin şaşkın bakışları altında gevrekle, yeşil biber, yağlı zeytin, beyaz peynirli bir egeli kahvaltısı yapsanız zihniniz açılırdı. Gençleşirdiniz.. vee hafta sonları ben sizi ziyaret ederdim. HER HAFTA SONU

(bakın karşıyaka-iskelede oturan akrabalarımı bilem(!) ziyaret etmiyorum yani öyle 'her hafta sonu', o müthiş manzaraya rağmen; haberiniz olsun.ayrıca kirli çamaşır getirecek değilim.Yani teknoloji gelişik olsa bile yaşlı bir adama bu yapılmaz)

canan nil

 
At 3:42 AM, Anonymous Anonymous said...

Selanik Dönmeleri

Atalarımızın Anadolu’ya Horasan’dan Türkistan’dan yani doğudan geldiğini ve bu toprakları kendine yurt yaptığını bilmeyen yoktur.Dolayısıyla garp cihetinden atalarımızın gelmediğini de bilmeyenin olmaması gerekir. Hal böyleyken hala millete uyduruk atalar aramanın ve bulduğu bu ataları Anadolu menşeine bağlayarak pazarlamaya çalışmanın bir anlamı var mı düşünmek lazım.
* * * * *
Ecdadın; beylikten cihan devletine tebaası olan hiç kimseye etnik aidiyet yada inancından dolayı herhangi bir ayrım yapmadığı da bilinen bir gerçektir.Bizim de böyle bir isteğimizin olmadığını olmayacağını yalnız niyetimizin bize ihanet edenlerin yeri geldiğinde bizden daha Türkçü yeri geldiğinde bizden daha Müslüman görünen fakat gerçekte ne Türk ne de Müslüman olan, ortak özellikleri; Müslüman düşmanlığı olan zevatın en yücesinden en cücesine bilinmesi olduğunu belirtmek isterim.
* * * * *
Aslında nerde milletin değerlerine tavır alan düşmanlık eden hazımsızlık gösteren var ise soyunda cibilliyetinde bir gayrilik olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerekir.
* * * * *
Günümüzde iletişimde kat edilen mesafe sayesinde kişilerin geçmişleri ile ilgili bilgilere daha kolay ulaşıldığından bilgi ve belge sıkıntısı yaşamıyoruz. Bu numune şahısların yaptıklarına ve yapmak istediklerine de baktığımızda o sebep bu sebep usul idi yasa idi ( bu da genelde zorlama yorum veya zorlama uygulama ) Ortak çıkış noktaları dayatma milletin değerlerini yok sayma İslam düşmanlığı olduğunu görüyoruz.
* * * * *
Aslında egemen güç olan mevcut dönme zevat gizlenme olayını (takiye diyorlar ya kralını kendileri yapıyor) güzel güzel devam ettiriyorlardı ne zaman ki şapka düştü kel göründü, mızrak çuvala sığmaz oldu. Artık Haso ve Memolar buraya kadar “Ensemde boza pişirdiğiniz yeter” dedi işin rengi o zaman değişti. Atalarımız “Kediyi bile sıkıştırdığın vakit kapıyı hafif aralık bırak” diye boşuna dememişler. Fakat daha da önemlisi Haso ve Memo, Turgut ÖZAL (nur içinde yatsın) ile köyün dışında da bir hayat olduğunu gördü ve özet olarak “Kral Çıplak”dedi.
* * * * *
İşte tam bu noktada elemanları aldı bir rahatsızlık iktidarlarına ortak olmaya başlayan memleketin gerçek evlatlarını görünce; kalplerinde olan iflah olmaz kini gizleyememeye başladılar. İmtiyazlarını kaybettikçe giderek saldırganlaştılar.Akış değişmişti; artık ne ortalığa heyula salma ne de toplum mühendisliği hiçbiri işe yaramıyordu.Fakat bu hayat memat meselesiydi kolay kabul edilecek bir şey değildi,varlık ve yokluk. Sen bu zamana kadar imtiyazlı bir hayat sür sonra kerih gördüğün Haso, Memo ile eşit haklara sahip ol. Olacak şey değildi bu. Yasalara usullere aykırı idi. Bir şekilde ele geçirdikleri iktidarın ilanihaye sürmesini istiyorlardı.Milletin yüzde sekseni böyle istiyor denildiğinde; isterse yüzde doksan olsun diyorlardı. Milletmiş çoğunlukmuş mutabakatmış hiç önemli değildi. Önemli olan bu imtiyazın kendi adlarına sürmesi idi. Milletin değerleri devlet için tehdit olarak kodlanmıştı ve böyle kabul edilmeliydi. Devlet eliti de kendileriydi. Millet imtiyazlı alana girmemeliydi burada paylaşım olamazdı. Herkes haddini bilmeliydi.
* * * * *
Ama olmuyordu bundan sonra da olmayacaktı. Millet artık yıllarca kendisinin iliklerine kadar sömürüldüğünü, kendisinde içselleştidiği-içselleştirilen onca kabulün yanlış ve boş şeyler olduğunu devletin başka devlet elitinin başka şeyler olduğunu görmüştü.Bu elitin aslında kendisine ne denli bir düşman olduğunu silleyi yiye yiye anlamıştı. Artık Millet tabir yerindeyse “cin başka şeytan başka” imiş bilememişiz diyordu…

Selamlar, hürmetler. hasan

 
At 4:23 AM, Anonymous Anonymous said...

El insaf ya hu; adalet duygusu olanlar için anlamı olan, bir çağrı. Olmayana lafımız yok.
Geçenlerde ağzından çıkanı kulağı duymayan emekli paşalardan biri İstiklal Marşı üzerine bir yazı yazdı Cumhuriyet'te. Hinlikle suçluyordu Mehmet Akif'i. meğer din, iman konularını nasıl sinsice yerleştirmiş marşın içine. Paşa bir ömür kıpırdamadan selam durduğu, marşı eleştiriyordu. Hem de teknik akustik, söz-müzik uyumsuzluğu bakımından değil. İçerik olarak. Paşa beğenmediği bu marşı acaba muvazzaf subay olarak görev yaparken beğeniyormuy du ki? Birde milliyetçilikten dem vurmuş Nihal Atsız’ın yolunun bozulduğundan. Milliyetçilerin Nihal Atsız’ın rehberliğinden ayrılmamaları gerektiğinden. El insaf Nihal Atsız hakkında iki cümle söyleyebilecek kaç Türk milliyetçisi çıkar bu memelekette. Hoş benim gibi birkaç vatansever Nihal’den ve manevi babası, Doktor Rıza Nur’dan bahseder ama bunlar paşanın hiç hoşuna gitmez.
Vaktiyle bu Emekli Paşa istanbul'da görev yaparken peşinde bir kaç askerle birlikte görev yaptığım okula gelmiş askerlerin elinde ki kamerayla laikliğe aykırı durumları tespit ettirmişti. Okulun giriş katında yer alan Türk Büyükleri resimlerini beğenmediğini müdüre söylemiş, kaldırtmış, yerlerine sadece Atatürk ve İnönü resimleri astırtmıştı. Hey gidi günler hey 28 Şubat zamanlarıydı.
Bu paşa ilçe stadyumunda yapılan 23 nisan gösterilerine de ekibiyle katılmış. Başı örtülü hanımları stadyumdan attırmıştı. Ne günlerdi o günler. Biz millet gelsin kalabalık olsun diye kıçımızı yırtarken o kovuyordu. Gösteriler arasında bir de kafkas oyunları oynayacak bir ekip vardı kızlı erkekli. Erkeklerin üzerinde siyah fişeklikli kalpaklı kıyafet, kızlarda rengerenk yerel kıyafetler. Kızların başlarında ince rekli tüller vardı. Bilirsiniz, şu başın ortasından bağlanan pelerin gibi topuklara kadar inen tüller. Paşa bunlara çok fena kızmış ve kızların başında ki tülleri toplatmıştı. Milli Eğitim Müdürünü de fena fırçalamıştı. Kızlar yarı ağlamaklı sunmuşlar dı gösterilerini.
Hey gidi günler hey. Selamlar Mazhar

 
At 6:57 AM, Anonymous Anonymous said...

8 MART'IN HATIRLATTIKLARI
Bir kere kimsenin 8 mart'ını kutlayacak değilim. Kendim de kutlama kabul etmiyorum. tamCinsiyet eşitliğinin olabileceğine ve olması gerektiğine inanan biri olarak, bir de 'dünya erkekler günü' olmadığı sürece kutlama kabul etmek kendimle çelişmek olur. Kadın ve erkek eşit olsaydı zaten böylesine anlamları olan bigün olmazdı.
8 Mart'ı ve nedenini ilk defa babamdan duydum. Hatırladığım en eski ve alakalı anı budur.
Babam bana iki yanma olayı anlatmıştır. Biri 8 mart ve diğeri de Sivas-Madımak idi.
"yakma" olayı demedim de "yanma" olayı dedim bunlar için çünkü babam bunların ikisini de çok duygulu bir şekilde anlatmıştı. Fazla duyguluydu. Ve "yakma" demek yerine "yanma" demek ayrıca bizim hangi tarafta durduğumuzu da gösteriyordu bence.
Bununla başladım ve Buket Uzuner de alt yapı oluşturdu bende. Sonra Eşrefpaşa'daki öykü günlerine geldik devam ediyorum.
- Belediyelerin de kişilikleri vardır; bilirsiniz. Bu etkinliği düzenleyen Konak belediyesi de kişilikli idi. Orda etkinlikler kapsamında Necati Cumalı'ya atfen denildi ki "Ayşe'ye ya da Fatma'ya bir kamu alanında bedeni üzerinden baskı yapılıyorsa; ben Ayşe'nin ya da Fatma'nın bu baskıya badeniyle karşı çıkmasını yadırgamam"
Etkinlikler 14-16 şubat arasında yapılmıştı ama kadın sorununu üç gün boyunca yer yer öyle güzel irdelediler ki Füruzan, Canan Tan ve tabii ki Buket Uzuner'le.
- Yayınevlerinin de kişilikleri vardır; Necati Cumalı'nın kitapları Cumhuriyet Kitapların'dan. Yazar ne yazar ne yazmaz: sa hepsini de tek nedenle yazar: yazar duyarlılığıyla. Bu duyarlılığın Necati Cumalı'daki zirve!
Çünkü, diyor ki;
"başörtüsü yerdeydi"
"şalvarını sıyırmaya çalışıyordu"
diyor ki YÜK diyor ki ACI ! acı acı acı... hep acı hep acı
Ve hepsinde de tek bir soruna işaret ediyor: kadın.
Ben çok şaşırdım; bunun için istediğiniz yemini edebilirim. yani böyle bişi beklemiyordum. Benim bildiğime göre tecavüz kentli kadınların sorunuydu. Tamam. Hatta bir suçlar tarihi incelemesi kitabına göre ben bir tane "yüksek risk" faktörü ve bir kaç tane de "risk faktörü" taşıyordum.
Ama güvenliği için özgürlüğünü kısıtlayan insanlar aptaldır ve hem sonra kork kork nereye kadar derken yine ben aynı Canan'dım. (Böyle de kalmam gerekli.)
Bunlar tamam da, iyi de tarlada çalışan başörtülü kadına ne oluyor?
"başörtüsü yerdeydi"
Yani güya onlar risk faktörü taşımıyorlar ve dolayısıyla güya kentli olan kadının da erkekleri tahrik etmemek ve "kaşınmamak"(bu kelimenin anlamını bilirsiniz) için örtünmeliler. Ve bunu da tamamen erkeklere indirilmiş olan bir din söylüyor. Bir erkek dini.(sırf kadın olduğum için reddediyorum.)
başörtülü kadınlar da tecavüze uğrarmış, bu benim sorunum değilmiş sadece ve işin aslı şu eril zihniyet kültürel,dinsel,dilsel hayata egemen olduğu sürece her kadın risk altındadır.
Ve taciz, tecavüz nedeni olarak giydiğini, güldüğünü, şu saatte şurda olmalanı sayan zihniyet ise bir tuzak. Sen rahat olamayasın, konuşayamayasın ve toplumda silik, inaktif olasın diye yapıyorlar bunu. Çünkü kendi egemenliklerini devam ettirme isteğindeler. Bunun için dini,savaşı, kapitalizmi, siyaseti kullanıyor eril zihniyet.
Ve bizler bunları kullanmalarına bir şey demiyoruz çünkü güvenlik kaygımız var ve Dorris Lessing'in dediği gibi kendimiz korkağız. Korkağız ve kız çocuklarımızı da korkak yetiştiriyoruz. Öldükten sonra başımıza ne iş geleceği korkusu, bu saatte dışarı çıkarsam ne olacağı korkusu, eğer şuna yüz verirsem bana neyapabileceği korkusu hep hazır. Ama asloan kötü haber şu:abdest bozmayacak şekilde giyinsen bile yine aynı şeyler,yine onların baskısı. Mühim olan isyan. mühim olan taleb etmek. İşte bu yüzdendir ki üniversiteli arkadaşlarımın başörtüsü isteği beni hayal kırıklığına uğratıyor. Onları anlayamıyorum. Başörtüsü takmak yarım insan olduğunu kabullenmek demektir, islam kadını aleni bir şekilde böyle tanımlıyor. Siz sorun neden iki kadınşahit=bir erkekşahit, ben sorayım neden erkekler de başını örtmüyor?
Bunlara cevap verirken Emine Şenlikoğlu gibi kadın duygusaldır gibi cevaplar vermeyi de sakın denemeyin çünkü misal alın karşınıza kendine değer veren bir kadını sonra onun incitin, sonra da izleyin onun duygusallığının sınırlarını.
Kimisi allah allah diyerek, kimisi çocuk çocuk diyerek kimisi de koca koca diyerek kendi değerinden vazgeçti sonra da duygusallık dediler bunlara.
Doktor'a Not: Ansıdıklarım arasında bir de sizin şu meşhur sözünüz var, Demiştiniz ki "ben iyi örtünmüş kadını estetik bulanlardanım"
Anlaşılıyo ki bunama olayınız o zamanlardan beriymiş.İsmet Berkan da bir erkek siz onun ben sapık mıyım? başlıklı yazısını okudunuz mu bilmiyorum, farzedelim ki okudunuz onun ne dediğini anlamaya çalıştınız mı?Ben anladım onu ve bencebir erkeğin kendi cinsiyetine böyle yaklaşması gerekir dedim. Cinsiyetçi davranmadan.
Bu gün kamuda bir erkeğin bir kadına rahatsız edici davranışlarda bulunması o kadar ki içselleştirilmiş ve doğal bişi. bu gün böyle. ama bu yaptığımız şeyin misal siyah oldukları için onlara sürekli siyah olduğunu hatırlatacak ve bir anlamda da küçümseyecek davranıştan farkı yok. böyle bir davranışa ırkçılık deriz ve bu kötü bişeydir. çünkü ayrımcılık nedenidir. cinsiyetçilik de = ırkçılık. Doktor ben de türban takan erkekleri çok estetik buluyorum, bir de etek giyenleri.
ŞEBNEM FERAH'IN ÇAKIL TAŞLARI
BİR KADIN: ŞEBNEM FERAH
Şebnem Ferah'a ilk defa bundan bir kaç yıl öncesinde CNNtürk'teki bir röportaj'ını izlerken yakınlık duydum. Kendini en başta müzisyen olarak tanımlıyordu. Acayip! Sayan'ın Sayın'ın Tilbe'nin, vs'nin kendini sanatçı olarak tanımladıklarıbir yerde! Türkiye'de!
Ve diyor du ki ben yolumu bulacağim, buna inanıyorum, bunu hissediyorum. Yıllar geçti ve o öyle kendi yolunda BULUYOR BULDUKÇA DA İLERLİYOR. Kendim genç biri olarak bu kadının başarı öyküsünden çok etkilendim. Nerden başalırı olduğunu çıkartıyorum: bir kez girersiniz Pan kitabevine orda orta yaşlı bir kadınla saçları uzun bir beyefendi Şebnem Ferah'ın ne kadar da nadir bir ses ve yorum olduğu üzerine sohbet ediyordur. Genç arkadaşlarımı ise hiç sormayın. Geçen sene kampüsü doldurmuşlardı bahar şanliklerinde. Şebnem Ferah için. O zamanlar ben ve şenay da ağaca çıkmıştık. Ferah bana ve Şenay'a çok yakındı; konser bitene kadar tünedik ağaçta ve hiç de yorulmadım.
ÖNEMLİ BİR ÇAKIL TAŞI:İSTER YAŞA İSTER SÖV!
Bu"ister yaşa ister söv" sözünü"ben bir mülteciyim"adlı şarkısında dinleyebilirsiniz.İdil Biret bir röportajında rock müzüğin çok gürültülü olduğundan ve müzüğin insanları dinlendirmesi gerektiğinden dem vuruyordu. Ancak insanın isyan duygularını tanımayan biri,onu unutmuş ve yorgun olan biri bu şekilde konuşabilir. Müziğin insanları dinlendirme gibi bir görevi yok. müzik bir az isyan olmalıdır ve rock müzik tamamen isyandır.(Şebnem Ferah da ilkeli ve asi.)
Muhalefet eder. Diğer müzikler de edebilir ama en isyankarı biziz.Batsın bu dünya demeyecek kadar da ilkeliyiz isyan ederken.
Şebnem Ferah'ın kadın duyarlılığı da ünzile ile sınırlı kalmaz,gerektiğinde "bebeğimden önce vazgeçtim dünyadan" der. Kandınca ölene mezarların bile küskün olduğu söylemekten çekinmez.
Ve Şebnem Ferah muhteşem, yırtıcı çığlıklar atıyor! Ben çok seviyorum.

canan nil

 
At 12:03 AM, Anonymous Anonymous said...

Madde 33 - (Değişik: 12/5/1928- 1257/1 md.)
Beygir ve katırlara ita olunacak mevaddı gıdaiye miktarı berveçhiatıdır.
Çayır mevsiminde
Gemi ve tren ahırda beslenen-
Sureti umumi- derununda ve- lere verilecek
yede verilecek rilecek ağdiye ağdiye miktarı
ağdiye miktarı miktarı
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 (1)
K. K. K. G. K. K. K. Lt. K. K. G.
-----------------------------------------------------
Ağır top çekmeğe mah-
sus beygirler,ağır
katırlar. 7 5 3 30 3,5 5 1 30 4 50 35
Sahra toplarında dip
vazifesini gören ağır
beygir ve ağır katır-
lar. 6 4 3 25 3 4 1 20 3 45 30
Sahra toplarında şuyu-
gar ve çengel vazife-
sini gören ağır ve ha-
fif beygir ve katırlar-
la dağ toplarında dahi-
li namlu, ön kundak ta-
şıyan ağır ve hafif
beygir ve katırlar. 5,5 35 3 20 2,5 3,5 1 20 2,5 45 25
Top çekenlerden başka
hizmetlerde bulunan ağır
beygir ve ağır katırlar.5 3,5 3 20 2,5 3,5 1 20 2 45 25
Binek, saka,nakliye
koşum hafif beygirleri,
dağ topçusu ve makineli
tüfenk hafif beygir ve
hafif katırları
(Dağ topçusunda dahili
namlu ve ön kundak
taşıyanlardan
gayrisi) 4,5 3 2 15 2 3 0,5 15 1,5 40 20
Mekkare hafif beygir
ve katırları ile nak-
liye koşum hafif ka-
tırları 35 2 2 15 1,5 2 0,5 15 1 35 20

AÇIKLAMA : 1. Yulaf veya arpa, 2.Kuru ot, 3.Saman, 4.Tuz, 5.Yulaf veya kırıl-
mış arpa, 6.Kuru ot, 7.Buğday kepeği, 8.Gemide su, 9.Yulaf veya
kırılmış arpa, 10.Taze çayır, 11.Tuz. (hayvan sınıfının karşısında ki rakamlar sırasıyla verilecek miktarı gösteriyor)

Bende üşünmedim doktorun litaratürümüze kazandırdığı mekkare eşeklerinin hikayesine bir göz attım. Yukarıya yerleştirdiğim gıda tahsisatı listesinden de anlaşılacağı üzere bu mekkare eşekleri ordu hayvanlarının en itibarsız sınıfını oluşturuyor. İşte belgesi.
İlahi doktor , nerden bulur nasıl kurgularsın bilmiyorum ama harikasın, vesselam.

 
At 7:04 AM, Anonymous Anonymous said...

doktor bu canan sana isyan ederek mi bu hali aldı? elinizle bir canavar oluşturduğunuzun farkında mısınız doktor :) blogdaki muhalefet olma görevini canan almış ama deniz baykaldan daha beter bir muhalif :) doktor bu hanım kızı nasıl düzelteceksin :)

bay x

 
At 2:43 AM, Anonymous Anonymous said...

SEN SUS ÖSS ÇOCUĞU!
Modern Kimya dersine giren hocamız bir dersinde şunu demişti: "geçenlerde Cambridge üniversitesinin sizin seviyenizdeki sınıf öğrencilerine sorulan kimya orularına baktım. Çok kolaydı. Acaba dedim, ben sizi çok mu sıkıyorum."
Bu durum benim de kafamı karıştırmakta. Ve Uygar'a sormuştum. O da bana ingiltere'nin sömürüsü altındaki Hindistan'da küçücük çocukların çok ağır matematik verildiğini söylemişti. İyiliğine değil. Çünkü sonuca bakın: İngilteredeki seviyedaşlarımızdan daha ağır kimya görüyoruz ama neticede bu veya diğer billimlerde onlardan çok çok geride olduğumuz su götürmez bir gerçek. Yani tersine bir etki var.
Tuhaf bir orantı. Tabii aslı mantıklı. Mühim olan soru sormayı öğretmekti, kimyayı ve diğerlerini anlamak için.
Şu sıralar gazeteyi elime alıp ağzımı açmaya göreyim, tepki geliyor: Sen bunlarla ne uğraşırsın ÖSS çocuğu, bak rakiplerin ders çalışıyor. sen de otur çalış."

Bu sabah ESHOT yerine üzerinde deu mühandislik fakültesi yazan ve okulumuzun mavi beyaz renklerini taşıyan bir otobüs bizi tınaztepeye çıkarmak için almaya geldi. ESHOTlar çalışmıyor. Sosyal Güvanlik yasası için grevdeler. bir kere yoklukları acayip belli. İzmir caddelerini görmelisiniz. o otobüslersiz... solgun.

canan nil

 
At 4:52 AM, Anonymous Anonymous said...

canan lütfen :
bkz: efe beyin varsayım yazısı
bkz: malumat eşeği

cevaplar burada,okursan.

 
At 2:21 AM, Anonymous Anonymous said...

---"işime gelmedi abi"---


Judgment at Nurnberg filminden;

Marlene Dietrich (Alman nazi subayının karısı) : demokrasi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Spencer Tracy (Amerikalı yargıç): Demokrasinin iyi ve kötü tarafları var denir...

Marlene Dietrich : Siz hangi taraftasınız?

Spencer Tracy : Son seçimi kaybedene kadar iyi diyen taraftaydım...

Ak parti kapatılsın, aslında benim umrumda da değil... Tayyib'e yetmiş yıl siyaset yasağı getirilsin, Abdullah Gül Reis-i Cumhurluktan
alınıp yerine bir başkası getirilsin....
Ancak size bu hadiseler tanıdık gelmiyor mu? Hani Osmanlı'nın son dönemlerindeki hırçın güruhun habire Padişah ve sadrazam değiştirme hadiseleri gibi...
O vakitler demokrasi yoktu. Ama güruh aynı gürüh... değişmedi... Tek ve değişmez standart "işime gelmedi abi"

Savcının iddianamesi ancak zamane hukuk talebelerinin "google tabanlı" tezleri gibi "ne altı var ne üstü". Neresine ne desem bilmiyorum.

İddianame özeti:

"ak parti zomambik il teşkilatı başkanının beş yaşındaki kızı; evinin önünde beş taş oynarken tespit edilmiş ve bununla
küçük dimağlara islamın şartının beş olduğunun kazınmaya çalışıldığı anlaşılmıştır kızın beş yaşında olması da iddiamızın hakikat olduğuna kuvvet kazandırmıştır"


----Al atını ....... tımarını!----

Demokrasinin gizli jekobenleri, Genel Kurmay'dan darbe bekleyip avucunu yalanmış,ve bu kez yargı eliyle son kozunu kullanmıştır.
Bundan da birşey çıkmayacaktır. Neden mi?

Ülke nüfusunun yarısı 80 ve sonrasında doğmuş.. Hepsi sevgenç... "Akalım yaşayalım" insanları yada o yolda büyüyen çocuklar.

Eskiden yokluk vardı, bir lokma ekmeğe muhtaç insanlar topluluğu.. analar babalar çocuklarına "aman çocum karışma,aman çocum ne derlerse he de" gibi nasihatlar verirlerdi.

Bazısı dinlemez sağcı solcu olur olaya karışırdı, çoğunluğu ise susar kabullenirdi herşeyi...
şimdiki nesil öyle değil... Bırak nasihat etmeyi, muhatap bile olmaz senle benle. Ne atatürkçülük dinler ne solculuk ne sağcılık,ne laiklik ne şeriatçılık ne şu ne bu....

Anladıkları tek şey "rahat yaşamak" "fazla kasmamak"...

Bu nesli ben yetiştirmedim, sizin okullarınız böyle yaptı bu çocukları...

Yarın ne iddianame sahibi Savcı, ne Tayyib, ne Gül olacak... Bu nesil 20 sene sonra iktidara gelince görürsünüz...

Kendinizi boş beleş avutmalarla kandırmayın... Gençler sizden bıkmıştı... Gitmiş oyunu Ak partiye vermiş.
Derdi olduğundan mı? Ak parti fanatiği olduğundan mı?

hayır...
Sadece sizin soğuk,mahkeme duvarı gibi putlaşmış suratınızın her defasında aynı lakırdı ve dogmalarla gençleri bezdirmiş olması... Gençler sizin isteklerinize karşı geldiler...
Ve buna hiç bir şey yapamazsınız? Nüfusun yarısı... Buyur bakalım... Deyin ki şu gençliğe 20 sene sonra "bu cumhuriyeti canın pahasına,aç kalmak sürünmek pahasına koruyacaksın" o sana ne diyecek?

E şimdi anladınız mı boş işlerle uğraştığınızı? O öngördüğünüz nesil zemini yok... boşluğa basıyorsunuz? Uğraşmayın dava mava işleriyle...


----Mala davara ekonomi dersi---

Ekonomiden kriz haberleri bekleyenlere yem çıkmaz onu söyleyeyim... Bak şimdi elini cebine at, çıkar kağıt paraların tümünü... tek tek paralarının üzerindeki
Merkez Bankası Başkanının ismini oku...
Hemen hepsinde ne yazıyor?
"serdengeçti"

Demek ki ekonomi çok iyiymiş...
Anladın mı şimdi?
Anlamadın mı?
Sende tam malmışsın be ulusalcı!



Not: Uzun zamandır yazamadım... İş güç diyelim... Takib eden iki üç kadirşinas blog dostuna özür beyan ediyorum...

efe

 
At 2:26 AM, Anonymous Anonymous said...

AKP'DEN KURTULMAK İSTEYENLER SAMİMİ Mİ?

Neden Tayyip Amcadan hoşlanmıyorum?
- tayyip amca cuma namazı çıkışında arkasına bir yığın çocuğu koşturarak onlara şeker ya da para vermektedir.. Bu görüntü bizim üçüncü bir dünya ülkesi olduğumuzu bas bas bağırdığı için bundan nefret ediyorum.

Ve ilginçtir yoksul mağdur rolünü o kadar kenıksamış bu da yetmemiş onu sevmiş olan kimseler bu görüntülerden hoşlanmakta tayyip amacamıza sempati ile bakmaktadır.

Efe bey'e selam ki akp nin seçmenlerinin çoğunun genç olduğu görüşüne katılmıyorum.
Ben buralarda daha çok oylarını satan insanları ve mazlum rolünü seven insanları görüyorum. bir de seçeneği elinden alınmış olanları.

Ve merak ediyorum. makam aracının peşinde koşan koşturulan bu çocuklar ilerde "almak vermek va kazanmak" adına ne tür düşüncelere sahip olacak?
kimisi zengin olmayı çok para sahibi olmak ve mahallenin çocuklarına tepeden bir şeyler atmak olarak tanımlayacak.
Üçüncü dünya ülkesi zenginlik ve sevgi kazanma anlayışı.Bu.

Oysa; ben Tony Blair'i seçim kampanyasının kapsamında lise öğrencileriyle konuşurken gördüm bi kez.
İkinci defa başkan adayıydı, yani olmuştu bir kere başkan ama bizim tayyip amca gibi şaşırmamıştı kendini. Lise öğrencilerine hiçbir maddi şey vermedi ve onlar karşısında öyle bir duruşu vardı ki; liseliler başkan da, Blair halk gibi görünürdü üçüncü dünya ülkelerinden-bizim buralardan- bakarsak.
İşte asıl egemenliğin gerçekten halkta olduğunu görteren kamera kayıtları!
(Bizim buralarda bırakın liseliyi üniversite öğrencilerine bile insan gibi davranmıyorlar.)
Ve tayyip amca şu sıralar egemenlik halkındır nutku atıyor. Lise öğrencileri kollarını göğsünün üstünde bağlayarak durabilir mi tayyip amca karşısında. Onu da geçtim "ananı da al git" "hakkının yendiğini söyleyan yalan söyler" "burası yan gelip yatma yeri değil" "üç coçuk doğurun " kasımpaşalılığını yapan biri egemenliğin nasıl halka yakıştırdığını söyler. O kadar oy aldım istediğimi yaparım havasına yatan biri için bu ikiyüzlülüktür.

- Tayyip beyimiz kuranın ayetlerine sığınmakta bu aralar. bu da düpediz "mağdur sömürüsü" yapmaktır. Bu da ancak çocuklarını makam aracının peşinden koşturan ailelere ve benzerlerine söker.
Bense istiyorum ki "dininden bana ne, biraz samimi ve nezaketli olsun."

BEN AK PARTİDEN KURTULMAK İSTERDİM!!!
bunu bütün samimiyetimle istiyorum. Gerçekten istiyorum. İsteyen benim! ama onlar değil.

Davayı açanlar milletin anasını ağlatan 'reco kango kenesi'ni çıkarayım derken daha da kanatıyorlar. Bilgisizler ve bir de samimi değiller.

eğer samimi olsalardı;

Birincisi Deniz Gezmiş'in düşüncelerinden bahseden biri hakkında "suçu ve suçluyu övmek" gibi ifade özgürlüğünü kısıtlamaya açık bir maddeden dava açılmazdı.

Bence Türkiye'deki partilerin hepsini toplayın ve sağdaki çöplüğe atın. Bu kavgalar da çöplüktekilerin kendi arasındaki iktidar paylaşım kavgasıdır zaten.
Ben bu gün kendime biraz olsun yakın olan bir parti bulamıyorum ki oy vereyim. Bir çok vatandaş bu durumda iken(bir çok vatandaş bu durumda olmasa bile bişi farketmez Ben'im eksik kalmam bile önemlidir, demokrasi diyorsak) Akp'nin %47 oy alması demokrasi mi? Diğer seçenekleri saklamak demokrasi mi?

Siyasallaşmasını, parti kurmasını boşverin, dile getirilmesine bile hiç tahammül edilmeyen ve "suçu-suçluyu övmek"le hapsettikleriniz olmasa idi bu gün Akp %47 oyu rüyasında 'belki' görürdü.

İkincisi: bir zamanlar 'Darbe Dede'nin türk-islam sentezinden başka halkına hiç seçenek tanımayan kişiler değil mi bu dava açanlar? Onlar mı Akp den kurtulmak istiyormuş? Bana ilginç geldi.

Efe Bey'in yazısını bana tavsiye eden kimliği belirsiz şahsa not: Önce vicdan özgürlüğü deyip sonra da özgür vicdan kendi tanrısı hakkında içinden gelenleri döktü diye ona "insafsız" diyebilen, mala davara yaramayacağını düşündüğü bir İNSANI harcama vicdana sahip olan birinin yazıları cevap olarak kullanılmaz.

Doktor'a not: Doktorum geçen haftaki tıp bayramınızı kutlayamadım ama yaşlılar haftanızı burdan çok samimi bir şekilde kutlarım! Nice yaşlılar haftası göresiniz.Nice nice... Öyle ki belki bir iki yaşlılar haftasını birlikte kutlama şansımız bile olsun.


canan

 
At 8:27 AM, Anonymous Anonymous said...

"kımıl zararlısı" canan...
karnındaki trişinleri dökemedin gitti. git tutankamonla uğraş kızım. taş incele. karbon 14 uygula kendine. hangi çağdan kaldığını bul.
gecekonducular gibisin bir bakıyorum blogda tapusuz arsa çevirmiş üzerine derme çatma dikmişsin bişeyler(fikir değil tabi refleksel sıralanmış kelimeler)
yalvaran yok hani buralara yaz diye... hatırlatayım...
uza hadi çocum...
hadi... naş...

 
At 3:39 AM, Anonymous Anonymous said...

canan'a takılıp perspektiflerimizi daraltmayalım.

bay x

 
At 2:58 AM, Anonymous Anonymous said...

YÖNETMEN: M. GÜNEŞ AKTAŞ

Prefesör Dr. diyordu ki: "şu Fiat işçilerinin Fiat'a olan bağlılığını anlayamıyorum."

Teröristler tarafından kaçırılan Fiat sanayicisi Agnelli ve aracın kaza geçirmesiyle olay yerinde bulanan Fiat işçisi Antonio Minelli tarafından kurtarılıyor. Bir de prefesörümüz, Agnelli'ye Fiat işçisinin yüzünü onarınca; işler tam da Dario Fo'nun istediği gibi aktı bizim konferans salonunda.

Yüz operasyonunu yeni geçirmiş aslında Agnelli olan ama işçi Antonia Minelli sanılan hastaya doktor tarafından yönetilen yüzü kullanabilme çalışmaları.
"Söyleyin bay Antonio: aha"
"aha"
"uhu"
"uhu"
"Evet bay Antonio, çok güzül.Şimdi de 'ananı da al git'"
"ananı da al git"
"Söyleyin bay Antonio 'as-ker-lik yan ge-lip yat', 'en az üç çocuk istiyorum ikisi ikiz, üçüncüsü ise üçüz'"
Doktor burada çıldırıyor. Ve benim acayip hoşuma giden bu sahneye alkışla karşılık veriyorum. Sadece bende kalmıyor alkış ve tüm salona tüm öğrenciler arasına dalga dalga yayılıyor.
Alkışlar sustu, doktor coşkun "gavur İzmir!" Yine alkış dalgası benden salona ve ordan da sahneye.
Neyse, Agnelli'ye yeni yüzüyle konuşmasını bu kadar kolay öğretiyoruz tiyatro gereği.
Ve eleştiriler, ölen tershane işçilerine, susurluk'a yapılan göndermeler devam ediyor; öğrenciler tarafından.
Ben bu özğürlüğü seviyorum.
Yazık! İzmirDT bile kendisine yapılan "gavur izmir"i eleştirememişti ya, ben izmirli öğrencilerin salon dolusu alkışlarını bunun acısını çıkartırcasına aklımda tuttum.
Hoş eleştirse ne olacaktı ki? TrabzonDt'nin bir oyunu "ananı da al git" repliğinden dolayı sansür yemişti. Ve vali çıkıp da "sansürlemedik. ama devletin parasıyla devleti eleştirmenin hoş olmadığını düşünüyorum" gibi aptalca bir açıklamayı yapabilmişti. Yazık!
Bir kere devlet birey için olduğuna göre parayı elbette vermek zorundaydı. Ama birey onun malı değildi.

Akşam M.Güneş Aktaş'a mesaj attım. Oyundan çok etkilendiğimi ve izmirDT'nin ödevini yaptığını, Trabzondaki olaya da çok üzüldüğümü belirttim. Anlattıklarım tek bir yere çıkıyordu: "lütfen böyle özgür olmaya devam edelim"

Troll zararlısı Efe Bey'e not: yazdıklamı okumak zorunda değilsiniz. İstemiyorsanız geçin.Çünkü sizin "burda yazma" gibi bir mızmızlanmada bulunma hakkınız yok. Bana hakaret etmeye devam ediyorsunuz. marketten aldığım 'laik' pedlerimden birinin yapışkan tarafını ağzınıza yapıştırıp susturma isteği doğuyor içimde. Size bir de tayyip bey amcamıza.

 
At 6:10 AM, Anonymous Anonymous said...

----Ahlak----

Köylerde olurdu böyle şeyler bir zaman önceleri. Cinnet mahsulü cinayetler. Tanrıdan emir aldığını söyleyip anayı babayı kıtır kıtır doğrayanlar, kredi borcu bunalımından yırtamayıp karısına çocuğuna kurşunu ver edenler…vs
Ama en sonuncusu beklide en garibi idi.

İki tıp profesöründen tevellüt etmiş bir kızın hikayesi. Annesinin boğazına bıçağı “dah” etmiş.
Şok olduğumu söyleyemem ancak içimdeki Sevil Atasoy’u durduramadım. İrdelemeye ve sorgulamaya başladım bu cinayeti sonra zihnimde kalmış birkaç sosyolojik tanımlama ile de düşündüm…düşündüm…düşündüm….

Bugün aynı hikayeden bir tane daha okudum.. Bir kız daha ve yerde yatan boğazı kesilmiş anne…

Şöyle bir soru ile başlayalım.
Hangi anne evladının kötülüğünü ister? Mesela konsomasyonda çalışan bir bayan düşünelim,ister mi ki kızı aynı iş ile meşgul olsun. Kesinlikle hayır. Doğanın anneye verdiği kesin bir iç güdü bu.Koruma kollama…

Zamane gençliğinden bir evvel ki yazıda bahsetmiştim ve daha önceki yazılarımda da eğitim sisteminin yetiştirdiği gençlerden bahsetmiştim. Haklı olmak hiç bu kadar üzücü olmamıştır sanırım.

Ahlakın üzerine oturmayan bir kişilik buzda kayan araba gibidir. İllaki bir zemine ihtiyacı vardır insanın. O da Ahlak zemini. Zeminsizlik durumunda ahlaktan söz edemeyiz.

Peki insanlar ahlakı nereden alırlar? Elbette anne ve babası ayrıca çevresi.Onlarda kendi aile ve çevresinden.Onlarda vs… İşte bu sonsuz zincirin oturduğu temelden bir tek sonuç çıkıyor.
İyi ahlaklı anne, iyi ahlaklı baba ve ahlak öğretisi almış bir çevrede yetişen Çocuk’u ahlak sahibi olarak nitelendirebiliriz.
Ahlak; hristiyan ahlakı,yahudi ahlak ve İslami ahlak olarak dine göre şekillendirildiği gibi, bir çok dünya görüşüne göre de(sonu izm ile biten şeyler) şekillenebilir.

Nihayetinde hangisinden alırsanız alın ahlakınız da asla anneyi kesmek diye bir öğreti yoktur.

Peki buradan ahlakı almak konusunda bir sorun yok. Sonuç ahlakı alamamak hususunda meydana gelmekte.

Bizim ülkemizde yetişen çocuklar tüm benlikleriyle tam bir ahlaksız karakterler olarak yetiştirilmekte. Ne dünya görüşü net nede inançları…

Statüko; çocukların beyinlerini sadece uyuşması ve herhangi bir değere bağlanmaması noktasında kement atmış durumda. Bu okullardan adam gibi ne komunist, ne liberal,ne solcu,ne sağcı,ne şucu ne bucu yetişir…Sadece sömürücü isteyici, inat hırs çocukları yetiştirirsiniz. Bu okullarda bir baltaya sap olacak adam yetişmez.

Devlet ailelelere “kendinlerince güzel ahlak” verebilmesi noktasında serbest bırakmalıdır. Aileleri okulda ahlak almaya zorlamamalıdır. İsteyen İslami usul ahlak versin çocuğuna, isteyen Marksist.. Sonuçta herkes bir ahlak ile ahlaklanınca toplum; farklı da olsa ahlakların yükselttiği bir medeniyet seviyesine ulaşacaktır.

Çingeneye silah vermişler babasını vurmuş……
Eskiden çingeneye söylerlerdi…
Şimdi kime?




Canan’a not : Yazıların değil de, şu laik ped yapışkanı espirisi sağlamdı, baya güldüm…

 
At 2:19 AM, Anonymous Anonymous said...

Bıktım bu ulusalcıların dangalaklarından. Hiçbir ölçü tanımaksızın mahalle karısı ağzıyla hazırladıkları yazıları slaytları mide bulandırıyor.
Bu kadar akıl tutulması hayra alamet değil.
Türk Osman’ın bir günü diye bir slayt hazırlamışlar. Güya sabahtan akşama kadar gavur malları kullanan Osman akşam yatarken Ne mutlu Türküm diyerek huzur içinde ! yatıyormuş. Bu nasıl Türklük mesajını çıkartmamız gerekiyor bu hadiseden. Osman’ın canını okumakta gavurlara rahmet okutan bu zevat Türklüğün en baba sembollerine kin kusurak nasıl bir Türklük vehminde bulunuyor şaşıyorum doğrusu. Orta Asya’nın steplerinde çobanlık yaparken kendini 1920 lerin buhranlı günlerinde buluveren bu Türk, ne yediğiyle ne içtiğiyle ne de giydiğiyle bu toplumun Türklerine hiç benzemiyor.
***********************************
Uzlaşma çağrısı yapan Stk ların içinde üye sayısı itibariyle en büyüğü olan memur sendikası birkaç gün öncesinde çok enteresan bir faaliyete imza atmıştı. Çalıştığım kurumda sendika panosuna asılan ve 400 bin adet basılıp dağıtıldığı iddia edilen bir haritadan bahsediyorum.Ortasında bir Atatürk rölyefi olan komşularımızın topraklarını bize dahil eden Selanik, Musul,Kerkük, Batum gibi merkezleri vurgulayan, haritanın altında şöyle yazıyor : Misak-ı Milli Sevdamızdan Asla Vaz Geçmeyeceğiz.

Ya hu dedim madem vazgeçmeyeceğiz bari Yavuz Selim Han dönemi haritasını koysaydınız. Ondan vaz geçmeseydik. Bu kadar dar ufuklu olmak Türklüğe yakışır mı.
Bir de şu 8 maddelik misak-ı millinin hilafetle ilgili bir maddesi var dı, onu ne yapacaz. Hani hilafeti ve hilafet merkezi olan İstanbul’u ilelebed korumak gibi.
Selamlar Mazhar

 
At 7:37 AM, Anonymous Anonymous said...

BİRBİRLERİNE DÜŞMAN GİBİ YAŞAYAN İKİ KARDEŞİ BABALARI ŞEHRE YOLLAMAK ÜZERE KÖYDEN GÖNDERİYOR BERABER BİRARADA KAVGA DÖĞÜŞ OLMADAN SEYAHAT EDEBİLMELERİ VE DAHA ÇOK GÜVENDİĞİ MAĞDUR İSİMLİ OĞLUNUN YOLDA BAŞINA BİRŞEY GELMEMESİ İÇİN OĞULLARINA VERECEĞİ KAĞIT PARALARI İKİYE BÖLÜYOR KÜÇÜK PARÇASINI AYDINA BÜYÜK PARÇASINIDA MAĞDURA VERİYOR .EVLATLARIM KAVGA ETMEDEN KARDEŞÇE YOLUNUZA GİDİN DİYOR,.KÖYDEN ÇIKAN AYDINLA MAĞDUR BİR KÖPRÜYE GELİYORLAR KÖPRÜNÜN ÜZERİNDE AYDIN KİN DUYDUĞU MAĞDURU AŞAĞI İTİYOR MAĞDUR SUYA DÜŞÜP BALÇIĞA SAPLANIYOR, PARALARIN YARISININ MAĞDURDA OLDUĞUNU HATIRLAYAN AYDIN HEMEN YANINA GİDİYOR BİR YANDAN PARALARI NASIL ALACAĞINI DÜŞÜNEREK BİR YANDANDA MAĞDURLA DALGA GEÇİYOR NASIL İTTİM AMA NASIL DÜŞTÜN AMA… BU SIRADA ONLARI TAKİP EDEN PARALARIN PEŞİNDE OLAN SİVİL TOMBUL ÇETESİ ELEMANLARI YANLARINA GELİYOR SİZ KARDEŞSİNİZ UZLAŞIN HADİ DİYORLAR MAĞDUR BENİ ÇIKARIN SONRA UZLAŞALIM DİYOR AYDIN HEMEN ATILIYOR CEBİNDEKİ PARALAR İYİCE ISLANIP REZİL OLMADAN BANA VER BİZDE SENİ ÇIKARALIM DİYOR MAĞDUR PARALARI ÇIKARIYOR AYDINA UZATIYOR BU SIRADA SİVİL TOMBUL ÇETESİ PARALARI ALIYOR AYDINDANDA PARALARI ALARAK ONUDA BALÇIĞA İTİYORLAR AYDINLA MAĞDUR BALÇIKTA DEBELENİRKEN YETİŞMELERİ GEREKEN TRENİDE KAÇIRIYORLAR KÖYEDE DÖNEMİYORLAR SİVİL TOMBUL ÇETESİ KÖYE DÖNÜYOR BABALARINA; OĞULLARIN TÜM SAĞDUYU UZLAŞMA ÇABALARIMIZA RAĞMEN UZLAŞMADILAR BAŞIN SAĞOLSUN DİYORLAR…...

ŞU AN TÜRKİYEDEDE BU HİKAYEYLE EŞDEĞER BİR UZLAŞMA ORTAMINDA BALÇIKTA DEBELENEN KARDEŞLER VAR, YA BERABERCE BALÇIKTAN ÇIKIP KAÇMAK ÜZERE OLAN MUASIR MEDENİYET TRENİNE YETİŞECEKLER YADA ONLARI YOLA ÇIKARAN BİZ MİLLETE BAŞSAĞLIĞI DİLEYECEK BİRİLERİNİ BİLE BULAMAYACAĞIZ. BU ARADA BALÇIĞI TEMZİLEMEKTE ÇÖZÜMÜN ÖNEMLİ BİR PARÇASI… Cabbar

 
At 12:41 AM, Anonymous Anonymous said...

Ne yaptık şimdi?

İki borsacı yolda yürüyormuş, karşıda bir serseri çetesi. Yaşlı olan genç borsacıya demiş ki: Şu adamlara tek başına giriş sana 50000 dolar vereceğim.
Genç düşünmüş… Tamam demiş. Gitmiş dalmış. Sonra ağız burun yer değiştirmiş olarak geri gelmiş. Parayı alıp cebine koymuş.
Biraz daha ileride bir çeteye daha rastlamışlar. Bu sefer genç olan, "Usta sen bunlara giriş ben de sana 50 000 dolar vereceğim" demiş. Yaşlı gitmiş ve dayak yiyip gelmiş.
Genç sormuş:
- Usta sen de para kazanmadın, bende para kazanmadım, ağzımızın burnumuzun dağılması ile kaldık... Ne anladık bu işten?

Yaşlı Usta cevap vermiş;
- Öyle deme evlat, görmedin mi 100 000 dolarlık işlem hacmi yaptık…

Demokrasilerdeki hadiseler bazen “kazanımlardan” uzak; “işlem hacmi havasında” geçer.

Anayasa mahkemesi eğer iddianameyi reddetseydi. Bu YİNE hukuk adına verilmiş bir karar
OLMAYACAKTI. Reddetseydi herkes b ülkede hukuk var,işte demokrasi gibi söylemlerde bulunacaktı ve arka tarafta işleyen bürokrasi yine devam edecekti. Maske düşmeyecek ve bürokrasi adına bir adım geri atılacak, üzerlerine gidilmemesi istenecekti. Bu da mevcut hükümetin olası krizi engellemek noktasında işine gelebilecekti. İyiki iddianame kabul edildi.

Şimdi Maske düştü. Artık sonuç her ne olursa olsun “Devir” değişmiştir. Akp kapatılsada parti bölünsede, hoplasalarda zıplasalarda, yasaklasalarda bir daha ki seçimde X partisinin alacağı % 60 oyu engelleyemeyeceklerdir.
Ve ayrıca Anayasa değişikliği kesinlik kazanmış ve bir daha ki seçimden sonra değişmesi kesindir.
Çünkü artık iş Akp davasından çıkmıştır, Toplum değişim sürecine girmiştir. Akp’nin yok edilmesi herhangi bir şeyi değiştiremeyecektir.

Bu yargı işlem hacminden başka bir şey yapmamaktadır. Yazık ki yargı “önceden verilmiş hükümlerle usulen yargılama” yapmaktadır.

100 yıl önce başlamıştı her şey. İttihat ve Terakki her kesimiyle Osmanlıyı yağmalamaya başlamıştı. O topluluk atmosfere giren göktaşı gibi küçüldü..küçüldü..küçüldü…
100 yıl sonra son haliyle bir çakıl taşı… Son çakıl taşı…

100 yıl öncesine dönüp bir şey düzeltemeyiz ancak “insanlığın hatırına” şu ülkede gerçekten demokrasinin varlığından konuşacağımız günlerin yakın olduğunu düşünmekteyim. Yagı istediği kararı versin. Sonuçta demokrasiyi öğrenecek ve buna alışacaktır.

Su yatağını bulacaktır.

 
At 7:28 AM, Anonymous Anonymous said...

Hikmet-i Hüda
100 yıl önce bugün (rumi takvime göre) 31 martta imparatorluk merkezi eşkıyaların saldırısına uğradı. Yüzlerce yıllık devlet birikimi çar çur edilerek, devlet ocağına incir ağacı dikildi.
Hırstan gözü dönmüş bir avuç sergerde müşvik padişahın merhametini sonuna kadar istismar ederek saraya girdi ve o gündür bu gündür çıkmadı.
100 yıl önce yine dünyada krizler var dı. Savaş ha çıktı ha çıkacak havalarında kendi hırs ve enaniyetinden başkaca hiçbir şey düşünmeyen ittihad ve terakki fitne ateşini yakmış, halkı sokağa dökmüştü. Şeriat istiyorlardı. Yıldız sarayına dayanan göstericilerin sloganı buydu
---Şeriat isteriz.
Merhamet abidesi sultan saray balkonundan bu zavallı kitleyi cevapladı.
---Evlatlarım şeriat yok mu ki şeriat istersiniz.
---Şeriat isteriz Sultanım…
---Peki sizi kim bu yola soktu.
---Sarıklı ve cüppeli hocalar sultanım
---Sarığı ve cüppeyi domuza da giydiremezler mi. ?
Akılları yerine bu soru getirmişti ama…Bade harabül Basra .
Sarıklar düşeli çok oldu. Şimdi sıra cübbelerde. Selamlar Mazhar

 
At 9:09 AM, Anonymous Anonymous said...

EXPO'yu kaybettik.

Nedenini bilen kişi ben değilim ama kazansa idik sürekli gelişen bir şehirde yaşıyor olacaktım. Peki bu tarz şeyler olmasa da İzmir'e sürekli gelişiyor diyebilir miyiz.Hayır.Çok hantal bir bürokrasimiz var: Geçen yıl Milliyet'in EGE ekinde İzmir'de yapımı uzatılan otoyollardan ve neden illa da bunların yapımınnın ille de yıllarca uzatıldığından bahsediliyordu. Birileri uzayan çalışmalardan rant sağlayordu çünkü. Şimdi de metronun Üçkuyular kolunun inşaatı sıkıntı verici derecede geldiğimizden beri pek ilerleme olmaksının devam ediyor.
Yeni Asır Gazetesi'ne yöneltilen İnci şehrindeki Öykü Günlerini nasıl görmezden gelirsin elştirisinin de haklılık payı var; EXPO'yu kaybetmemizde.
Enerjimiz sürüncemede, yaptıklarımız ise önemsiz.Tabii ki de EXPO'yu kaybederiz.

canan

 
At 12:08 AM, Anonymous Anonymous said...

Notlar…



Çiçerin’in masasına bir istihbarat notu bırakılır. Evvelce iş adamı olup sonra varı yoğu elinden alınan bir adamın Tako’lar tarafından elde edilen Bolşevikler hakkındaki sözleriydi bu kağıtta yazanlar:
“ Önceleri üstümüzde Çar ve adamları vardı, biz işimiz yapardık..Altımızda “ahlaksızlar” bulunurdu.. İçki içip suç işleyen serseriler… Sonra biz nedense bu Çarlık fena dedik… Gitsin dedik… Sonra Alem tersine döndü… Çarlar altımızdaydı altımızda olmasına ama bu sefer ahlaksızlar üste çıktı.”

Himmler, karargah merkezine doğru yola koyuldu. Savaşın seyrinin değişmeye başladığı günler. O sabah biraz erken gelmişti.Soğuk bir kış günü sıcak odasına geçip istirahat edecekti ki,masasına doğru ilerledikçe küçük bir notun kendisini beklediğini gördü. Yuvarlak gözlüklerinin buğusunu sildikten sonra nota dikkatle baktı Gestapo mühürlü bir istihbarat notu:
“Ben saf ve yüce Aryan ırkı için savaşıyorum, ancak şimdi neden parası olan herkese Aryan demeye başladık?” Bu sözler kendisine çok yakın bir SS subayının ağzından çıkan laflardı.

Sultan Abdülhamit Yıldız Sarayında… İstihbarat notlarının bulunduğu dosya kendisine sunulur. Bu dosyada en ilginç olan ise altı Kurmay Yüzbaşının Gedikpaşada’ki bir Ermeninin evinde “memleketi nasıl kurtarırız” planları yaptığı yönündedir. Padişah Hafiyelerle birlikte Jandarmaları yollar ve alınıp sorgulanmasını ister. Yıldız Sarayının Mabeyn Salonunda sorgulamalar yapılır ve bir müddet hapis cezası verilir bu subaylara. Hatta sorgulamalara Sultan Abdülhamit’in de bazen iştirak ettiği rivayet edilir. Bu subayların bir gün gelecek ve memleketi "gerçekten" kurtaracaklarını kim bilebilirdi. Bu subaylar Mustafa Kemal, Ali Fuat Cebesoy ve Fethi Okyar’dan başkası değildi…

JFK.. Tarihi başkan… Sabah 12:00 … Dallasta hava açık… Elm caddesine doğru bir konvoy harekete başladı.Kırmızı convertible bir Lincoln'ün içinde başkan Kennedy ve karısı mutlu gülücükler atarak ilerliyorlardı. Bundan iki saat önce ise Başkan’ın eline tutuşturulan küçük bir pusulada : “Bay Başkan etraf Cia ajanları kaynıyor…” yazılı idi… Bunu yırttı ve yanındaki korumasına çöpe atması için verdi.



efe

 
At 4:24 AM, Anonymous Anonymous said...

Alnında Alevilerin sembol olarak kullandığı bir kılıç döğmesi ile, sen tut iflah olmaz ulusalcı, bilimci rektörün üniversitesinde silahını çek Etnik mi cinsel mi olduğu pek anlaşılamayan bir olaya karış sonra da sırra kadem bas.
Bir de iki karış sakal bırak. Her kes bir şey desin, kimse bir şey diyemesin.
Böyle her telden çalarak provakasyon bulamacı olmaz. Delikanlı gibi kime yıkacaksan onun kılığına gir. Bak rektörüm hiç falso veriyor mu.
Ergenekon da ne öğretiyorlar size anlamadım doğrusu. Selamlar Mazhar

 
At 6:36 AM, Anonymous Anonymous said...

votkayı fazla kaçırınca "cheka" yerine tako yazdık...
el aff-ül insaf.

 
At 4:52 AM, Anonymous Anonymous said...

EXPO'DAN SONRA İZMİR'E İYİ DİLEKLER
'Expo olmadan İzmir' konulu konferans için Kemal Çolakoğlu'nu Çaka Bey Deniz Feneri konferans salonumuzda ağırladık.
Konferansa başlamadan önce "ben de sizler gibi ekmeğimi denizden çıkarıyorum" dedi denizcilik okuyan arkadaşlarımıza."o yüzden bu salona geldiğimide kendimi evimde gibi hissediyorum" (Salonun tamamı neredeyse sadece üniformalı öğrencilerle dolu, arada ben ve bir iki tane daha bluejeanlı standart öğrenciler var ancak. Denizcilik okuyan arkadaşlarımız arasında sadece iki bayan görmüş olmam dikkatimi çekiyor. İki bayanı görmeden önce bu bölümde sadece yakışıklı, ille de uzun boylu erkekler mi okuyor diye sordum kendime :-))Tarihten gelerek İzmir'in siyasi ve ekonomik yapısını anlattı ve ekledi: "İzmir demokratik bir yapıya sahiptir. Açıksözlüdür bu yüzden Turgut Özal dahil bir çok siyasetçiyi kızdırmıştır."
Malum denizciler arasında ya, İzmir'in liman kenti olma özelliğine değiniyor ve sonunda Expo'ya geçiyor: "Expo bizim için asla bir amaç olmamalı. Bir araçtır."
İyi de böyle bir araç olmadan da biz kıçımızı kımıldatacak mıyız diye düşünüyorum konferansın sonuna kadar; çünkü atıl bir toplumuz ve nedense ben pek umut edemiyorum Kemal Çolakoğlu kadar.
En güzel öğrenci sorusu geliyor sonra :"hocam biz Expo için bir sürü proje başlattık, ama Expo'yu alamadık. Bu projeleri uygulayacak mıyız?"
Konuşmacı cevap olarak hiç biri aklımda kalmayan bir sürü şey söyledi ve en sonuna şunu ekledi "devletin de desteğini arkamıza alarak bu projeleri yapabilecek kişileri arayan konferanslar düzenliyoruz. Yapılmasını umuyorum." (dikkatinizi çekerim: umuyorum, dedi)
Salonda konuk olarak oturan İzmir Deniz Ticaret Odası Başkanı söz istedi ve "cuma günü cumhurbaşkanını buraya bekliyorduk ama gelemiyecek o bizi Ankara'ya bekliyor ve orada bu projeleri konuşacağız. Cevaben bunu diyebilirim." dedi.
İzmir'i isteyen siyasilerin bunun için çalışmaları gerekir. Haketmeleri gerekir. Ben de umuyorum.

 
At 6:39 AM, Anonymous Anonymous said...

Arbeit mach frei…

Rayların bittiği Auschwitz’e tren yaklaştıkça görünen yazıyı okuyan her kamp tutsağı, içeride var gücüyle çalışıyordu. Her ne kadar yanındakiler bir bir açlıktan susuzluktan hastalıktan veya kurşuna dizilerek öldürülse de akıllarında her an kapıda yazan tabela vardı. Belki o kişi kendisi olabilirdi. Devam etmeli her ne olursa olsun itiraz etmemeliydi. Çalışmalı daha çok çalışmalıydı. Ne güzel de kandırıyordu Almanlar, yahudi tutsakları… Çünkü girişte “Çalışmak özgürlüğü getirir” yazıyordu.

Bütün Yahudiler kendilerini kıtır kıtır doğrayan bu insanların “Kapıda Yazdıkları” sözde duracaklarını düşünüyorlardı. Düşmandan emniyet bekliyorlardı.İnsanoğlunun gafleti şaşılacak şeydir.

Cumhuriyet Halk Partisi ise bize senelerce bir torba dolusu yalan dolanı dayatıp durdu. Bununla bizlerin “muasır medeniyet seviyesine çıkacağımızı, batılılaşacağımızı, modernleşeceğimizi, bilimsel düşünce ile akıl ve mantığın hakim olduğu bir sosyal model ile çağdaşlaşacağımızı “ söylediler… Kapıya yazdılar… Tren vagonlarına doluşup giderken gördük yazılanları..umutlandık...bitimizde kanlamıştı hani...

Zaten padişahlıkta sıkmıştı bizi… Ne o öyle saltanat, maltanat… Zaten padişahlar zevk-ü Safa aleminde… Halka zulüm ediyorlar. Hatta zevk olsun diye halkı kurşuna dizdirenler bile var… Osmanoğlu sırf cebini doldurmak için saltanatını devam ettiriyordu. Hilafet ise bize ters gelmişti, küt kökünden kazıdık…Osmanoğlu’nu da kayığa bindirip postaladık.. Oh be sonunda rahat ettik…

Yaşasın Cumhuriyet Halk Partisi… Bizim yarınımız, Padişah’ın verdiği bir somun ekmek, zeytin, peynir, domates…Cepte delikli iki buçuk kuruş… Sen bizi kurtar CHP, kebab yiyelim, ceplerimize binlikler dolsun… Tarlalarımız bağlarımız bahçelerimiz davarlarımız çoğalsın zengin olalım!

Hepimiz "kapıdaki yazı" için neyimiz var neyimiz yok ortaya koymuş yada kovmuştuk… Chp başımıza gelsin diye her şeyi yaptık, kabul ettik, Eyvallah dedik… Her şey aslında üç kuruş fazla para içindi…

İnönüler Ecevitler Demireller….

Yahu Vahdettin ne yapmıştı kuzum bize? Demek ihanet etmiş… Ne zaman?
Hani kişi başı ortalama 400’er dönüm her vatandaşın arazisinin olduğu ekip biçtiği zaman mı?
Yoksa Hani türk parasının dolardan daha değerli olduğu zaman mı?

Ben bilmem, beyim bilir…

Efe

 

Post a Comment

<< Home

Mesothelioma Asbestos, Mesothelioma Cancer, Malignant Mesothelioma, Mesothelioma Attorney.
Mesothelioma